Hay Allah nereye koydum ben  onu? Sabahtan beri ara ara bulamıyorum. Yaşlılık işte biraz önce elimdeydi.  Abdest almak için koymuştum bir yerlere. Şimdi Fehmi’ye söylesem, “Beni dinlemiyorsun, doktora gidelim,” diyecek. Açacak ağzını yumacak gözünü. Alzaymır  mı, her neyse işte ondansın diyecek. Kendisi doktor ya teşhisi koydu hemen. Çok  şükür sağlığım yerinde, ben senin gibi on taneyi cebimden çıkarırım be, sen ne  diyorsun! Aman sessiz olayım, ben bulamadan duyar, çıkar gelir, söylenmeye başlar gene. Bir de onun laflarını çekemem doğrusu. Banyoda dolaplara, raflara  iyice baktım. Oralara asla koymam ama gene de baktım. Çöp kovasını bile aradım. Bunu kimseler duymasın, sen de duyma sakın. Banyonun her tarafına didik didik baktım yok. Bir bu oda kaldı geriye.

Hay aksi ben akşama kadar gözlük mü arayacağım yoksa çocuklara yemek mi hazırlayacağım sen söyle. Sıcak olsun diye pilavı gelme saatlerine yakın yaparım demiştim. Pirinci nasıl ayıklayacağım, kıvırcıklar yeterince temizlendi mi nasıl göreceğim şimdi.  Etajerin üzerinde olmasın. Bir de oraya bakayım. Ayaklarım zor taşıyor artık beni. Bu fotoğrafı Erdek kampında çektirmiştik. Nihat sekiz aylıktı o zaman, suyu nasıl severdi görmeliydin. Kumsalda kaşla göz arasında anında yok olurdu, aradığımda emekleyerek denize doğru giderken bulurdum onu, koşardım arkasından. Yürümeden yüzmeyi öğrenmişti kerata. Bak burada da koca adam olmuş aynı yaşlardaki kendi oğluyla ve dünyalar güzeli kızıyla. Kız çok akıllı maşallah. Bugüne kadar hep takdir, teşekkür aldı. Bizim gelin şımartıyor küçük diye, o yüzden oğlan biraz haşarı. Bu fotoğrafta hep beraberiz, bir eksiksiz. Ne güzeldi o günler. Bak Fehmi nasıl da sert çıkmış, öyle görünür ama yüreği yumuşacıktır. Bir daha böyle bir arada olamadık, hayat telaşesi işte. Mendilimi nereye koydum, hangi cebimdeydi. Her şeyi aramak zorunda mıyım ben! Şimdi ağlamanın sırası değil Melahat topla kendini yoksa yemekleri akşama yetiştiremeyeceksin. İyi ki sarmayı dün akşamdan sarmışım. Ateş bastı, ter içinde kaldım aramaktan. Yok, çekmecelerde de yok. Akşama hiçbir şey yetişmeyecek. Bir topak hamurdan mantı da yaparım demiştim.

Torunlar mantıma bayılır, laf aramızda çok güzel hamur açarım. Bu gidişle mantı açmayı bırak, gözlüğümü bulamazsam hazırladığım yemekleri bile dolaptan çıkarıp masaya koyamayacağım. Elbise dolabının içine baksam, hiç o tarafa gitmedim. Ama gene de bir bakayım ne olur ne olmaz. Baston mu kullansam, bu bacaklar taşımıyor artık beni. Dolabın kapağı gıcırdıyor, Fehmi’ye söyleyeyim yağlasın menteşelerini. Bu çiçekli ipek elbiseyi Fehmiler beni istemeye geldiklerinde giymiştim. Ne heyecanlanmıştım ama elim ayağım titremişti. Şu pembe olanı Nihat’ın nişanında, lacivert tafta kumaştan olanı ise düğünlerinde giymiştim. Yok, tam tersiydi galiba. Ben ne arıyordum burada. Neydi, Hay Allah, gene karıştırdım her şeyi.

Hava kararıyor, akşam olmak üzere.  Akşam, çocuklar, ha evet… Gözlük, gözlüğümü arıyordum. Kutuların içine baksam yok canım, oralara koymam. Burada da yok.

