Yalnızın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna.

                                                                                                                                                                     Özdemir Asaf

 

Aynanın karşısına geçti. Önce yüzündeki derin çizgilere baktı, ardından buruşmuş ve düşmüş göz kapaklarının altındaki küçülmüş kahverengi gözbebeklerine. Kendi içine doğru yolculuğa çıkarcasına… Orada özenle büyüttüğü o kutsal yalnızlığı tüm heybetiyle duruyordu. El değmemiş, tertemiz. Kolay olmamıştı onu büyütmek, bugünlere getirmek. Ne çok emek ne çok insan ne çok anlaşmazlık ne çok güvensizlik birikmiş de şimdiki haline gelmişti. Bir kere tanışınca yalnızlığıyla, anlayınca tüm dünyada ebediyen yalnız başına, kapatmıştı kalbinin bütün kapılarını, ne kadar zorlasalar da… 

İnce, narin bir kalbi vardı. Yine de dayanmıştı birçok kırılmaya. Onarıyordu kendini içinde hayata alışmaya çalışarak. Oysa yapıştırılmış porselen bir vazo gibiydi; bazı desenleri bozulmuş, yıpranmış, eksilmiş… Küçük, eski ahşap mobilyalarla döşenmiş odasında pencerenin önüne oturmuş yağan yağmuru izliyor, son demindeki çayını yudumluyordu. Soğuk ve rüzgar cama vurdukça camdaki ufak sarsıntı sesleri onu ilk gençliğine, ruhunun sarsıldığı o zamanlara götürdü. 

Sevgiye inandığı eski zamanlarda kalbini, atışlarının gökyüzüne kadar çıkmanın mutluluğu tüm ruhunu sarıyordu. Bu sebepten o en yüksekten düşünce kırılma daha derin daha sarsıcı oluyordu. Bedeni ölmüyordu ama ruhu… O kırılma noktaları, suyun altında olan bir kırılma gibi hayatı kaymış olarak yaşatıyor, ya anlaşılmama, ya aldatılma, ya da sevgisizliğin eldivenini giymiş büyük bir el gibi kalbini yerden yere vuruyordu. Önce hayatına dağılan parçaları topladı, sonra da kırılmamak için kendi kabuğuna çekildi. Bir istiridye gibi kalbini sakladı, en değerli incisini… 

İlk gençliğinde henüz yalnızlıkla tanışmamışken kalbinde uçuşan kelebeklerle tanıştı. Ne güzeldi… Sevgiye dair ne varsa her hücresinde hissediyordu. Hiç yalnız olmayacağına inandığı sırada terkedilmenin trajik hüznüyle baş başa kaldı. Nedensiz bir ayrılık bütün hayatı boyunca hissedeceği yalnızlığı doğurmuştu. Yılmadı, denedi, kalbini verdi umarsızca… Uzun zaman da olsa kıymet bilinmez bir hiçlikte savruldu. Sonra inanmayı bıraktı. Eğer bırakmasaydı yıllar yılı mektuplaştığı o adamla yalnızlığını paylaşacaktı. Paylaşamadı. İnanmayı bıraktığında mektup yazmayı da bıraktı. Son kez paylaştığı bir uzaklıkla bir ukde armağan etti sevdiği adama… Elleri yalnız buruştu, hastalıları yalnız atlattı. Yalnız güldü, yalnız ağladı. Hem kendini hem o adamı yalnız bıraktı. Bilerek, isteyerek… Yanında biri olsa da kendi içinde yalnız olacağını anladığından paylaşmayacağı bir yalnızlığı yalnız büyütmeye kadar verdi.

Son nefesinde, son düşünü gökyüzüne uçan bir balon gibi salıyordu. Gözlerini kapattı, elinde eski mektuplarla o adam karşısında ilk günkü gibi inançlı bir gülümsemeyle bakıyordu. Hayatı son lokmasına kadar onunla paylaşmış gibi gülümsedi. Gözlerini açtı, uzun uzun aynaya baktı, elini kalbine götürdü, o değerli incisini elleriyle söküp aynaya hızlıca attı. Artık ayna da paramparçaydı, yalnızlığı da…