Soğuk bir ilk bahar sabahı kuzey İngiltere’deki “Deniz Kuşu” tersanesi
A blokta çalışan dökümhane ustabaşısı, iş emrini imzalattığı mühendisin ofisin-den çıkarak aşağı inmek üzere demir merdivenlere yöneldi. Bildik fabrika gürül-tüsü artık onu rahatsız etmiyordu. 17 yıldır alışmıştı. Evde TV sesini iyi duymadığı için karısı tarafından kulak muayenesine götürülmüş ve “Sanayi Sağırlığı Başlangıcı” tanısı konmuştu. Hızla aşağı inip kalıpçıyı buldu, iş emrini gösterdi. “Tamam” dedi kalıpçı. Birlikte maden cevherlerini eriten büyük pota kazanlarının bulunduğu yüksek fırınların olduğu yere geldiler. Müthiş bir sıcaklık vardı. Fırıncının belden yukarısı çıplaktı. Terden parlayan bedeni antik çağ heykellerini andırıyordu. Ustabaşı döküm için gerekli olan cevher eritme sürecini sordu. Yaklaşık üç saat yanıtını aldılar, fırın tavındaydı. Kalıpçı, çalışma alanına dönerken ustabaşı da ofisine gitti. Kalıpçı kalıbı ısıtan şalteri açtı. 380 voltluk elektrik akımı harekete geçti. İki saati vardı ısınması için.

Eritme ustası dev pota kazanını elektrikli vince komuta ederek önce bakır cevherinin, sonra da çinko cevherinin bulunduğu boşaltım ünitesinin altına getirdi. Bilgisayardan üç ton bakır, bir ton çinko boşaltma talimatını verdi. Saflaştırılmış cevherler ince bir hışırtı çıkararak boşaldı. Sonra dev potayı demir, nikel ve manganez ünitelerine yanaştırarak her birinden iki yüz ellişer kilo aldı. Cevherleri karıştırma ünitesine götürdü, dev kaşıklar iş başındaydı. Tüm işlemler iki saat sürdü. Sonra karışımı devasa fırının içindeki büyük ocağa yerleştirdi. Isı geçirmez camlı kapağı kapattı. Üç saat dinlenebilirdi artık.

Öğleden sonra, sıvı hale gelen maden cevheri karışımı önceden ısıtılmış kalıba döküldü. Döküm sırasında ustabaşı da geldi. Hepsi termal gözlüklerini takmış, kalıbın dolmasını seyrettiler. Dolunca üstü örtüldü. Sorun çıkmadan işlem tamamlanmıştı. Soğutma başlayabilirdi. Kalıpçı elli volt düşürdü enerjiyi. Soğutma, altı saatte bir elli volt indirilerek iki gün sürecekti. Süre dolup kalıp açıldığında yonca yaprağı gibi dört kanatlı uskur ortaya çıktı. Hâlâ sıcaktı. Ilık madeni yağ dökülerek yeniden soğutuldu. Vinç yardımı ile tesviye tezgahına alındı, çapakları temizlendi. İyi bir iş çıkarmışlardı. Gururla baktılar pirinç uskura. Öğleden sonra özel kasasına yerleştirilen uskur, batmakta olan güneş ışıkları altın gibi parlatıyordu. Uskurun bulunduğu kasa konteynere kondu. Yola çıkma-ya hazırdı.

* * * * * * * * * *

Ani bir manevra sırasında sancak uskuru yeni yapılan iskelenin su altındaki beton kalıntılarına çarpan “Kız Kulesi” yolcu vapurunun hasreti bitiyordu. Kaza sonrası dalgıçların yaptığı kontrolde, uskurdaki çatlağın oldukça büyük olduğu, hatta ince bir damarın şafta kadar ilerlediği saptanmıştı. Değişmesi gerekiyordu. Böyle sefere çıkması sakıncalıydı. Geminin alındığı İngiltere’ye sipariş verildi. Kız Kulesi tersaneye çekilip kuru havuza alındı. Yeni uskurun gelmesi bir ay sürdü. Cami altı tersanesinde özel muhafazasından çıkarılan uskur sancak şaftına yirmi dört adet paslanmaz çelik cıvata ile monte edildi. Gemi suya indirilmeden önce sancak motoru çalıştırıldı. Balans ayarı yapıldı. Her şey yolundaydı, suya inebilirdi Kız Kulesi. Havuza su verildi. Gemi yüzdürüldü. Havuz ka-pakları açılınca gemi tornistanla Haliç sularıyla buluştu. Vakit gece yarısıydı. Birazdan köprüler açılacak, Kız Kulesi yolcu vapuru özgürlüğüne kavuşacaktı. Bir hafta boyunca deneme seferleri yapıldı. Sonuç mükemmeldi. Yolcularını Kadıköy – Sirkeci arasında taşıyabilecekti.

* * * * * * * * * * *

Babasıyla birlikte geminin kıç tarafında, sadece acil durumlarda kullanılan üstü branda ile örtülü dümen dolabının yanında, tüm dikkatini denize vermiş alttan gelen bembeyaz köpüklere bakıyordu. Kız Kulesi yolcu vapuru Sirkeci iskelesine yanaşıyordu. Halat gıcırtıları arasında yolcular yerlerinden kalkmaya başlamışlardı. Bir ara köpüklenme azaldı. Denizin rengi yeşile döndü. Kısa süre sonra vapur yeniden titredi, derinden gelen bir uğultu duyuldu. Kaptan tornistan yapmıştı. Vapurun kıç tarafındaki sular tekrar kabardı, deniz köpüklenip beyaza kesti. Çocuk babasına doğru sokularak , “Sanki çamaşır yıkanıyor gibi köpükler var”, dedi. Babası gülerek, “Belki denize gazoz döküyorlardır”, dedi. Çocuk olmaz öyle şey der gibilerden babasına baktı. Gerçekten bardağa aniden dökülen gazoza benziyordu. Yeniden gözlerini bembeyaz köpüren sulara dikti. Çok seviyordu bu manzarayı. Kabaran sulara gözleri daldı. Fakat bir tuhaflık vardı bu gün sularda. Beyazlık kayboluyordu sanki. Sular pembeleşiyordu. Şaşırdı, bunu ilk defa görüyordu. Babası elini kuvvetle sıktı, çocuk ne oluyor diye elini çekmek istedi. Elini kurtaramadı. Gözlerini yeniden geminin kıç tarafındaki sulara dikti. Sulardaki pembelik gittikçe koyulaşıyordu. Çocuk şaşkınlık içinde, merakla, “Ne oluyor” diye gittikçe kızaran sulara bakıyordu. O kadar dalmıştı ki çımacının “ DENİZE ADAM DÜŞTÜ ” çığlığını duymadı. Kız Kulesi yolcu vapurunun yeni uskur takıldıktan sonraki ilk seferiydi.