- Ding ding – dong dong- ding ding –dong dong – ding…………………….
- Şenay, Şenaaaayyy, telefonun çalıyor, çantanın içinden geliyor sesi.
- Lavabodayım geliyorum.
- Dingi dingi dong – dingi dingi dong- dingi dingi ……………………………
- Hah, gelebildin nihayet!
- Dingi dingi dong – dingi dingi dong- ………………………………..
- Kızım açsana şunu, cevap vermeyecek misin?
- Dinge dinge dong – dinge dinge dong- dinge dinge……………………….
- Tamam Münevver anne duydum, Gülşen arıyor, ben arka odaya geçiyorum, izindeyim ya özlemiştir, lâflamak için arıyordur.
- Dinge dinge dong – dinge dinge dong- dinge dinge……………………….
(Alla allah! Bak hâlâ çaldırıyor, hem kim arıyor böyle alacaklı gibi? Hıh Gülşen’miş… Git, git sen, kırıta kırıta git arka odada konuş bakalım, ben öğrenmesini de oğluma söylemesini de bilirim…)
- Alo…
- Bana bak, ne açmıyosun o telefonunu, geçen aradığımda demedim mi sana arayacam, her aradığımda da şakkadanak açacan diye???
- Şişşşşttt dur bi dakika, şu müziğin sesini açayım, şimdi kapıyı da dinliyordur.
- Kim? Ne kapısı?
- Yusuf evdeyim, izindeyim, kayınvalidemle aynı evde oturuyoruz, evlendim ben biliyorsun, ne yaşandıysa yaşandı aramızda geçmişte ve bitti, başka param da yok söyledim sana.
- Ben de sana: “paran yoksa endamın yeter!” dedim di mi? O da işimi görür şimdilik… Yok yani, istersen bir de öbür seçenek var biliyosun…
- Hayır Allah kahretsin, tamam, görüşeceğim senle, buluşacağız, ama zır zır arayıp durma, bi de dibine kadar çaldırıyorsun telefonumu, düşüncesizlik yapıp tehlikeye atıyorsun beni.
- Yavvrruum benim, bu kısık sesli agresif hallerini yiyim senin, ama ne öyle zır zır arama, düşüncesiz lâfları falan, kırarım o ağzını burnunu bak, demedi deme!
- Bilirim, bilirim…bilmez miyim…
- Hah şöyle! Bana bak özledim kız seni, bi de düşüncesiz diyosun, şerefsizim aklımdan çıkmıyosun, bok gibi seni düşünüyorum.
- Yusuf, bak….
- Söyle yavrum, o Yusuf diyen dillerini yiyim.
- Yusuf bak, böyle uzun uzun çaldırma bi daha, hatta arama hiç, mesaj at tamam mı? Ben seni ararım, söz arayacağım. İş yerinde değilim, izinde evde olacağım demiştim sana, kayınvalidem var evde, duyacak diye kalbim çıkıyor yerinden.
- Emrin olur sultanım. Ne o ulan bi sesini bile duyamıycak mıyız canımız çektiğinde. Mesajmış pöh! Başlatma şimdi kaynanandan da, mesajından da!
- Ya ben ne diyorum, sen ne diyorsun. Uff ya ufff, sen beni niye aradın şimdi, çabuk söyle, kapatmam lâzım.
- Ulan keyif mi bıraktın adamda, içine ettin keyfimin, ama sen aldın sen koyacaksın tekrar yerine. Aç kulağını dinle; o eskiden buluştuğumuz arkadaşının evinde ol bugün öğleden sonra, anladın mı?
- Bugün mü? Gülşen’in evinde mi? Olmaz.
- Ne demek ulan olmaz!!!!!
- Dur celallenme hemen, olmaz dediysem Gülşen bilmiyor seninle tekrar görüşmeye başladığımızı.
- İyi ya, öğrensin o zaman, lâzım bize o bundan sonra da.
- Bundan sonra da mı? Yusuf bak, ben ha………
- Ne diyon kızım sen?
- Yok bi şey, tamam, önce Gülşen’i arayıp söylemem gerek. (Ondan evin anahtarını almak için ofise de uğramam gerekecek bu durumda… yok yok öyle olmaz, en iyisi Gülşen’le bu öğlen dışarıda buluşmak, hem durumları anlatırım hem de anahtarı alırım… verirse tabi…) Gülşen’le konuşayım ben sana mesaj atarım.
- Bak yine mesaj diyo, kız siktirme mesajını şimdi.
- Tamam tamam arayacağım ben seni, bekle.
