Bütün gece yatakta bir o yana bir bu yana döndüm durdum. Ancak sabaha karşı artık uykusuzluk bütün bedenimi ele geçirince gözlerimi kapatabildim. İşte tam o tatlı anların ortasına mahallenin azgın kedileri daldı. Uykulu halimle, salondan yeni doğmuş bir bebeğin çığlıkları geliyor sandım. Ne alakaysa? Sanki bir bebeğin oluşması için gereken faaliyetler bu evde mevcutmuş gibi. Sonra duyduğum sesin âşık olduğum yakışıklı dükle, büründüğüm güzeller güzeli, fakir ama gururlu kızın çocukları olduğunu varsaydım, o sırada hâlâ tatlı bir rüya alemindeydim. Artan çığlıklar sayesinde çok sürmedi acı gerçeğe uyanmam; mahallenin azgın kedileri zavallı bir dişiyi yatak odamın tam karşısındaki elma ağacının bir dalına sıkıştırmış, kendilerince kur yapıp duruyorlardı. Oysa aylardan Mart bile değildi. Yalancı bir bahar havası vardı sadece.
Artık tekrar uykuya dönmem imkânsızdı. Bir bardak su içmek iyi gelecekti. Yatak odamın camını kapatıp, mutfağa geçtim. Bir bardak buz gibi su doldurdum buzdolabından; sonra balkonun kapısını açıp biraz temiz hava almak istedim. Bu defa da küçük, iki adımlık mutfak balkonumun işgal edildiğini gördüm. Bir çift kumru balkon kapısını açmamla minik kanatlarını çırparak demir korkuluğun üzerine tünediler, işveli kuğuldamalarını kestiler ve beni izlemeye başladılar. O sırada fark ettim çiçeksiz duvar saksıma yuva kurduklarını. Belli ki sevgilileri rahatsız etmiştim, “tamam tamam” diyerek yavaşça kapıyı kapattım. Ne kadar çabuk yuvalanmışlardı. Oysa daha geçen hafta sonu balkonu silip süpürmüştüm.
Biz ancak sıfır çekerken doğa aralıksız çalışıyordu….
Salonda kanepe dağınıktı. Üstündeki minderler yere inmiş, sonra geriye yerleştirilmeden, öylece orta yere bırakılmıştı. Kocamın horlamasını hâlâ duyar gibiydim. Televizyon kısık sesle çalışmaya devam ediyordu. Giderken hep açık bırakır. Oysa benim hiç izlemediğimi de bilir.
Hafta sonu mesaisine gitmişti. Son an da haberdar olduğum için arkadaşlarımla plan yapamazdım, koca gün tek başımaydım. Hava ışıl ışılken evde oturmak da işime gelmedi. Madem öyle dedim, attım kendimi sahilin en ucuna giden otobüslerden birine ve Sarıyer’de indim.
Sahil kenarında uzun süre yürüdüm. Çınar altındaki çay bahçelerinden birinde iki çay bir poğaçayla kahvaltımı yaptım. Tekrar yürüdüm. Arada durup, sahilde bir bankta oturup içinde yüz binlerce pırlantanın ışıldadığı denizi seyrettim. Martılar şarkılar söyleyerek kendilerini rüzgâra bırakıyorlardı. Bir birinden farklı iki üç tür martı saydım. Bu kuşlar insanın içindeki özgürlüğü kışkırtıyorlardı. Her ne zaman bir martı görsem, onlar gibi kimseye hesap vermeden, başıboş, kâh dalgalara dalarak kâh gökyüzünde dolanarak yaşamayı düşledim.