Aramaktan başım döndü şu yatağa beş dakika oturup nefes alayım, sakin sakin düşüneyim bakalım. Sen niye öyle garip garip bakıyorsun bana, yoksa sen de mi hasta olduğumu düşünüyorsun. Yok, daha neler… Hiç öyle bakma, turp gibiyim maşallah. Bizimkine çaktırmadan gidip yenisini mi alsam acaba? Salonda kapının karşısındaki koltukta, gazetesini okuyor, ona görünmeden dışarı çıkmam mümkün değil. Görürse, akşama yemeğin arkasına kadayıf yapacağım derim. Bunu iyi düşündüm, evet kadayıf almaya gidiyorum derim. Çocukların benim kadayıfımı ne kadar çok sevdiklerini bilir. Şöyle bol cevizli, kıtır kıtır, ya buzdolabındaki sütlaç kâselerini, kabak tatlısını hatırlarsa, peki yeterince param var mı? İşin yoksa bir de cüzdan ara bakalım. Kim bilir kaç paradır şimdi? Masanın üzerine on defa baktım. Hercai menekşemden başka bir şey yok, bomboş. Sandalyenin üzerinde olmasın sakın, bir de kazara üstüne oturup kırmayayım sonra. Televizyon da başımı şişirdi. Kumandası nerede? Yukarıya asmasalar olmaz, insana eziyet ediyorlar, düğmesinden kapatamıyorum ki. Gözlüğümü ararken televizyonun kumandasını nerede görmüştüm ben? Yatağın üzerindeydi sanıyorum. Of dünya varmış, sessizlik ne güzelmiş, biraz başımı dinleyeyim. Yatağın üzerine azıcık kıvrılsam, uyusam mı acaba? Çok yoruldum. Kapı mı vuruldu, bana mı öyle geldi!

“İyi akşamlar Melahat Hanım.”
“Gene mi sen, ben çocuklarımı bekliyordum.”
“Evet, gene ben, bugün nasılsınız?”
“Hiç iyi değilim, gözlüğümü kaybettim. Niye öyle tuhaf bakıyorsun? Komik bir şey mi söyledim?”
“İlahi Melahat Hanım, gözlüğünüz gözünüzde.”
“Gözümde mi? Ha evet, buradaymış.”
Şimdi bu yeni yetmenin karşısında aptal duruma düşmek, hiç hoşuma gitmedi doğrusu.
“Yapmayın, öyle mahzun durmayın bakayım, ilaçlarınızı getirdim.” Bunca işin arasında bir de bu kız çıktı.
“Ben akşama yemek yapacağım, çok meşgulüm.” Bir an önce göndermeli, oturup kalmasın.
“Bugün yemeğinizi odanızda değil arkadaşlarınızla beraber yemekhanede yeseniz, onları görmek, size de onlara da iyi gelecek.” “Çocuklarım gelecek dedim, ben onlarla yiyeceğim.”
Omzuma dokundu, elleri sıcacıktı.
“Onlar gelince biz size haber veririz.”
“Geçen bayramda da öyle söylediniz, gelip gittiler, haber vermediniz. Beni atlatmaya çalışıyorsunuz.”
“Hiç olur mu öyle şey, gelirlerse mutlaka haberiniz olur, merak etmeyin.”
Bayram deyince boğazıma kocaman bir yumruk oturdu.
“Fehmi de yemekhanede mi?”
“Fehmi Bey…” Bir şeyler söyleyecekti vazgeçti, sustu elindeki bardağı uzattı. “Alın suyunuzu bakalım, ha şöyle…”
“Çok acı bunlar, içimi fena yapıyor, midemi ağrıtıyor.”
“Şikâyet etmek yok, bunları almanız gerekiyor biliyorsunuz. Ben yarım saat sonra tansiyonunuzu ölçmek için geleceğim. Siz de biraz dinlenin.”

Kapıyı kapattı, gitti. Bunca işim arasında bir de bu beyazlar içinde kızlarla uğraşıyorum. Biri geliyor, öbürü gidiyor. Güler yüzlü fena değiller ama fazla karışıyorlar bana. İlaçlar da zehir gibi, üstelik uyutuyor beni. Fehmi’ye kızlardan bahsetsem, bir de hayal görmeye başladın deyip bu sefer beni hiç dinlemez, tutar kolumdan doktora götürür vallahi. Sahi Fehmi bugün ortalarda hiç görünmedi nedense. Bütün gün gazetesinden başını kaldırmıyor ki, insan bir işin ucundan tutar değil mi? Çocuklar neredeyse gelirler, kalkayım masayı hazırlayayım, pilavı ocağa koyayım bari, ancak demlenir.