- İyi o zaman bekliyorum, ama bak bi numara çekmeye kalkma ona göre, hadi bana eyvallah.
***
- Gülşen, canım benim, n’aber, nasılsın?
- Şenay, işin düşmese izindeyken aramazsın sen, ne oldu yine başımın tatlı belası?
- Yaaa, öyle deme, bi tek sen varsın halimden anlayan, can dostum benim, arkadaşım, yandım ben Gülşen, bittim…
- Şenay meraklandırmasana insanı, ne oldu diyorum?
- Yusuf bırakmıyor yakamı Gülşen.
- Ne demek bırakmıyor, nerden çıktı yine o? Hani sen istediği parayı vermiştin, aldığın kredinin üstüne arabanı sattın hatta, sırf o parayı denkleştirmek için. Resimleri aldım bundan sonra benimle işi olmaz bitti, demiştin, demedin mi? Doğru değil mi?
- Doğru, doğru da…
- Eee… ‘da’ sı ne?
- Gülşen, Yusuf son on gündür dolandı yine bana. Sana söyleyemedim…Tehdit ediyor beni, o fotoğrafları kocama göndermekle…
- Dur, dur, dur bi dakika, sen o fotoğrafları almak için ödemedin mi zaten onca parayı? Hani hem basılı kopyalarını almıştın hem de dijital kaydını bizzat silmiştin, onunla da yetinmeyip hafıza kartını da almıştın fotoğraf makinesinin.
- Yedeklemiş demek ki bi şekilde pislik!
- Hani anlamazdı o teknolojiden falan, bir mesaj çekmeyi bile beceremezdi? Hem Almanya’ya gitmemiş miydi o senin nikâhtan önce, hani o birlikte iş çevirdikleri Alamancı arkadaşının yanına? Ne zaman dönmüş? Bitirdi tabii senden aldığı paraları, eee ne olacak şimdi?
- Gülşen, Allah aşkına dur, soru bombardımanına tutma beni makineli tüfek gibi. Böyle telefonda olmaz, bu öğlen buluşalım mı seninle, o her zaman gittiğimiz aşağıdaki restoran-kafede?
- Tamam canım, öğlen on ikide orada olacağım, geç kalma ama.
- Öpüyorum seni, iki saat sonra görüşürüz.
***
- Hıh bitti mi Gülşen’le konuşmanız? Ne uzun lâflamaymış bu?
- Aşk olsun Münevver anne! Gülşen benim en yakın arkadaşım, üniversitede aynı bölümde okuduk, aynı evi paylaştık öğrenciliğimizde de, sonrasında da. Aynı işyerinde çalışıyoruz altı yıldır, nikâh şahidimdi, siz de tanıdınız üstelik, sanki bilmiyormuşsunuz gibi…
- Tamam tamam biliyoruz, biliyoruz da, bu kadar uzun konuşacak ne buluyorsunuz o cık cık telefon hep kulakta, onu bir anlasam? Hem o müziğin sesinden başım şişti, ne o öyle taa sizin odadan salona kadar duyuluyor.
- Tamam, tamam, kıstım işte. Ben bi duş alıp giyinip çıkacağım, ofise uğrayacağım, Gülşen’e bir dosya vermem lazım, sonra da vitrin bakacağım biraz, dolaşacağım.
- Çık çık sen, hiç evde durma… Daha dün Şeyma’yla buluşmadın mı?
- Biraz nefes almak için geçen seneden kalan üç – beş gün senelik iznimi aldım ben Münevver anne, onu da evde oturarak mı geçireyim? Şu işe bak ki Ahmet’in de iş seyahati tam da üstüne geldi iznimin, burda olsaydı birlikte program yapardık kocamla. Başka iş güç de yapacak durumda değilim malûm… Ben de arkadaşlarımla program yapıyorum, ne var bunda?
- Peki peki, ben yorma kendini dinlen biraz diye söylüyorum, iki canlısın sen, dikkât et kendine de, torunuma da.
- Merak etmeyin siz, hem öğlen Gülşen’le bulup yemek yiyeceğiz, balık çekti canım benim.
- Kızım söylesene, pişiririz evde.
- Yok yok, kokuyor evde pişince, ben dışarda yerim bugün.
- İyi madem, git bakalım, zaten bebek doğduktan sonra bu gezmeleri zor bulursun, şunun surasında yedi ayın var, keyfini sür.
- Öyle yapıyorum zaten. Ben banyoya giriyorum şimdi, sizin işiniz var mıydı orda?
