Hoş geldiniz Lagina’ya. Buranın bekçisiyim ben. Adımlarınızı dikkatle atın bu topraklara. Saygı duyun yaşayanlara sizden, çok çok daha evvelden. Gladyatörlere öykünen topuzlu saçlarıyla grubundaki dişileri etkilemeye çalışan sarsak rehberlerin söylediğinin tersine bir antik kent değil burası. Ay tanrıçası Hekate’ye adanmış bir kutsal alan! Duvarlarla çevrili olduğuna bakmayın. Onlar sınırları işaret etmek için çevrelendi, sakınmak adına değil mukaddes olanı. Duvara ihtiyacı yok Hekate’nin kendini korumak için. Çoktur koruyanı Anadolu tanrıçalarının… Küçük bir Karyalı kız, Phebios ekti beni ölmüş annesinin mezarına, geçmiş zamanların çoktan unutulmuş gömü törenlerinden birinde. Zaman binlerle ölçülünce yıllar anlamsız kalıyor. Milenyum diyorsunuz ya, birden fazlasını gördüm ben- küsuratlar çekirdekler gibi küçük, yenilemeyen ama çoğalmayı bekleyen. Nedense zamanı çok önemsiyorsunuz. Hele şu dişilerinize yaş sormamak gibi tatlı bir oyununuz yok mu, güldürüyor bizi insanın genç kalmak konusundaki acemiliği. Lagina’da güzellik yaşla ölçülür. Hakete’nin kırmızı gözlü kertenkeleleri hayatta kalma becerileriyle övünür. Yaşama yetisi çekicidir karşı cins için. Genç görünmeye çalışmaz Lagina’nın sürüngen sakinleri. Yaşlandıkça daha da koyulaşır siyaha çalan derileri. Ne zaman ki kapkara olur tenleri, daha da belirginleşir kıvılcımlar çakan gözleri. Sizin zamanınızla ancak bir asırda çekici hale gelir Lagina erkeği… Benim cinsiyetimi sormayın hiç, geçirmeyin hatta öyle şeyleri aklınızın ucundan. Hem erkek hem kadınım ben. Soyumuz çift cinsiyetlidir. Çoğalmak için karşı cinse ihtiyacımız yok bizim. Kadınlarımız döller kendilerini, ya da şöyle söyleyeyim, doğurgandır erkeklerimiz. Soyumuzu devam ettirmek için en iyi adayı bulmak zorunda olmadığımızdan sakin ve uzundur hayatımız. Seçme seçilme, beğenilme sıkıntısı yaşamadığımız için daha rahat çoğalırız. Gerginlik ve şiddet olmayan cinselliğimizle, en güzel çocukları biz veririz tabiat anaya sevişerek kendi kendimizle. Anlayacağınız biz, Hekate’yle özdeşiz, tanrıçamızın bekçisiyiz.
Hekate hem hilal hem yarım hem dolundur. Aynı anda kız, kadın ve bilge anadır. Bir taş kadar yalnız, toprak kadar doğurgandır. Tabiattaki en güzel çocuklar onundur, onun eseridir. Herkese kol kanat gerer, her birimizi besler. Benim gibi, tüm varlığını başkalarına can vermeye adamıştır kendini. Görün artık, bilin şunu; kendi kendini üreten tüm canlılar kendisi gibi olmayanlara vakfeder bütün varlıklarını ve hayat nefesini üfler onların ölü bedenlerine. Kendi suyunu içen bir nehir gördünüz mü hiç? Güneş bir çıkar mı gözetir, kendi kendini cayır cayır yakarken? Ya o bembeyaz bulutlar? Yağmur olup kıyarken canına, ölümü dert eder mi sanırsınız? Hekate’nin çocukları bu kâinatın devamı için kıyar, hiç düşünmeden canına… Ama siz… Kendini üstün sanan o şaşkın türsünüz! Hayatta kalmak için, soyunuzun devamı için ne çok incitirsiniz sizden olmayanları… Ah bir anlasanız, ah bir kulak verseniz bizlere, kalbinizi açık tutsanız büyüklenmeden. Ne kadar da kolaydır çoğalmak, arzuyu tutuşturan şefkatle. Bırakın kendinizi ana tanrıçanın taktirine. Hekate’dir bilen her şeyi. Geçmişi, bu anı ve geleceği görendir. Artemis gibi terbiyeli değildir mesela. Anadolu gibi ayarsızdır. Bir bakarsın nice şifaya ebe, bir bakarsın hayasız bir fahişe. Anlamaz onu bu toprakta doğmayan. Tenine Akdeniz güneşi değmeyen, denizden kopup gelen rüzgârda saçları uçuşmayan. Bilmez kabul etmeyi her şeyi, öylece olduğu gibi. Yorgun sırtını bir zeytin ağacına yaslamayan bilemez sevmeyi herkesi. Nasıl anlasın ki o zavallı fani, aynı anda bakire – ana – bilge kadın olan bir tanrıçayı, yanmıyorsa içinde Hekate’nin meşalesi. Aşk iksiridir bizim özümüzün özü. Siz yağ sanıp sofranıza azık edin, sabun yapıp kirinizi temizleyin, gençleşmek için sürün yüzünüze gözünüze. Aşk denen sihrin kıvılcımıdır usaremiz. Cinsinizin hangi bedenine girsek zerre zerre, yumuşak mı yumuşak bir ahvâl üfleriz ruhuna, kalbini hafifleten. Kulak vermeyin siz dallarımın gölgesinden bile geçmemişlerin sözlerine, meşki aşk sanan cahillerin ah ü vah eden gazellerine. Aşk demeyin tecrübe ettiklerinize, önceden yazılmış, bildik bir oyundur sizinki. İki cinsi de içinde barındırmayan beden anlayamaz hakiki aşkın ne olduğunu. Aşk cinsiyetsizdir. Eşler bırakınca eşeylerini, sırma işli urbalarıyla beraber o kapının dışında, aşk akar insanın içine, bal renginde bir nektar gibi.