Gün ikindiye yaklaşırken Sarıyer’in içinde tarihi bir hamamın önünde buldum kendimi. Daha önce görmemiştim. Kapıdaki levhaya baktım, o gün ve saatte kadınlara aitmiş. Çocukluğumun anıları canlandı gözlerimin önünde. Küçüklüğümüzde sık sık sular kesilirdi. Her hafta bir defa banyomuzu hamamda yapardık. Herhalde en az yirmi yıldır hamam yüzü görmemiştim. Daldım içeri. Hatıralarımın arasından süzülüp gelen kokular karşıladı beni; sıcak buharla karışan sabun, ıslak bedenlerden yayılan yoğun ter ve hamam otu kokusu. Gerçekten eski bir hamamdı. Girişte, mermer basamak üzerinden geçen bedenlerin ağırlığıyla aşınmıştı. Gri beyaz iki mermer sütunla girilen ana bölüm cam kubbeden gelen ışıkla aydınlanıyordu. Çocukluğumdaki gibi hamama girer girmez gazoz dolabını aradı gözlerim. Evet, kayıt bölümünün karşısında bir gazoz dolabı vardı ama eski gazoz markasının yerine yeni Amerikan içecekleri şişe şişe dizilmişti. Giriş için ücreti ödedim. Kim bilir kaç kadının nasırlı ayaklarının içinde terlediği takunyaları ve temiz havluyla peştemali alıp soyunma kabinine geçtim. Üzerimdeki giysileri çıkarttım, geniş bir şekilde sırasının üstüne serdim; çünkü yürüyüş sırasında epeyce terlemiştim. Çırılçıplak kalan vücudumu aynada seyrettim, peştemali sarınarak hamama girdim.
Yedi kadın yedi kurmanın başına oturmuş yedi tasla yıkanıyorlardı. Bu halleri çok masalsı geldi. Sanki zaman içinde yolculuk yapıyordum. Yedi kurnadan birindeki benim annemmiş gibi geldi. Diğerleri de mahalleden komşularımız. Ama uyanıkken rüya görülmüyor. Kadınlar benim gelişimle kahkahalarla anlattıkları her neyse, sus pus olup sessizce beni izlediler. Sonra zararsız bir fazlalık olduğuma karar verip muhabbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler.
Tavuk gibi gıdaklayarak konuşan teyzelerden biri, en ortada oturuyordu,
– Ya kızlar işte böyle adama bir türlü anlatamıyorum, çocuklar büyüdü olacak iş mi diye? Ama içti mi laf anlıyor mu ki?
– Siz de genç sayılırsınız be abla deme öyle.
Bunu diyen en uçta oturan, saçları beline kadar inen, işveli cilveli bir şeydi belli. Lafını söylerken de dalga geçer gibiydi, diğerlerine kaş göz ederek konuşuyordu.
-Öyle deme kız. Bugünlerde bir şey oldu, her gece her gece… tövbe tövbe…. günaha girip duruyoruz. Gücüm takatim kesiliyor vallahi.
Altı kurnanın başındaki altı kadın hepsi birden şaşkınlıktan dona kalmış,
– Her gece mi?
diye çığlık attılar.
– Heeeee, her gece. Hem de kaç defa… başımıza taş yağacak vallahi. Torunlarımız var kız bizim. Dün gece yine böyle yatmış uyuyorum, çıktı geldi bizimki, yine zil zurna tabii. Başladı oramı buramı mıncıklamaya, yapma dedim, sular kesik dedim, dinler mi? Sabaha kadar… Ben üçüncüde uyuyakalmışım.
– Kız Neriman ister misin yine gebe kalasın?
– Sus kız, Allah yazdıysa bozsun. Ne yapcam bu yaştan sonra?!
– Dün sular da kesikti biliyorsunuz, vallahi bugün siz deyince hamam, zor attım kendimi. Allah affetsin.
Kadının akranlarından biri dizlerini döverek lafa karıştı:
– Duyyy Hüsnü duyyy!.. Millet rekora koşuyor sen anca kanepede horla dur.
Oturduğum yerden bu eğlenceli sohbete kulak kesilmiştim, heh bacım, dedim içimden, aynı bendensin sen de. Ben farklı mıyım ki senden?
Sonra yaşça en küçükleri :
– Abla o zaman orgazm nedir biliyon sen? Bir yerlerde okudum, kadınlar oluyormuş çok güzel bir hismiş ama ben hiç bilemiyom.
– Ne bileyim ki kız o neymiş? Gerçi bazen böyle içimden bir şeyler boşalıyor gibi oluyor ama ben yorgunluktan diyordum. Acaba o mu ki?
– Kız Neriman sen de bilmiyorsan bizim hiç şansımız yok desene…
deyince, yedi kurnanın başındaki yedi kadının hepsi kahkahalarını hamamın ortasına salıverip, boş ver canım çekip yıkanmaya devam ettiler.
Onların neşesi bana da bulaşmıştı ama hamamdan çıkarken aklıma bir soru takılı kaldı, orgazm gerçekten nasıl bir histi?