- Yok, yok, gir sen, ama banyo kapısını kilitleme sakın, Allah korusun, şohben falan…
- Olur, kilitlemem.
***
-
- Alo, Yusuf?
- Ne o kız, su sesi geliyor şarıl şurul, duşa mı giriyorsun? Bak içim gıcıklandı şimdi…
- Dinle beni, Gülşen’le öğlen buluşacağız yemekte. Anlatacağım ona, anahtar meselesini halledebilirsem seni arayacağım tekrar, kapatıyorum şimdi.
- Hooopp, dur bakalım, nereye kapatıyorsun? Öyle hâlledebilirsem filan lastik lâflardan anlamam ben, hâlletmeme şansın yok, anladın di mi?!
- Evet, anladım, arayacağım seni, hoşçakal şimdilik. (Geberesice Allahın belası pislik!…)
***
-
- Gülşen merhaba, bekletmedim di mi?
- Yok, az önce geldim ben de, gel otur hemen şuraya anlatmaya başla gözünü seveyim.
- Önce balık salatayı söyleyelim, canım çekti.
- Tabi yaaa, bu kadar tantananın arasında bebişi unuttum, nasıl iyi misiniz?
- İyiyiz iyi, ondan yana sıkıntı yok ama asıl şu Yusuf belasını nasıl hâlledeceğim bilmiyorum. Kâbus yine başladı resmen! Telefonda dediğim gibi, şantaj yapıyor yine pislik. On gün önce falan beni aradı, bulmuş bu yeni numaramı da nerden bulduysa. Almanya’dan yeni dönmüş.
- Parayı yedi bitirdi tabi, eee ne istiyor? Yine para mı?
- Orası biraz karışık…
- Nasıl yani?
- Bak şimdi, fotoğraflardan söz edince, önce inanmadım, aldım ben onları, parasını da ödedim dedim, gör öyleyse dedi, ânında gönderdi telefonuma.
- Hani bu teknoloji özürlüydü?
- Değilmiş demekki. Baksana, o fotoğrafları yedeklemiş ya da yedekletmiş olmalı birisine. Ben görünce şoke oldum, çok sarsıldım, panikledim… Ne istiyorsun dedim, eğer yine para isteyeceksen param yok. Kredi de çekemem, daha borcunu ödüyorum. Kocamdan hiç alamam. “Hadi şanslısın, bu kez para istemiyorum” dedi.
- Eee? ne istiyormuş peki?
- Beni!
- Ne diyorsun sen?
- Aynen öyle dedi: “seni istiyorum, paran yoksa endamın yeter, şimdilik!…” dedi. “Arayacağım seni tekrar” dedi ve kapattı. Ondan sonra da taciz telefonları gelmeye başladı. Bir işin peşindeymiş, onu bağlayınca benimle buluşacakmış, öyle dedi.
- Delirmiş mi bu? Manyak bu adam kızım! Nerden takıldın sen buna zaten hiç anlamadımki. Âşık olunacak bula bula bunu buldun… Ah Şenay ah, dedim sana taa o zamanlar ama dinletemedim. Sonunda sen de anladın ne mal olduğunu ama iş işten geçti. N’olacak peki şimdi?
- Bugün aradı beni yine. Evdeyim, üstelik biliyorsun, kaynana dibimde… Sen aramışsın gibi odaya geçtim, müziğin sesini açtım, yine de kısık sesle konuştum, bugün öğleden sonra mutlaka benimle buluşmak istiyor.
- Nerde?
- Senin evinde.
- Şenay, saçmalama! Geçti bitti o günler, o zaman sen bekârdın, birlikte aynı evi paylaşıyorduk, evlendin, hamilesin üstelik. Ne o adamla görüşmene, ne de bizim eve gelmesine tahammülüm yok.
- Ben istiyor muyum sanki Gülşen? Yusuf’u sinirlendirmeyip oyalamaya çalıştım o ilk aradığı günden bugüne kadar, biliyorsun geçmişte sinirlenince yaptıklarını… Ama, bugün geleceksin diyor, ya gelirsin ya fotoğrafları kocana gönderirim başka şansın yok diyor, söyle o zaman ne yapayım?
- Göndersin resimleri, o habersiz çıplak fotoğraflarını çektiğinde evli değildin ki Ahmet’le. Seninle evlenirken ‘ilk’ olduğunu düşünmüyordu herhalde?