Âşık olduğu üvey annesi Stratonike için inşa bu kenti Antiochos, İskender’in öldüğü o karışık zamanlarda… Sevgilisi o serseri adına koskoca bir sütunlu yol yaptırdı ustalara Faustina, herkese inat sahip çıktı aşkına… Ölümü göze aldı şu köy odasında Çoban Ali, sevgilisi Eskihisarlı Gülizar uğruna… Ve tutuldu bir genç kıza Osman Hamdi Bey iki yıl sürdürdüğü kazılarda… Ah Taşçı Paşa! Boşuna düşmedi senin yolun buraya. Rüyalarına girdi Hekate. Çağırdı seni Lagina’ya. Âşık olduğunu sanıp iki kez evlilik yapmıştı Paşa önceki hayatında, Akdeniz’in kuzeyinden gelen kadınlarla. Ama aşk değildi yaşadığı, ilahi olanı arıyordu hep, nefesini tıkayan o siyah boşlukta. Hakiki aşkı bekledi kiraladığı konakta. Zeliha adlı bir genç kızdı gönlünü çelen, evin küçük kızı, Hekate’nin çocuğu… Lagina’da doğmuştu Zeliha. Tanrıçanın ruhu yaşıyordu onda. Saf, yumuşacık ve şeffaf bir sevgiyle doluydu yüreği. Meşaleler aydınlatırdı kâinatı onun gözlerinden, kara kirpiklerini kaldırıp da bakınca etrafa. Zeliha kazı alanına yemekler getirdi her gün, hiç yorulmadan. Coşkuyla alkışladı tapınağın devrik sütunları kocakarılar gibi inleye inleye ayağa kalkarken. Kaç kez gölgeme sığındı iki âşık öğle sıcağında. Konuşmadan anlaştılar dibimde öylece. Ve ilerlemeyen saatlerde kımıldamadan durdu Zeliha, Taşçı Paşa’nın önünde, suretini çıkarsın diye. Vazo Yerleştiren Kız… Kuran Okuyan Kız… Çarşaflanan Kadınlar… Hekate’dir o muhteşem eserlerde yaşayan. Ölümsüzlük ilk şartıdır tanrıçalığın. Her şeyi gören tanrıça seyrediyordu olanları yukarıdan. Tene değmeyen aşkları sever Hekate. Cinsiyet olmayınca cinsellik de uhrevi bir zevke evrilir sessizce. Geriye tertemiz bir sevgi kalır. Âşıkın da maşukun da hem kadın hem erkek olduğu, her ikisinin de kabuklarından soyunduğu ilahi bir aşktır bu. Zeliha anlattı bütün bunları paşaya konuşan bakışlarıyla. Tanrıçam üfledi ruhuna rüyalarında. Kaplumbağa Terbiyecisi boşuna gezmedi derviş nakkareleriyle sırtında. Ney sesi karıştı Hekate’nin çifte flütlerine burada, bu tapınakta. Ve siz, gözleri dünyevi ihtiraslarla dağlanmış faniler, güzelliklere tahammül edemeyen caniler! İzin vermediniz iki âşığın buluşmasına. Kirletiniz tertemiz hisleri kokuşmuş dedikodularınızla.
