Uçuş uçuş dönüyor yuvaya. Sevgilisinin kondurduğu öpücük yanağında; yüzünde
aşkın tebessümü, nergislerin kokusu… Bir sonraki Eskişehir dönüşü umuduyla…
Attığı adım soğuk bir çukura düştü. Fışkıran kızılla mavi gökyüzü mor şimdi!
Çığlıkları, feryatları nerede duyuyor kulakları? Toparlanmak için elleri yok.
Çiçekleriyle dağılmış parmakları. Parçaları hiç tanımadığı insanlara yapışmış. Bir
çocuk ağlıyor ölü annesinin yanında. Soğuk çukurda sıcacık sevgileri, üşüyor. Bir
güruh savruluyor etrafta.
Yüzünde aşkın tebessümü eve dönmekte hâlâ… Kaçırdı otobüsü. Yaz sonu; tatlı
bir serinlik, yirminci sonbaharı olacak. Babasının prensesi, annesinin patavatsızı
o. Simsiyah saçları, topuklarında. Kesilirse ömrü kısalırmış, saçlarının ağırlığınca
ağır, siyahlığınca bahtsız!
Kimin savaşı için paramparça hayalleri? Bir dikiş atölyesinde yere düşmüş iplik
parçası gibi değersiz gençliği. Biliyor rüya değil bu. Ankara Garı önünde, battal
boy siyah poşetlere toplanıyor bedeni. Bir değil yüz beş bedeni. Hâlâ eve dönmekte.
Mor güvercinler bir bir düşüyor meydana. Pis bir suret tüm aynalarda, ağzında leş
kokusu, yüreğinde kin.
Anneler, kimi alkışlıyor elleriniz?
Yanık et kokusu dağıldı. Beyaz sularla kubura süpürüldü nergisleri. O bu toprağın
talihsiz kızı, kaç mezarda gömülmekte.
Yüzünde aşkın tebessümü eve dönmekte hâlâ… Kaçırdı otobüsü.