- Tabiiki daha önce ilişkim olduğunu biliyordu (az mı senaryo yazdım ben o ‘seviyeli ilişkim’ hakkında…) ama çıplak resimler! (Üstelik habersiz çekilmiş de değil, poz verdiğim resimler…) Onlardan söz ettiğimi düşünmüyorsun herhalde?
- Ah Şenay ah!…
- Zaten o anası hiç istemedi evlenmemizi biliyorsun, Ahmet’in beynini didikledi benden ayırmak için. Onun Ahmet’i doldurduğu zamanlar az mı uğraştım adamı kendime bağlayacağım diye. Kadın hâlâ da gıcık bana, torun geliyor olmasa… Fotoğraflar ortaya çıkarsa hem annesi hem de Ahmet, birlikte kapının önüne koyarlar beni, çocuğu da alırlar elimden doğar doğmaz. (Tabii doğurursam…) Zaten para pul kalmadı, Yusuf tüketti hepsini, kredi borcunun şu son üç taksidinin bitmesini bekliyorum, ondan sonra işten de ayrılacağım zaten. Ahmet istemiyor hiç çalışmamı biliyorsun. (Asıl benim canıma minnet, boşuna evlenmedik herhalde… koca parası yemek varken ne diye çalışayım üç kuruşa… kimya dördüncü sınıftan terkiz diye bir de lise mezunu muamelesi görüyoruz şirkette… üstelik seni de şef yaptılar başıma, sırf elinde diploman var diye!)
- Peki bu Yusuf, niye para istemiyormuş da seni istiyormuş? Hem “şimdilik dedi” diyorsun, bak Şenay, bu işte bir bit yeniği var, benden söylemesi!
- Gülşenciğim, ben de onu anlamak istiyorum zaten ama adamı huylandırmadan, güvenini kazanarak. O yüzden şimdi, yemekten sonra ben sana gideyim, anahtarı ver sen bana, Yusuf gelsin, ben onu gevşetip konuşturmasını bilirim… Bir şişe viskiye patlar alt tarafı. (İçine fare zehirinden hallice o zehiri de koyunca, hatta dozunu ve zamanlamasını ayarlayıverince… tak diye götürmeyecek kadar… evden çıkıp gittikten sonra akşamında gecesinde gösterir etkisini, artık nerde yığılır kalırsa kalp krizinden…) Bir şekilde o resimleri, yedeklerini falan, elinden alacak bir yol bulmam lâzım. İşime yarayacak bir bilgi mesela, aleyhine kullanabileceğim bir şeyler. Şantaja karşı şantaj denen bi şey var di mi? Artık o eski toy Şenay yok karşısında! (Yok tabii… bilgiyle, şantajla falan kaybedecek zamanım da yok, bir an önce sonsuza kadar etkisiz hâle getirmekten başka yolu yok bu işin… ama asıl niyetimi Gülşen’e sezdirmeden…)
- Ne kadar soğukkanlısın Şenay? Ya o it sana zarar… yok yok, senin onunla evde yalnız kalman hiç akıl işi değil! Hem bu işin bugünle kalmayacağını ben görüyorum, sen görmediğini söyleme sakın bana.
- Yine başa mı döndük Gülşen? Yardım etmeyecek misin bana? Bugün buluşacağız diye tutturdu diyorum sana, tanımıyor musun sen de onu?… Telefonda nasıl konuştuğunu duysaydın bir de… Öncelikle sakinleştirip bugünü atlatayım, ben de biliyorum bugünle kalmayacağını bu işin. (Bilmez miyim, boşuna mı o kadar plan kurdum, araştırdım o Yusuf pisliğini gebertmenin en uygun yolunu bulmak için, daha arayıp fotoğraf kâbusunu tekrar başlattığı o ilk günden beri üstelik…) Hem sana söz, bundan sonrası için senin evinin uygun olmayacağına da ikna edeceğim Yusuf’u. Annen gelip sende kalacak olur mesela bir süre, ha olmaz mı?
- Tamam peki Şenay… son kez olmak şartıyla tamam. Al anahtarı, işte burda, ama içim hiç rahat değil, bunu da bil.
