Bir izdüşümü olmalı bu yaşadıklarımızın.
Belki de hepimiz farklı bir izdüşümüyüz
göremediğimiz ötelerin.
Sardunyaların kuruduğu bir akşamda yorgun düşmüştü, gecenin büyülü lircisi. Telaşlı akşamları, büyülü şarkılarıyla geceye teslim ederdi her gün. Ancak o gün şarkısını mırıldanacağı sırada bulutlar, yakınlardaki bir bölgeye atılan güçlü bir bombanın etkisiyle göğe doğru yükselen tozdan bir sisin içinde kaybolmuştu. Bulutlar arasındaki yolunu ayırt edemiyor; lirin sesiyle ortaya çıkan ve kıvrak hareketlerle dans eden periye bir türlü ulaşamıyordu. İnsanların bitmez tükenmez bu savaşına bir anlam veremiyor, onların doyumsuzluklarına müziğiyle merhem olmak istiyordu. Bu gezegenin hangi katmanında yaşadığı, gündüzleri nasıl geçirdiğiyse tam bir muammaydı.
Gecenin esrarengiz lir adamı, insanlara gözükmezdi. Günün katran rengi kasvetinin içinde, sorunlarında boğulmayı yeğleyen insanları, düşkün hallerinden çıkarmakla sorumlu hissediyordu kendini.
***
Işıkları teker teker yanan evlerin birinde bir kadın, parkta oynarken düşen ve sert bir boruya çarparak burnu kırılan kızına üzülüyordu. Nekâhat döneminde, eve gelen gidenlerin hareketliliğine gündüzleri ayak uyduruyordu bedeni ama akşamları yemekten sonra bir ağırlık çöküyordu omuzlarına. Kocası bu akşam da gecikecekti… Kızının uyurken çıkardığı hırıltılı nefesi ve göz altlarındaki morlukları kahrediyordu onu. Belki o gün başka bir plan yapsaydı, dışarı çıkmasalardı, bunların hiç biri gelmeyecekti başlarına. Loş ışıkta kızının üstünden aşağıya kaymış kareli battaniyeyi düzeltti. Mutfağı toparladı. Radyoda çalan içli şarkı mıydı göz pınarlarını dolduran?! Hıçkırıkları, bungun havanın hızla yayıldığı mutfakta yankılandı. İçine musallat olan huzursuzluğu zihninin gerilerine itmeye çalıştı. Balkona çıktı. Sokağı ağır bir yorgan gibi kaplayan sisle burun buruna geldi. Gri balkon korkuluğuna dayandığında, kollarına bulaşan yoğun tozdan, bunun sis değil de toz yağmuru olduğunu anladı. Nefes almakta güçlük çekiyor ve kesif toz kokusuna dayanamıyordu. Göz kapakları ağırlaştı, sıkıca tutundu korkuluklara. Hafiften öksürmeye başladı. O an yüzüne değen yağmur tanesiyle beraber derinlerden gelen bir müziğin tınısı doldu kulaklarına. Müzik bir anda etrafındaki görünmez duvarlardan içeri sızdı. Ses, karanlığın çağıltısına karışan, onu alt etmek isteyen bir okyanusun damlalarıydı sanki. Berrak, mavi ve huzurlu.
Lir sesi, yalancı ışıkları teker teker yanan evlerin bir diğerinde yalnız kalan bir adamın, sokakta cebinde beş kuruşu olmadan dolaşan bir mültecinin, çöplerden plastik toplayan bir sokak çocuğunun, girdiği sınavı verememiş bir yatılı okul öğrencisinin kuytu dünyalarındaki ağır havaya yayılıyordu. Havadaki boğuntuyu dalga dalga tazelemeye çalışıyordu. Tozlu bulutlarda nihayet kendine bir yer bulan gece lircisi, müziğin ruha iyi gelen zeminini kuruyordu nihayet. Bu sesle ağır ağır ortaya çıkan peri, dünyanın yerle yeksan umutlarını canlandırırcasına dans ediyordu. Çiçeklerin teker teker açması, kuş cıvıltıları, taze sabah serinliği, yıldız ipiltileri Lir Kuşu’nun kanatlarından dökülüyordu bedbaht insanların iç evrenine. Bir nebze de olsa, o anki hallerine dayanma gücü veriyordu.
O bulanık gecede, varlığın görünen yüzünde ayırt edilmeyecek bu durumu kimse bilmedi, kimse göremedi. Ama kulak verilse, her yaşananın duyulacak bir ezgisi vardı bu gezegende.