“Tanrım, öbür dünyada cehennem gerçekten yok mu?”
Çehov, Altıncı koğuş
Bir tıslama sesi duyuldu. Gazla çalışan piston yutmuş bir yılanınkine benziyordu ses. Beyaz seramikler üstünde kalem topuklar tıkırdadı. Kapı kapana kadar sürdü tıslama. Altındaki parmak kalınlığında fırça, kapı açıldığında döşemeyi süpürüyor, süpürme bu tuhaf sesle dolduruyordu odayı.
“Günaydın” dedi canlıbir ses. Sesi uzun zamandır tanıyor gibiydi Blanche.Aralamaya çalıştığı göz kapaklarının arasında,ışıktan, ince bir çizgi belirdi. Ardından göz bebekleri, ışığın içine koyu saçlı, neşeli kadın bedeni çizdi.Oydu kapıdan giren.Kendi ışığının tükenmeye yüz tutmasının tersine hayat doluydu.Gelen kadın alışveriş çantalarından birini açtı.
“Burada ne varmış!” dedi. Yeşil bir hırka çıkardı sonra. İngiliz yeşili, ince bir hırkaydı. Yukarı kaldırdı. Sallayarak katlarını açtı. Blanche’ın yatağının düğmesine bastı. Mekanizma mırıldanırken yatak yavaş yavaş doğruldu. Blanche da yatakla birlikte oturur duruma geldi. Hırkayı onun bedenine tuttu kadın.
“Güzel” dedi, “çok güzel oldu.”
Duvarlar açık renkti. Odanın ortasında, ışıklar içinde, melek gibi görünüyordu. Blanche son günlerinde kendisine böyle özenle baktığı için gönül borcu duyuyordu kadına. Çünkü o büyük evde yalnız başına yaşayacak gücü yoktu.Bunu düşünmek acı veriyordu. Bu kadın olmasa yapayalnızdı. O evde günün birinde yapayalnız ölecek, günlerce kimse duymayacaktı öldüğünü. Ama pembe yanaklarından yaşam enerjisi fışkıran bu kadın neden ilgileniyordu onunla?Anlamıyordu. Onun sıcaklığı, içtenliği yitirdiklerini anımsatıyordu Blanche’a. İlk kocası esmer bir adamdı. Gençlik yıllarında tanımıştı onu. Böyle beyazlamamıştı henüz saçları. Adam, onun platin sarısı saçlarına bayılırdı o zamanlar. Şu başucundaki kadının ülkesindendi. Evliliklerinden iki yıl sonra bir kızları olmuştu. Babasına benziyordu kız. Onun isteğiyle Vicdan koydular adını.İyiydi her şey. İyi olduğunu düşünüyordu Blanche. İkinci çocuğun gözleri için –sarışın bir kızdı-ışığa aşırı duyarlı, demişti doktor.Bu küçük kız bir buçuk yaşına geldiğinde adam ülkesine gitmeye karar verdi. Tatil içindi. Çocuklarını da götürecekti. İlk kez. Havaalanında, ayrılmadan önce, sarı saçlarında parmaklarını gezdirmişti hayranlıkla. Yaşlı kadın korkuyla irkildi. Başını iki yana salladı. “Blanchecığım” dedi kadın, aynı tatlı sesle, “saçlarını biraz düzeltelim. Sonra tırnakların, tırnaklarını da kesmemiz gerekiyor canım.”
Kapının sağında boynuna dolanmış yılanlı kolyeyle Simonetta Vespucci portresi asılıydı. Yatak biraz daha düzeltildi. Seramiklerin ışıltılı beyazlığından yayılan deterjan kokusunu duyuyordu yaşlı kadın.İki ay sonra bir mektup gelmişti.Sarı bir zarf içindeydi. Türkiye’de boşanma davası açıldığını söylüyordu zarftaki mektup. Dava kısa sürmüştü. Ayrıldılar. Ama adam çocuklarını görmesine izin vermiyordu. Bir avukatla görüşmüştü Blanche. Ardından eski kocasının yaşadığı kente gitmiş, yeniden mahkemeye başvurmuştu. Blanche iki uzun yılsonunda çocuklarına bakma hakkını da kazanmıştı. Kararlılıkla uğraşınca sorunlar çözümleniyor diye düşünüyordu. Çocuklarını almak için adamın evine gitti. Kapı duvardı.
Evin önünde, bayılmadan önce öğrenmişti eski kocasının çocuklarını kaçırdığını. Mahkeme kararına karşın kovalamacanın sonu gelmedi. Çocuklarına ulaşamamıştı. Uzun süren davaların, onlara eklenen yenilerinin sonuçlanmasını umutla bekledi. Ona acı veren şeyi en sonunda yaşamıştı. Sevgisizlik içinde büyüyen çocukları anneleriyle görüşmek istemediler.Yıllar süren kavganın sonunda yapayalnızdı Blanche. Bu ikinci kocasıyla evlendiğinde artık çocuk sahibi olmak için nedeni kalmamıştı.
“Çok güzel oldun” dedi siyah saçlı kadın. Yüzüne tutulan aynada yalnızca bulanık bir su seçebildi Blanch’ın gözleri. Bitkin bedenini yatağa bıraktı.
“Yarın yeniden geleceğim” dedi kadın çıkmadan önce. Kulağına eğildi“banyo vakti.”
Sokağın karşısındaki küçük evde yaşıyordu. Onu sevmeli miydi Blanche? Çocuklarının ülkesinden (bunu söylemek zor geliyordu)bir andaç gibi görüyordu bazen.Kadın,Blanche’ın ikinci kocası yaşarken taşınmıştı sokağa. Gözleri görmeyen kız kardeşiyle birlikte Blanche’ın kapısını çalar, tekerlekli sandalyedeki kocasını güneşlenmesi için yakındaki parkta yaşlı meşe, ıhlamur ve huş ağaçlar ı arasında dolaştırırdı bazen. Bazen yaşlı adam kıyıdan sudaki kuğularla ördekleri izler, kadın ona evde hazırladığı peynirli sandviçlerden ikram ederdi. İki yıl önce adam öldüğünde, Blanche iki odalı evde yapayalnız kaldı. İşte o zaman komşu kadın bu kez Blanche’la ilgilenmek için çaldı kapısını.
Kapının altındaki minik fırça ertesi gün yeniden tıslayarak seramik zemini süpürdüğünde dalgalı siyah saçlı genç kadının yanında ikinci bir gölge seçti Blanche’ın gözleri.
“Blanche” dedi kadın bahar rüzgârı gibi bir sesle, “bugün ne kadar güzelsin.”Ekledi, “Buradaki giderlerini ödememiz gerekiyor canım. Banka hesabın için yetki vermene ihtiyacımız var.”
Yanındaki karaltıya,“Aklının yerinde olduğunu gösteren raporlar” dedi, bir dosya uzattı. Karaltı, Blanche’a döndü. Mahkemeye gitmeden önce sormak zorunda olduğunu söyledi. Anlaşılması için sözcüklerin üstüne basarak, ağır ağır konuşuyordu.
“Blanche!” İlaç kokusuyla birlikte odada uçuşuyormuş gibi geldi yaşlı kadına ses.Kadını gösterdi sesin sahibi karaltı.Arkasındaki buzlu cam kapıdan koridorun ışığı vuruyordu odaya.
“Vasi olarak kabul edeceğiniz Vicdan Hanım’a, mirasınızı da bırakmak istiyorsunuz, öyle değil mi?”