- Yaşa be Gülşen! Arkadaşım benim. Beni yarı yolda bırakmayacağını biliyordum. Bak şimdi, ben onun seveceği hazır bi şeyler ve bir şişe viski alıp senin eve giderim birazdan. Ortamı hazırlarım, mumlar, sevdiği aperatif bi şeyler falan. Tabii servise yakın onunkilerin üzerine yeterli miktarda laksatif tozu serpilmiş olarak. Bağırsaklara iyi gelir bilirsin. :)) İçki, atıştırma faslı, yemek, o sırada sohbet – muhabbet derken kafayı bulur o. Belki işime yarayacak birkaç şey de öğrenirim. Sonra zaten tuvalete taşınmakla uğraşacak… Hatta ben de üç – beş git gel yaparım tuvalete, inandırıcı olması için. Hazır yemekler midemizi, bağırsaklarımızı bozmuş meğerse! Bir an önce gitmesi için al sana işte sebep! Bana da fazla sırnaşamaz böylece. Sen işten eve dönmeden önce taksiye bindirip göndermiş olurum çoktan. Hem benim de eve dönmem gerek fazla geç kalmadan, ortalığı toplar, çıkarım. Malûm kayınvalidem evde, bekletmek ayıp olur kadını di mi ama?
- Kızım senden korkulur valla, şeytana pabucunu ters giydirirsin sen!
- (Aynen öyle canım, kork zaten benden…) Ah Gülşen ah… akıl, zeka falan var bende tamam da, para etmiyor para! Şu fakülteyi bitirip elime diplomayı alsaydım senin gibi, belki para ederdi. Eh o zaman geriye ne kalıyor, elindeki kocayı elinde tutmak, di mi ama? Neyse, hadi canikom ben kalkayım artık, daha alışverişim var biliyorsun.
- Mutlaka ara beni, merakta bırakma bak, tamam mı?
- Tamam, çaaavvv.
***
- Oooo Yusuf bey, kilo almışsınız görmeyeli? Hadi gir içeri, gir gir çabuk, bir gören olacak şimdi.
- Önce bi hoş geldin yok mu yavrum? Sense aynen bıraktığım gibi, fıstık mı fıstık! Gel, gel Hayri, nasıl? Sana söylediğim gibi fıstık di mi?
- Aaaaa, dur bi dakika, o yanındaki de kim? Neler oluyor Yusuf?
- Yavrum, içerde tanışırsınız, kapı aralığında mı konuşacağız?
- Yaa, ne diyorsun sen!!! Kimi getirdin yanında???
- Şişşşşştt, bana bak terbiyeli ol!! İndir o sesini, elini, kaşını, gözünü aşağıya, ben indirmeyeyim yoksa… Geç geç Hayri, geç sen salona, koy içkini ordan, geliyoruz biz de yanına.
***
- Sen gelsene benle mutfağa, Yusuf sana söylüyorum, kim bu adam? Ne işi var burda?
- Birlikte içip konuşup söyleşip güzel vakit geçireceğiz yavrum. Eee sadece yemek içmek olmaz tabiii, hareket edip eritmek de lazım yediklerimizi di mi? Ben düşündüm de yatakta üç kişilik hareket daha sportif olur, hem spor hem eğlence, ikisi bir arada. Sonra ben çekilirim aradan, ikinize bırakırım pisti, tangoyu dikeyinden değil yatayından yaparsın artık… sen adamı uçurursun evelallah! Az mı pratik yaptık hem ayakta hem yatakta. Bak, gün geldi, işe yarasın bari.
- Ne diyorsun sen be?
- Kızım ne sandın sen? O fotoğrafların değeri o kadar ucuz mu? Dişimin kovuğuna yetmedi o para. Başka param yok dedin, biz de seni düşündük başka bir yol bulduk di mi? Ne dedim sana, paran yoksa endamın yeter şimdilik demedim mi? Böyle fıstık olduğun sürece bana da yeter endamın, başkalarına da…
- Allah senin belanı versin!!! Pezevenkliğe de mi başladın, bi de utanmadan beni, eski sevgilini pazarlıyorsun öyle mi?!
- Ne o ulan, pezevenk falan? Ağzını burnunu kırarım senin.
- Hadi gel kır bakayım, nasıl kıracak mışsın?
- Bırak o ekmek bıçağını elinden Şenay!!!
- Gel de al pislik pezevenk!!!
- Ulan kaltak, ben şimdi sana gösteririm.
- Ahhhhhh!
- Ne bu gürültü yaaaa, Yusuf nerdesiniz? Haa siktir, ulan kadın yerde yatıyor, böğründen kan fışkırıyor, üstü başı kan içinde, gözleri de sabitlenmiş bir noktaya… Ne yaptın oğlum sen? Elinde tuttuğun bıçak kanlı… Hey sana söylüyorum, kendine gel!!! Ulan Yusuuufffff, yürü çabuk gidiyoruz burdan. Hay ben böyle heyecanın içine sıçiim!
İçime fenalıklar geldi. Boğuldum. Ne güzel yazmışsınız!