Ve on dokuz altına satıldı başka bir adama güzeller güzeli Zeliha! Bunla yetinmedi küçük hesap yapmak dışında bir işe yaramayan yarım aklınız. Siz, yanlış türün yalnız evlatları! Yazık ettiniz bunca güzelliğe! Kömür yataklarını tercih ettiniz binlerce yıllık mirasınız yerine. İçinden oydunuz aşkla dokunmuş mermer şehri. Simsiyah kömür tozuyla kapladınız inci beyazlığındaki kenti. Geleceği gören Hekate biliyordu kömür yataklarının lanetini. Öngördü olacakları ezelden, kara derili kertenkeleler gönderdi Lagina’ya. O koca bacaları hatırlatsın size, diye kırmızı yaptı gözlerini bekçilerinin. Korksun diye insan evladı, yaklaşmasın hırsıyla kutsal alanımıza, yerleştirdi onlarcasını her bir taşın altına. Ben de yok olacaktım az daha kömür istilasının altında. Beni de yutacaktı eski mezarları siyahlığına gömen ilkel türünüz, güzellikten rahatsızlık duyan tek gözünüz! Bir başka âşık adam, yine bir kazı başkanı kurtardı beni. Göründü ona da rüyasında Hekate. Beni taşımasını söyledi ona, kutsal alanın hemen yanı başına. Mutlu oldum önceleri, tanrıçama bekçilik edecektim, gerecektim kollarımı değdiği her şeyi yutan o demir canavarlara. Ne yazık ki hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anladım hemen sonra. Neler gelmedi ki başıma! Etrafıma taşlar döşediniz susuz kaldım. Köklerimi daha derine gönderdim, yılmadım. Kara lastiklerle yürüyen arabalarınızla dört bir yanımı çepeçevre sardınız, dallarımı göğe uzattım nefes almaya devam ettim. Ölüm saçan tozlarınızla, dumanlarınızla zehirlemeye çalıştınız tanrıların nektarını içeren meyvelerimi. Kalın kabuklar geliştirdim, korudum onları. Tıkış tıkış doluştuğunuz teneke kutularınızda geldiniz dibime sürüler halinde, ses çıkarmadım. Kuşlarımı ürküttünüz, Hekate’ye sığınıp bekledim. Hiçbir şey anlamadan fotoğraf dediğiniz anlamsız görüntüler çektiniz bir zamanlar Taşçı Paşa’nın yaslandığı gövdemin önünde kımıldamadım. Tam da ezalarınıza alıştım dediğim sıra, altın sevdanız başladı yakın zamanda. Hekate’nin gizli hazinesi, hediyesiydi o kendisine inananlara. Yazık ettiniz kardeşlerime, kestiniz evlatlarımı, duymadan feryatlarını, çığlıklarını. Tarumar ettiniz sevgiyle döşenmiş döşeme taşlarını. O yol ki sayısız kere yüründü genç kızlar tarafından, sadece kentin anahtarı değildi, masum ellerde taşınan. Kalbinizi mühürleyen demir zincirlerin kilidiydi Hekate’den açması istenen.
Sırf eğlencesine gökyüzüne yolladığınız füzelerin kabukları kadar kuntlaşmış kalpleriniz, hiç ayrılmadığınız ekranlarınız kadar körleşmiş gözleriniz! Bırakıp gittiğiniz çöpleriniz kadar boş ve geçici her birinizin fani varlığı! Şimdi veda zamanı… Artık anlamı kalmadı hayatta kalmaya çalışmanın. Yavaşça bilerek öleceğim. Gövdemdeki çürükleri fark etmeyecek görüntü çeken cihazlarınız. Kollarım kuruyacak birer birer. Bir çobanın yaktığı ateşte can vereceğim. Kıpkırmızı bir ateş uzanacak gökyüzüne. O zaman anlayacaksınız Hakete’nin lanetini… Ve ödeyeceksiniz cehaletinizin bedelini! Patlamalarla çökecek madenleriniz… Depremlerle sarsılacak kentleriniz… İğrendiğiniz böcekleri yemek zorunda kalacaksınız açlıktan, zehirleneceksiniz… Güneş kavuracak teninizi. Kurumuş tenlerinizle dokunamayacaksınız birbirinize. O çok önemsediğiniz cinsiyetiniz kaybolup gidecek kuruyan toprakla birlikte. Altınlarınızla girmeye çalışacaksınız Hades’in ülkesine, rüşvetleriniz işe yaramayacak. Zenginliğiniz terk edecek sizi öte dünyanın kıyısında. Elmaslarınız kömüre dönecek kemiklerinizle birlikte. Yakacağa dönüşeceksiniz siz de benim gibi… Bir mağarada beş dakika ısınmak için yakacaksınız birbirinizi. Bir ateşle sona erecek varlığınız. Bekçilerin gözlerine benzemeyecek o alevler. Kara derileri gibi soğuk ve karanlık yanacak bedenleriniz. Yandığınızla kalacaksınız ne sıcaklık ne de ışık verecek cesetleriniz! Ve Lagina hep yaşayacak. Hekate’nin bekçileri koruyacak bu kutsal alanı. Sadece hakiki aşkı bilenler kalacak geriye.