“Pist!”

“Miyav!”

“Pist. Pist diyorum ya. Bir siz eksiktiniz. Çöplük kedileri sizi.”

“Hey teyze ne yapıyorsun? Ne zararı var bu hayvanların sana?”

“İşine bak sen!”

“Ayıp olmuyor mu? Üstüne başına bakan seni düzgün biri sanacak?”

“Kediler gitti. Sen mi çıktın başıma? Hadi git işine.”

“İyi dedin. Burası çöplük. Ben de çöp toplayıcısıyım. Her sabah gelir; kâğıt, karton, afili ambalaj kâğıdı, kutu işe yarar ne varsa toplar, giderim. Yani ben işimi yapıyorum da sen ne yapıyorsun burada?”

“Bak şimdi arabadan alıcam beyzbol sopasını. Çekil önümden hadi.”

“Kesin kafayı yemişsin. Asıl sen çek git de boyunu posunu görelim. Ne arıyorsun benim çöp kutumda?”

“Çocuk ne çenesi düşük şey çıktın. Boyum da yetmiyor ki. Ayağımı dayayıp yükseleceğim bir şey olsa. Küçük siyah bir poşet. Buralarda bir yerde olmalı. Onu bulmalıyım. Bulmalıyım!”

“Ne modelsin bilmem ama kızıyorum bak. Yaşına cinsine hürmeten durduk diye ne sandın sen kendini. Bırak da işimizi yapalım. Daha dolaşacağım çok çöp kutusu var.”

“Dur bir dakika, para kazanmak ister misin?”

“Sabah sabah nasıl soru bu ya? Kim istemez ki?”

“Çöp kamyonu buraya saat kaçta gelir biliyor musun?”

“Saat kaç şimdi sekiz mi, bir saate kalmaz burada olur kamyon. Önce buraya sonra üst mahalleye ve merkeze, sırayla uğrar hepsine. Benim dışımda bu çöp kutusuna arada göçmen bir kadın gelir, sitenin yemek artıklarını kurcalar. Bir de kokarca Nazif var, o da zulaların diplerini yoklar. Sonra…”

“Uzatma çocuk bana ne kim gelir, kim gider. Acelem var. Şirkete, toplantıya yetişeceğim.”

“Tabi sana ne ki. Bak ne diyeceğim senin gibisini buralarda ilk kez görüyorum. Doğruyu desene bana. Ne işler çeviriyon sen? Bak benim öyle polisle falan işim olmaz. Sen ne işin varsa gör, ben öyle geleyim. Gerçi bu daracık afili etek ve ipek gömlekle işin zor. Hadi bana eyvallah.”

“Dur, dur bekle bir dakika. Ne polisi? O da nereden çıktı? Ben yukarıdaki sitede oturuyorum,”

“Hani şu etrafı dört metre yükseklikte gri duvarlarla çevrili sitede mi? Vay anam vay. Dur bir bakayım. Demek siz böyle oluyormuşsunuz.”

“Çocuk sen hiç susmaz mısın?”

“Susarım elbet. Sustum işte. Söyle ne diyeceksen dinliyorum.”

“Bizim görevliye akşam çöpleri toplarken yanlış poşeti vermiş kocam. Dediğine göre o da çöpleri buraya atarmış. Benim poşeti bulmam lazım. Kutunun içine girip benim için bu işi yaparsan sana iyi para veririm.”

“Her gün yaptığım şey için üstüne para mı alacağım? Girerim ya. Nasıl bir poşet arıyoruz?”

“İşte şu elimdekinin aynısı siyah küçük bir poşet. Of, leş gibi de kokuyor. İşin bitince bunu da çöpe atalım. Aradığımın içinde bir hard disk olacak. Şöyle el kadar. Birkaç tane de eski, siyah beyaz fotoğraf.”

“Teyze doğru söyle bak. Sen filmlerdeki gibi birini mi öldürdün?”

“Nereden bildin?”

“Oha! Ben gidiyorum.”

“Dur be! Öyle değil. Senin baban var mı?”

“Ne yapcan? Onu da mı öldürecen? Bu işime gelir bak. Her akşam dayak yemekten kurtulurum. Şansına kutuya da dünden bugüne amma çöp atmışlar. İşimiz zor gibi.”

“Bak benden sana bir hayat dersi olsun: bir insanı unutmak, yaşarken öldürmektir, çocuk. Ben babamı içimde öldürdüm. Öldürmüştüm yani. Yıllardır görüşmedim onunla. Bir ay önce annem aradı. Baban son nefesini veremiyor kızım, seni sayıklıyor, dedi. Hiç umursamadım. Cenazesine de gitmedim. Babam bana hiç el kaldırmamıştır biliyor musun?”

“Belli ki yaşlı başlı adammış ölmüş gitmiş işte. Allah rahmet eylesin. Kazık mı çakacaktı dünyaya. Hem benim gibi sen de babanı sevmiyormuşsun işte. Dövmüş dövmemiş ne fark eder? Yapmıştır bir şey. Kurtulmuşsun, sevinsene. Dur galiba burada bir siyah poşet var.”

“Öldüğü güne kadar her gece rüyama girerdi. İstediği adamla evlenmediğim, kendi yolumu çizdiğim için hiç pişman olmadığımı haykırırdım yüzüne…”

“Buldum! Bu muydu poşetin? İçindekiler tamam mı? Bir bak bakalım.”

“Hı hı bu aferin sana.  Ölülerin önce sesi siliniyormuş. Sonra da yavaş yavaş görüntüsü. Hafızamda ondan hiçbir iz kalmayacak diye korkuyorum. Ona olan öfkem beni ayakta tutuyormuş. Şimdi de kendime kızıyorum…”

“Dur burada bir şey daha var. Aaaa bu fotoğraftaki kız çocuğu sen misin? Ne güzelmişsin. Yanındaki baban herhalde ha?”

“Evet, o.”

“E mutlu görünüyorsunuz.”

“Bir zamanlar öyleydik. Sonra ben büyüdüm, hayatımın kontrolünü elime aldım, istediğim mesleği, âşık olduğum adamı seçtim ve her şey değişti.”

“O şeyin içinde ne var? Hard disk mi nedir, onun işte.”

“Sesi.”

“…”

“Bazı soruların hayatta karşılığı yok çocuk, biliyor musun? Zamanında birbirimizi çok üzdük. Bugünden yaşadıklarımıza bakınca ona hak veriyorum. Yapma dediği ve benim yapmakta direndiğim birçok şey şimdi boynuma dolanıyor. Mesela kocam tıpkı dediği gibi asalağın tekine dönüştü. Boğuluyorum. Şimdi pişmanlık huysuz bir bebek gibi beynimin içinde bağırarak ağlıyor. Onun çığlıklarını bastırmak için babamla olan güzel anılarıma ihtiyacım var.”

“Ne karışık konuşuyorsun. Şair misin? Deli misin? Hiçbir şey anlamıyorum. Hadi benim paramı ver de gideyim.”

“Al bakalım, güle güle harca. Ha bu arada, sağ ol çocuk.”

“Teyze ya bak ne diyeceğim, madem buralarda oturuyormuşsun arada böyle yanlışlıkla bir şeyler atsan çöpe ne iyi olur. Sonra ben bulur, sana veririm, akşama da eve eli boş dönmem. Hem böylece belki babam beni biraz olsun sever. Ben de onu severim. Böylece sevaba da girersin. Hadi bana eyvallah.”