Mermer zeminli geniş yuvarlak meydan, etrafındaki yüksek sütunların arasından koşarak gelen insan kalabalığıyla hınca hınç doldu bir anda. Yasa Koyucu’nun sinyaliyle toplanmışlardı. Vericilerden konuşan metalik ses, su göstergelerinde dalgalanma olduğunu açıklıyordu. Günlük su dozunu içmeyenler vardı. Her kimse, onların derhal ölçüm odasına gitmeleri emrediliyordu. Ses hiç kesilmiyor sürekli kulakları tırmalarken herkes şaşkınlık ve korku içinde birbirini yoklasa da dalgalanmanın sorumluluğunu üstlenen kimse çıkmıyordu.
Çok geçmeden Sözcü, etrafında bir bölük askerle meydanın gerisinden göründü. Beyaz Romalı elbisesinin etekleriyle saçlarını savura savura hızlı adımlarla kalabalığı yararak ilerliyordu. Askerlerinin yardımıyla meydanın tam ortasındaki mermer kaidenin üzerine çıkarak elini kolunu sallayıp alabildiğine yüksek bir sesle bağırmaya başladı: “İtiraf etmemek daha büyük suçtur!” Hâlbuki desibel seviyesini yükselterek kendisi daha büyük bir suç işliyordu o anda. Ancak, kimse bunun farkında bile değildi korkudan. “Eveeet!” diye gürledi. Hain gözlerini iyice kısarak süzdüğü kalabalıkta hiç ses yoktu. Etrafına bakınarak devam etti, “Demek herkes masum, ha? Pekâlâ, siz bilirsiniz. O zaman sonuçlarına da katlanırsınız!” dedi, tane tane, üzerine basa basa, yine yüksek sesiyle.
Korkunç görünümüne, tehditlerine rağmen bir ilerleme kaydedemedi. Kimseden ses çıkmıyordu! Belli ki herkes kendinden emindi. O anda kalabalığın en arkasından gür bir ses yükseldi, o da desibel haddini çoktan aşmıştı. “Kimse itiraf etmediğine göre demek ki herkes günlük su dozunu içmiş efendim!” diyordu. İnsanların ortasında mermer sütunun üzerinde ucube bir heykel misali dimdik ayakta duran Sözcü, “Kim o konuşan? Buraya gelsin de görelim!” diye emir verdi.
Kalabalıkta bir dalgalanma oldu. Arka ortalardan insanları yara yara bir şey ilerliyordu ama Sözcü bile yüksekte olmasına rağmen göremiyordu. Ayak parmakları üzerine yükseldi. Nafileydi! Yine de göremedi. Kısık gözlerini daha da bir kısıp merakla bakmaya devam etti. Yaklaştıkça seçmeye başladığı şey gözlerini yuvalarından uğrattı.
Gele gele küçük bir çocuk geliyordu. Hâlbuki duyduğu ses yetişkin sesi gibi gelmişti kulağına. “Yaklaş!” diye gürledi yine overdose’lu desibeliyle haddini aşarak. Çocuk, taa önüne kadar gelip, mermer sütunun dibinde, ayakucunda durdu. O kadar yaklaşmıştı ki ancak boynunu arkaya devirerek görebiliyordu heykel gibi dikilen Sözcüyü… Sözcünün de boynu gıdısına yapışmıştı neredeyse onu görecem diye…
“Konuş!” diye bağırarak sözcüğü çocuğun suratına fırlattı. Çocuksa, “Kimse ortaya çıkmadığına göre demek ki herkes uygun dozunu içmiş diyordum, efendim!” dedi pervasızca ve ekleyiverdi pat pat: “Bence asıl mesele eksik doz içilmesi değil fazla doz içilmesi…” Bacak kadar boyuna yakışmayacak kadar gür bir sesi vardı.
Kulaklarına inanamayan Sözcü hafifçe dizleri üzerine çökerek çocuğa doğru eğildi. Gövde gösterisi yapıyordu adeta: “Ne demek istiyorsun sen bücür, açıkla!” dedi anırarak.
“Mesela siz!” diye bir cümle çıktı çocuğun ağzından. “Ben mi? Ne beni? Benimle ne alakası var. Ne demek istiyorsun sen, öt çabuk, yoksa!” demesine kalmadan çocuk devam etti, “Bence siz overdose olmuşsunuz efendim!” Başı minik bedeninde geriye devrik dik dik bakıyordu Sözcünün suratına. Giysisi çubuklu pijama tarzı ve saçları büyük erkeklerin zorunlu modeli şeklinde tıraşlıydı. Büyümüş de küçülmüş bir hali vardı elleri ceplerinde.
