Dirgeni kafasının ortasına saplamak istedi adam… Tutturamadı. Yılanın boynu, üstten yere saplı iki çatal arasında sıkıştı kaldı, gıkı çıkmadı. Gövdesiyle dirgenin sapına dolandı, sağa sola kıvrılıp debelenip durdu çaresiz yılan. Ne kadar uğraştıysa da kurtaramadı boynunu. Ellerini hafifçe gevşetti adam, toprağa saplanmış çatalların esnemeyecek kadar sağlam olduğuna kanaat getirdi, dirgenin sapını serbest bıraktı. Karşısına geçip çömeldiği yerden yılanı seyretmeye başladı. Karşılıklı bakıştılar bir süre. Adam, çocukluğunda duyduğu söylenceleri hatırladı peş peşe. Karısı onları az uzaktan izliyordu. Kadın içini çekip “yazık ya” dedi… Bir müddet sonra kalktı adam, “Hükümdarın Şahmeran’a bizden selam olsun!” diyerek çekip çıkardı topraktan dirgeni… Akıp gitti yılan.
Tam da o sırada, yabancı ve güçlü bir ülkenin Pentaburg ve yakın komşu bir ülkenin Pentagonus saraylarında, ortaklaşa yürütülen çok gizli bir plan üzerinde hummalı bir çalışma vardı. Pentagonus kurmayları, “bari biz de Pentaberg sarayının karşısında bir üs yapıp oraya taşınalım” dediler. Böylece bu gizli çalışmalar daha hızlı ilerleyebildi. Birlikte ve bu tek merkezden, bütün dünya âlemini yönetebileceklerini umuyorlardı. Gizli laboratuvarlarında, antik Mısır ve Ortadoğulu ülkelerin söylence ve efsunlarından yararlanıyorlardı. Özellikle Kahire Müzesi’nden aşırdıkları eski bir elyazması kitaptaki bilgilerden yararlanarak laboratuvarlarında geliştirilen sıradan bir virüsün, inanılmaz imkânlar sunduğunu fark ettiler. Kitleleri kontrol etmede, yönlendirip yönetmekte kullanabilecekleri müthiş bir silahları vardı artık. Şimdi sıra, bu virüsün yaygın ve etkin bir şekilde kullanılmasına gelmişti.
Akıllı bir ajan, sadece genç kız ve kadınlarda etkin olan bu virüsü, kozmetik ürünlerden özellikle şampuanlara katma yöntemini keşfetti. Böylece hastalığın daha da etkin bir bulaştırma yolu ve yordamı bulunmuş oldu. Sağlıklı saçlar ahenkle dalgalanırken, aslında saçların nasıl da korkunç bir silaha dönüştürüldüğünden haberi yoktu masum kadın milletinin. Bundan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Bu delirtici virüs, kadınlarda herhangi bir hastalık belirtisi göstermiyor, sadece saçlarından çevreye iki ülke ajanlarından birkaçı dışında kimsenin bilmediği tehlikeli bir hastalık yayıyordu. Kısa zamanda o güzelim dolgun ve bakımlı saçların ne korkunç düşman olduğu anlaşılacaktı. Ama atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmişti. Ve bu gizli süreç, kayıtlara “MEDUSA HAREKÂTI” diye geçti.
Mitolojiye göre Medusa, sıradan cahil bir kızken, saçlarının güzelliğiyle övünürmüş. Buna pek sinirlenen Tanrıça Athena, Medusa’nın her bir saç telini yılana çevirmiş, gözlerine de baktığı herkesi taşlaştırma kabiliyeti vererek onu, korkulan ve tiksinilen bir canavara dönüştürmüş. Kin ve nefret dolu bu mitolojik hadiseden dolayı, virüsün yaydığı hastalığa da “MEDUSA SENDROMU” dendi. Bu virüs sadece erkeklerde dellenmeye sebep oluyordu. Hastalık, yakın mesafeden dokunma ve etkileşim yoluyla bulaşıyordu. Bu virüsü kapan kadınlarda gözle görülen, vücutta hissedilen herhangi bir belirti olmuyordu. Saç diplerinden saçlara sızan virüsler, kuluçka evresinden sonra hızla çoğalarak her saç telini, görünüşte hiçbir değişikliğe uğratmadan yılana dönüştürüyorlardı. Ancak dikkatle ya da büyüteçle bakıldığında, saç uçlarında, ağızları her an ısırmak için açık ve çok zehirli keskin dişleri olan yılanların o minicik başlarını görmek mümkündü. Taşıyıcısına gurur veren bu bakımlı ve dolgun saçlar ahenkle şöyle bir savrulunca, havada onlarca saç, uçan yılana dönüşüyor, kendilerine özgü yılankavi hareketlerle uçarak sadece erkeklere saldırıyor, yüzlerinden, boyunlarından, açıkta kalan yerleri neresiyse oradan ısırıyorlardı. Isırılan erkekler hastalanıyorlardı. Bir dert ki, düşman başına! Erkekler, adeta kuduruyor, kendilerini kaybedip saldırganlaşıyorlardı. Daha geçenlerde Rastum, lokantada çorbasını içerken, içindeki bir saç teli tarafından dilinden ısırılmış, kaşla göz arsında köpük, köpük, köpüren ağzıyla garson kadına saldırmıştı. Ya Minibüsçü Şuapkir? Genç bir kız müşterisinin saçlarıyla birçok yerinden ısırılınca, kızı kaçırıp ormana götürmüş, nahoş olay kısa zamanda gazetelerde manşet olmuştu. Isırılan erkekler, kuduz köpekler gibi, saçının bir telini dahi gördükleri kadına saldırıyor, apış aralarında taşıdıkları dimdik – bazıları eğikti – hançerlerini, acımadan kadın bedenine saplamak istiyorlardı. Kadın bulamadıklarında büsbütün kuduruyor, önlerine kim çıkarsa, kurda kuşa, hatta birbirlerine saplıyorlardı hançerlerini. Isırılan hemen her erkek, bu saldırganlığın saçlarla bir tür ilişkisi olduğundan kuşkulanıyor ama ısırılıp dellendirildiklerini tahmin bile etmiyorlardı. Pentaburg ve Pentagonus’daki ajanlar, sevinçten ellerini ovuşturdular. Plan kusursuz işliyordu. Bütün kadınların, Antik mısırdaki gibi saçlarını kazıtmayacaklarını elbette biliyorlardı. Şimdi, Medusa Projesi’nin ikinci bölümünü uygulamanın tam zamanıydı.
