Ruhlar satıyorum… Beşi üç paraya ruhlar satıyorum… İhanete uğramış kadın ruhundan müflis kumarbazın masada sattığı ruhuna kadar her çeşidi var tezgâhımda. Ruhlar satıyorum.
Ne dedin? Kaç dedin? Aman abim kurtarmaz onlar, beşi üç paraya olanlar yaşlıların ruhları. O ruhlar bu tezgâha gelene kadar kaç kere satılmış oluyor, ömrü ömürlük ama işte vatandaşın ayağı alışsın diye yaptık bir kampanya beşi üç paraya diye. Efendim sayın abim? Söyledim ya sayın abim, beşi üç paraya olanların fiyatı ayrı, aldatılmışların fiyatı ayrı, aldanmışların fiyatı ayrı, şeytana satılanlarınki ayrı, karakter yoksunu olanlarınki başka fiyata…
Sen şimdi tutturmuşsun, hikâyesi yüz para edecek ruhun beşini üç paraya almak derdindesin. Öyle bir dünya yok sayın abim. Misal şu ruh, geleli üç gün oluyor, bin para bastım hiç düşünmeden düşün ben satıcıyım. Ne özelliği mi var? Kullanılmış mı? Güzel abim sen bitpazarına gelmiş “buradaki mallar kullanılmış” mı diyorsun? Ne olacaktı başka? Bu ruhun hikâyesi başka abim. Yirmisinde sevmiş, yirmi birinde ayrı düşmüş, yirmi ikisinde evlendirilmiş, ellisinde ölmüş… Yirmi dokuz sene başka hiçbir ruha temas etmeden yaşamış. Kimseyi düşünmemiş başka. Bak şu ufak tefek çizikleri görüyor musun? Hepsi işte o sevdadan kalmış. Hepsini her gün yeniden işaretlemiş, eliyle sevmemiş çiziği kaybolur diye. Zihninden ayrılmasın diye uyumadan hemen önce ve uyandıktan hemen sonra sevdasının derdine düşmüş. Bak hiç yorgunluk ibaresi var mı hiç ruhun üstünde? Hiç, bir gram ağırlık var mı? Bunca derdi bunca sevdayı bir başına yirmi dokuz sene sürünerek taşımış içinde, bir tutam leke yok üstünde.
Bu pazarda satılan ruhlar hep el değiştirmiş olanlar olur, zaten bir ruh şeytana bir kere satıldıktan sonra hiç para etmiyor ki sayın abim. Şeytana satılmamış ruh bulmak bu zamanda ne mümkün? Keşiş ruhu diye getiriyorlar pazara, bir bakıyorsun içinde yüzlerce pazarlık dönmüş, busbulanık solgun bir ruh. Huzura ermiş hafif ruh diye getiriyorlar, bir bakıyorsun her yerinde onlarca pişmanlık çiziği var. Herkesin malı kendine değerlidir sayın abim, ama bu ruh bambaşka bir ruh diyorum ben niye bin para sayayım bir kalemde bir ruha. Bak söylüyorum. Hep gülmüş, hep eğlenmiş, hep sevilmiş, hep tebessüm etmiş gibi bir yaşam sürmüş ama sevdasını kehribarın bir hamamböceğini kabzetmesi gibi saklamış içinde. Adamın koynuna girmiş, ondan beş çocuk yapmış, adam ruhuna bir lahza temas edememiş sayın abim. Bırak adamı, çocuklarını bile dokundurmamış ruhuna. Sevmemiş onları, hep sever gibi yapmış. Bu adamdan da olsa, bir parçası benim bu çocukların deyip açmamış ruhunu onlara. Çok nadir bir durumdur bakınız. Zaten bu hafifliği de buradan geliyor. Kabul etmiş ama teslim olmamış. Kadere razı olmakla, kaderi razı etmek arasında bir çizgi bu benim abim. Böylesi bir ruh bulmak bu zamanda ne mümkün.