Söylediklerinden bütün kalabalık dehşete düşmüştü. Ortalığı önce bir uğultu sonra bir ölüm sessizliği kapladı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Sözcü bir sağına bakındı, bir soluna… Kimse onunla göz göze gelmemek için bakışları yere çakılı öylece bekliyordu. Şaşkınlığı geçer geçmez hemen kendini toparladı, “Bana bak bücür, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?” diye uludu bu sefer. Yine desibel haddini kat kat aşmış olsa da farkında bile değildi. Yoksa umurunda mı değildi? Sinirinden kıpkırmızı kesilmişti. İri gövdesiyle bir eli belinde iyice öne doğru eğilip boş eliyle çocuğu askılarından yakaladığı gibi göz hizasına çıkarıverdi bir anda ve öfkeyle, “Öt bakalım şimdi!” dedi ağzından lavlar saçarak.
“Aman efendim sizi duymamak ne mümkün, desibel haddinizi kat be kat aşmışken…” deyiverince oğlan, Sözcü ne yapacağını şaşırdı, kalakaldı bir an. Çocuk ise sakin devam etti: “Demek ki fazla su içmişsiniz efendim. Bu da demektir ki su göstergeleri bu nedenle dalgalanıyor, stabil kalamıyor, yani az su içildiğinden değil, çok su içildiğinden efendim!”
Sözcü’nün şaşkınlığı iyice artmış, siniri tavan yapmıştı. Aldırmaz görünerek: “Hiç böyle saçma bir şey duymadım! Ya siz duydunuz mu?” diye ahaliye sorarken çocuğu sert bir şekilde yere bırakıverdi. Bücür yere basar basmaz dağılan askılarını, üstünü başını toparladı. Sonra da hiç istifini bozmadan arkadaşıyla konuşur gibi gür sesiyle devam etti: “Ama size hak veriyorum efendim. Çünkü siz bir Sözcüsünüz ve herkesin sizi dibine kadar duymasını istiyorsunuz. Onun için su haddinizi aşıyorsunuz ki desibeliniz yükselsin, sesiniz her bir kulağı delsin, pardon değsin. Bu suç olmamalı, değil mi efendim?”
Sözcü ve topluluğun nutku tutulmuş bütün gözler oğlanın üzerindeyken o, ellerini diz altı pantolonunun ceplerine sokmuş, söylev verir gibi bir aşağı bir yukarı mermer kaidenin önünde volta atarak konuşmasını sürdürüyordu: “Nereden bu kanıya varıyorum derseniz. Desibel yasağı olmasına rağmen aslında kimsenin sesi istese de üstüne çıkamıyordu. Demek ki su içirilme oranıyla desibel oranı arasında doğrudan bir korelasyon vardı. Herkesin içim dozu belli olduğuna göre sesi de belliydi zaten. İsteseler de desibel haddini aşamazlardı ama kimse bunun farkında değildi. Benimse fazla desibele ihtiyacım vardı. Çünkü o mıy mıy sesimle beni kimse takmıyordu. Anneme susadığımı söyledikçe ana yüreği tabii, dayanamadı… Kendi sularından damla damla biriktirip bana vermeye başladı. Sesim gittikçe öyle gürleşti ki! Yoksa, taa o kadar uzaktan beni nasıl duyacaktınız, değil mi efendim?” Sözcü’ye ve topluluğa alaycı gözlerle bakarken “Neticede tecrübeyle sabit efendim ne kadar su o kadar desibel!” diye de konuyu bağlayıverdi.
Meydandaki kalabalıktan “A-A-A-A-A!” diye şaşkınlık nidaları yükseliyordu. Çocuk meydanı da Sözcü’yü de ele geçirmişken devam etti yağdırmaya, “Tabii ki ben bu durumdan çok memnunum efendim. Anneme de herkese de sözüm öyle bir geçiyor ki sormayın gitsin, desibellerini geçen desibelimle!” der demez meydandan kahkahalar yükseldi.
Anlaşıldı ki göstergeleri oynatan yavuz hırsız Sözcü’nün ta kendisiydi ve çevresindeki askerlerin çemberi git gide daralıyordu rap rap postal sesleriyle… Heykel gitmiş yerine sönük bir balon kalmıştı.