Misinanın gerginliğiyle sıçradım. Çekerken, zokayı yutmuş çupranın derisinin parlaklığından gözlerim kamaştı. Çupra çırpınırken son bir hareketle kurtuluverdi, oltanın boşlukta sallanan metal parçası çenemin altından ağzıma girdi. Gözlerim yuvalarından fırladı. Sağımda solumda benim gibi insanların çırpındıklarını gördüm. Bir sanrının içinde olmalıydım. Gerçek olamazdı yaşadıklarım… Kocaman bir el ağzımdakini yırtarak çıkarıp beni kenara fırlattı. Yaşlı bir adamın üzerine… Çenemden akan kanlar adamın boş göz çukuruna doluyordu ve adam bunu fark etmiyordu. Canım acımıyordu, beni saran tek duygu meraktı. Ne korku ne panik ne heyecan… Sadece merak. Üzerime atılan iki adamın gölgesinde etrafım karardı. Sonra onların üzerine atılanlar, onların üzerine atılanlar. Şimdi istiflenmiş bir şekilde birikiyorduk.
Biri bağırdı.
“N’oldu? Nerdeyiz?”
Hiçbir şey anımsamıyordum. Pis kokulu bir kutuda üst üste yığılmış insanlardık. Hepimizin bir yerlerinden kanlar akıyordu ama kimse inlemiyor, kimse çığlık atmıyordu. Biraz sonra tepeden bir ışık göründü. Sanki kutunun kapağı açılmıştı. Sonra bir iki kişi daha atıldı üzerimize.
Biri bağırdı.
“N’oldu? Nerdeyiz?”
Hiçbir şey anımsamıyordum. Pis kokulu bir kutuda üst üste yığılmış insanlardık. Hepimizin bir yerlerinden kanlar akıyordu ama kimse inlemiyor, kimse çığlık atmıyordu. Biraz sonra tepeden bir ışık göründü. Sanki kutunun kapağı açılmıştı. Sonra bir iki kişi daha atıldı üzerimize.
Biri bağırdı.
“N’oldu? Nerdeyiz?”
Hiçbir şey anımsamıyordum. Pis kokulu bir kutuda üst üste yığılmış insanlardık. Hepimizin bir yerlerinden kanlar akıyordu ama kimse inlemiyor, kimse çığlık atmıyordu. Biraz sonra tepeden bir ışık göründü. Sanki kutunun kapağı açılmıştı. Sonra bir iki kişi daha atıldı üzerimize.
Biri bağırdı.
“Eh be kardeşim! Çek şu misinayı artık, daldın gittin yine.”