Kaldı ki geçmişi daha da başka. Çocukluktan öğretmen olmayı istemiş. Liseden almışlar okutmamışlar. Kurduğu bunca hayali bir fiskeyle unutturmuşlar. Onu bile tutmamış içinde. Kaderle arasında öyle bir bağ kurmuş ki, başına gelen her şey onun kaderden razı gelmesi için olmuş gibi. Ne hayal, ne umut, ne sevda… Ne isyan kapısını çalmış, ne de üzülmüş ruhunu yıpratıp. Ama bırakıp vazgeçmemiş de işte. Bak burada kaderine razı binlerce ruh vardır. Hepsi gıcır gıcırıdır, ama bakarsın ki içi boştur. Yıpranmamak namına içleri boşalan ruhlar manasızca kendine değer biçmeye gelir bu pazara. Evet, tartarsın mesela, çok da hafiftir ama içi boştur işte. Bak bu kadar içi dolu olan ama yıpranmamış bu kadar eskimiş ama hiç değerini kaybetmemiş ruh bulamazsın.
Bir de çok sahteci var artık pazarda sayın abim. Misal bir araba ruh getiriyorlar, diyorlar ki hepsi dünyada ağır dertler çekmiş ama hiç satılmamış, dertleriyle yaşamış ama isyan etmemiş yaşamlarıyla hep barışık yaşamış ruhlardır diyorlar. Dikkatli bakıyorsun. Hepsinin alnında şeytanın mührü. Bu ne diyorsun. Onlar doğuştan diyorlar. Güya insan dünyaya geldiğinde satarmış ruhunu şeytana. E peki bu ruhun alnında neden yok bu mühür?
Bir de keşke herkesin ruhu yaşamda göründüğü gibi olsa. O zaman hiç bize ihtiyaç olmaz. O zaman bu pazarlara hiç ihtiyaç olmaz. Siparişle bile ruh almak mümkün olur. Yaşantısına göre, iyi biri gibi görünmesine ya da kötü biri gibi görünmesine göre alınır satılırdı ruhlar. Ne bileyim işte, iyiler hafif olurdu da kötüler ağır olurdu. Ama artık kötülük öyle bir hal aldı ki dünyada, bakıyorsun, dünya iyisi insan, kendi bütün, ahlakı bütün, yaşantısı bütün. Ruhu bir getiriyorlar, ruh terazisine bir koyuyorlar satmak için. İnanılır gibi değil manzara! Ne pazarlıklar dönmüş içinde, ne ihanetler etmiş, ne hasetler yaşamış. Hepsinin ağırlığı bedeninin ağırlığından fazla.
Sen şimdi diyeceksin ki, madem her ruhun bir değeri varsa, yani her ruh satılıksa nerede bunun kıymeti? Sen de haklısın sayın abim. Madem satılmış bir ruh alacaksam, madem bitpazarına düşmüş bir ruhta arıyorsam huzuru. Ne diye bunca para ödeyeyim? Alayım beşi üç paradan on ruh. Biri olmazsa biri hafifletir içimi. Bunca lafı ne diye dinledim de diyebilirsin. İnan bana sayın abim, söylediklerimin hiçbiri sen benden ruh satın al diye değildi. Sen yeni gelmişsin belli ki. Kimsenin tuzağına düşme diye söyledim. Şeytana satılmış ruhu ermiş ruhu diye, yirmi kere el değiştirmiş kalpazan ruhunu sanatçı ruhu diye sattıklarını gördüm kaç kere.
Ben mi? Ben çok oldu buraya düşeli. Önce kendi ruhumu satmaya gelmiştim. Baktım delikleri kararmış bir blok flütten daha az para veriyorlar ruhuma, satmadım. Sonra bu işin inceliklerini öğrendim gide gele. Bakma saydığıma. Dedim ya, beş para etmez benim ruhum. Para etmeyecek ruhları bitpazarında en güzel ben satarım. Ermiş ruhu diye satılmaya getirilmiş nice ruhların terazide tonlarca tarttığını gördüm. Günahkâr ruhu diye getirilmiş nice fahişenin ruhunun hafifliğini gördüm tartıda.
Herkes ruhunun ederini pek bir şey sanıp gelir buraya… Ruhların etten ağır, etin ruhtan pahalı olduğu bir pazardır burası sayın abim.