Hava sıcak. Hava puslu. Önünden geçmekte olduğumuz petrol istasyonunun ışıklı
bandında sıcaklık yirmi beş derece, nem yüzde altmış altıyı gösteriyor. Küçük
otobüsümüzün dışındaki boğucu havaya karşın, içerideki hava berrak. İzmir Kitap
Fuarı’nın yüklediği yorgunluğa aldıran yok. Neşe ve umut eşliğinde, şarkılı türkülü
bir şamatayla, yeşillikler içinde kıvrım kıvrım dolambaçlı bir yolda göğe
tırmanıyoruz; Şirince’ye!
Vakit akşam. Güneş; tepelere, ağaçlara, binaların çatılarına, bacalara takılmış altın
sarısı saçlarını kurtarma derdinde. Ve henüz turistik zevke uygun onarılmamış eski
bir Rum evinin yüksek penceresindeki çatlak camdan, veda selamını sarkıtıyor bize;
karşıdaki yamaçtan. Esnaf da kepenkleri kapamanın telaşında; Şirince’ye geç
gelmişiz! Taş Kaplama sokaklarının kuytularına, şimdiden akşamın alacası
bulaşmış. Burnuma, yere serilmiş akasya çiçeklerinin kokusu doluyor. Bir de
baharat satan kadının sokak tezgâhından dağılan buram buram kekik kokusu…
Şirince, yeşillikler içinde özgün Rum evleri, dolambaçlı sokaklarıyla güzel bir yer.
Ve esnaflık zanaatında hızla ilerleyen hoş insanlarıyla, çoktan turizm tanrısının
koynuna girmiş bile! Nur topu mu, ateş topumu ne olacağı bilinmez, sancılı bir
doğumun eli kulağında. Şirince bunun pek farkında değilmiş gibi görünüyor. Cicim
aylarının rehaveti içinde, her yer dükkân, mağaza ve pazar yeri. Güler yüzlü ahalisi
kendini, Şirince’ye gelen herkese bir şeyler satmaya ayarlamış gibi. Şimdilik mutlu
görünüyor!
Bir lokantanın teraslı bahçesinde toplanıyoruz. Zeytin ve erik ağaçları var. Bir de
ötede beride kendiliğinden fışkırmış otlar! Topu topu on üç kişiyiz. Şimdiden,
akşamın karanlığını bacaklarının arasına almış vadiye, güneşin ardında bıraktığı
soluk aydınlığın altında, yeşilliğini seçebildiğimiz tepelere uzaktan ve tepeden
bakıyoruz. Şirince’de ilk ve son akşam yemeğimiz!
Masamız yöresel mezelerle donatılıyor: Deniz börülcesi lapası, kabak çiçeği
dolması, asma yaprağı sarması, karışık otlardan soğanlı ot kavurması, köy peyniri…
Elbette zeytin; üzerine nefis bir zeytinyağı gezdirilmiş, yeşil ve siyah zeytin.
Siyahına kekik serpilmiş! Her meyveden şarap üretme iddiasındaki Şirince’nin
meyve şarapları tadımlık; likör bardaklarında ikram ediliyor. Beğenen,
beğendiğinden satın alıp götürüyor sevdiklerine.
Rakı istiyor çoğumuz. Bardaklarımızda ak buluttan birer parça, keyifleniyoruz.
Bazıları öküzgözü şarap söylüyor. Vadiye çöken sisin kolları uzanıyor bahçeye;
kıvrım kıvrım hareketli. Dans eder gibi. Bereket Tanrıçası sessizce yükseliyor ak
sislerin arasından. Birkaç metre ötemizde, bizi süzüyor! Ak memelerini
sayamıyorum. Kırk desem yalan olmaz. O kadar yalvarıyor, yakarıyor,
uğraşıyoruz, kırk memesinden ancak yarımşar bardak süt sağabiliyoruz!
Torunlarına her şeyden bol bol veren Tanrıça, biz misafirlerine yarım bardak süt
verebiliyor. O da binbir nazla… Hepsi o kadar! Tanrısal gayretine rağmen,
duygularını saklamayı beceremiyor. Kısık göz kapaklarının arasından soğuk ve
kıskanç bakışlar salıyor üstümüze. Sonra da, asık bir suratla uçarak sislerin
arasında kayboluyor. Bizi kıskandı belki de. Yemekten sonra, geç saatlerde biz de
çekip gideceğiz Şirince’den. Menzilimizde, doğaya ve yeşilliğe düşman insanların
yönetiminde, insanı yutmaya hazır bekleyen canavar, dev bir kent var. Kentleri
insan soyuna düşman yapma konusu, bunların uzmanlık alanı… Şimdilik!
Cömert bir doğanın güzelliğine ve kaygısız görünen insanlarına karşı, Tanrıçanın
gerçekliğimize duyduğu hasede yakın buruk duygularla ayrılıyoruz Şirince’den.
Hava açık, yıldızlar parlak ve neşeyle göz kırpıyor bize. Mitolojik tanrıların
katından yeryüzüne dönüyoruz. Dönüş yolunda, otobüsümüzün içi, dışarısı kadar
sessiz.
Gecenin geç saatlerinde artık ovadayız. Sessiz ve birer hayalet gibi antik yıkıntıları
ardımızda bırakarak gidiyor, neşe içinde yol allıyoruz. Otobüsün önünde aniden bir
hayalet belirdi. Beyaz harmanisi içinde peri güzelliğinde bir kadın, uçuşan
harmanisinin kumaşı gibi altın saçları rüzgârda tatlı tatlı salınıyor. Elinde yakut,
zümrüt, elmas taşlarıyla bezeli, ışıltılı bir asa taşıyor. Tanrısal güzellikteki aydınlık
yüzündeki hoş bir tebessümle bize rehberlik edeceğini anlıyoruz. Meleğimiz önde,
arkasında biz otobüsümüzle onu takip ederek antik Efes kentine doğru yol alıyoruz.