Ülkelerin ilim merkezlerinden Egyptian Centrum ve Ahvatikanum gibi beynelmilel merkezden din âlimlerine fetvalar verdirterek, kadınlara saçlarının bir teli bile görünmeyecek şekilde torbalamaları, sımsıkı kapatmaları telkin edildi. Yazılı ve görsel medya aracılığıyla erkek milletinin selameti, uluslarının bekası için kadınlara ve genç kızlara binbir vaatle ikna seansları düzenlediler. Maksatları, kadınların saçlarını topuz yapıp türbanla kapatarak, omuzlarında taşıyacakları muhteşem ve saygın bir baş örneği sunmak, böylece saçlarını kapatmaya razı etmekti. Kadının saçını – başını kontrol altına aldıklarında onları ve erkekleri ve dahi toplumları kontrol edebileceklerini biliyorlardı. Bu konuda yapmayacakları, sapmayacakları gayri ahlaki yol yoktu. Kutsal inançları ve kadınları, bu konuda istismar etmek için duraksamadan her fırsatı değerlendirdiler.
Diğer yandan, saçlarını kapatan evli kadınlar, ısırıkla kudurmuş erkeklerin muhtemel saldırılarına karşı hem korunmuş olacak hem de kocalarının gözünde daha masum ve mazbut görüneceklerdi. Genç kızlar serbestçe dolaşabilecekler, erkeklerin nezdinde itibarları artacaktı. Daha ne olsundu?
Pentaburg ve Pentagonus kurmayları, gizli planlar yapıp erkekleri kudurtan açıktaki saç yılanlarıyla, saçları gibi kolları ve dizleri ve boyunları açık masum kadınlara karşı ‘örtülü, günahsız’ kadınları kışkırtıyordu. Onları birbirine düşman ederek, kin ve nefret tohumlarını ekip duruyor, örtülülere arka çıkıp etkilemek, kendi safında kendisinin kulları olacak kıvama getirip yönetmek istiyordu. Âlimler, hocalar, hahamlar, papazlar, rahip ve rahibeler, şeyhler, hacılar bu ateşe odun taşıyor, örtünen kadınları yere göğe sığdırmıyorlardı. Görevliler bazen, örtünmek istemeyen, saçlarını özgürce savuran kadınları taciz eden kuduruk erkeklere arka çıktılar. Mağdur kadınlara “Sizi gidi haspalar… Kaşınıyorsunuz değil mi? Size müstahak” diye söylenip görevlerini bile yapmadılar. Daha geçenlerde Hemşire Melahat’ın başından böyle bir olay geçmedi mi? Böylece kadınların her biri, erkekleri delirten günahkâr saçlarını türbanla sımsıkı örtüp devleti yönetenler katında ve erkek milletinin gözünde Bakire Meryem’e dönüşüverdiler.
Bu değişim, kısa zamanda tüm dünya kadınlarında, takipçisi kalabalık bir modaya dönüştü. Moda olunca, her şey mubahtır. Bu hengâme içinde virüsler etkilerini mi yitirdiler? Yok… Isırılan adamlarda bir tür bağışıklık mı gelişti? Sanmıyoruz. Kayıtlarda böyle bir şey yok! Belki de merhametli bir adamın yüzü suyu hürmetine, Şahmeran bu laneti kaldırmıştır… Kim bilir?!
İşte o günlerden birinde, bizim adam ve karısı bahçelerinde, dalları kırmızı elma yüklü ağacın altında oturmuş, söyleşiyorlardı. Ülkelerinde ve dünyada olup biten bu netameli duruma pek üzülmüşlerdi. Bu lanet nereden gelmiş, nasıl olmuştu? Masallardaki gibi Şahmeran var mıydı acaba? Varsa eğer, ne düşünüyordu? Kadın saçına karşı bu düşmanlığın oluşmasına ve kadın başını böyle ambalajlamanın nedenini hâlâ bilemiyorlardı. Adam karısının sırma saçlarını okşadı. “Üzülme karıcığım, senin saçlarına dünya âlem kurban olsun” dedi. Tutup saçlarından öptü. Kadının saçları adamın yanağında, boynunda, ensesinde dolaştı. Saç uçlarının değdiği her yerde mini minnacık öpücükler mi, yoksa ısırıklar mı kondu tenine, bilmiyoruz. Sırtında, özellikle omurga bölgesindeki tüyler, ensesinden kuyruk sokumuna kadar ürperdi anında. Tam bu sırada ağaçta bir kıpırdanma oldu. Baktılar. Adam yılanı tanıdı. “O mu?” dedi kadın. “Evet” dedi adam. Yılan, sarıldığı daldan onlara kırmızı, kıpkırmızı bir elma uzatıyordu. Karıkoca önce şaşkın, şöyle bir durdular… Sonra, birbirlerine bakarak, her çeşit tasa ve kaygıdan uzak gülmeye başladılar. Güldüler… Güldüler… Güldüler!