İşten kovulduğum bir akşam, Alsancak’ta denize karşı bir bankta oturuyordum. Elimde sidik gibi olmuş bir kahve ve acı bir sigara vardı. Denizin kızıl kırmızısı gözlerime doldu. İçimde susturamadığım dolu bulutlara esir oluyordum. Kızıl kırmızı, benim derdimin rengiydi, içine doldurduğum hislerimle adımlarımı basıyordum. Bundan birkaç ay önce akıl hastanesinden çıkmıştım. Aklımın güvercinleri kaçmış ve hayat boyu elim neye dokunsa yakmıştım. Tıpkı bu akşam üstü de olduğu gibi. Canımın yarısını sokağa diğer yarısını da denize attım. Elimde kurduğum hayallerden ve o kızıl kırmızıdan başka bir şey yoktu. Çocukluğumun elma şekeri tadı ve artık yaşımın getirdiği demler, acı bir tat bırakıyordu ağzımda. Sokak çalgıcıları “bana bir masal anlat baba” diyor, sessizce mırıldanıyordum onlara eşlik edercesine. Parmaklarımla oynarken düşüncelerim yağdı içime. Başımı ne tarafa çevirsem bir şeytan gibi kalbimin kırıklarını buldum. Esen yelde hep bir dert vardı. Üzerime gelen duvarlar bile şu kızıldan daha kırmızıydı. Hayattan öğrendiğim hecelerle kurdum adımlarımı, sendelediğim zamanlarda aklıma gelen sevgi ve merhametle ilerledim. 

Bunların terazisini ararken, yanıma kızıl saçlı, yirmilerinde, genç bir kadın oturdu. Deri çantasından bir dal çıkardı ve içine çeke çeke yaktı. O da dertli görünüyordu. Selam vermek istedim fakat selamımı almadan, nasılsın dedi. Nasıl olduğumu anlatacak bir kelime bulamayan ben, gülümsemeyle yetindim. O da bana gülümsedi. Kabanının cebinden birkaç tane nergis uzattı. Nergisler biraz kurumuş belki bir mektubun içinden çıkmıştır diye düşünürken, bir mektup çıkardı ve denize attı. Kadının gözleri dolmuştu. Neler olduğunu sormak istediğimde cevap alamadım. Gözyaşları nergisleri ıslatıyordu. Kızıl saçlarında şiirler kalmış olacak ki, mırıldandı; bir hayal can verirken, en kötüsü nedir biliyor musun? ona ve bir başkasına inanamayacak olmak, bir kere bin eden tekrar bir etmiyor, dedi. 

O kadınla beraber, kızıl kırmızıya karşı birer sigara yaktık. Hiç sönmeyecek gibi yandı iki sigara. Gözlerimize dolan kırmızı, kan şerbeti gibi içimize aktı. Zaman bazı şeyleri temizlemeye ve unutturmaya yetecek kadar uzun değildi. Benimle kalbi kırık nergislerini paylaşmış kadın, göründüğü kadar genç değildi ya da onu tanıyacak kadar ben büyümemiştim. Fakat, derdimizin çiçeği benzerdi, kırılan düşler. Bir hayatın kazanılması, yıkılması kadar kolay değildir. O yoluna, ben yoluma gittim. Derdimizin çiçeği avuçlarımda, en çok da içimde kaldı. Bir akşam içi dolu bir sigara içtik, kırk yıl kokusunu taşıdım.