İpin ucu ne zaman mı kaçtı? Bir duble daha? Kaçacağı belliydi. Su ne kadar? Susuz mu? Su ilave edince ilaç tadı mı alıyorsun… Allah Allah ben de susuz içemem, su koyarken rengi dönüyor ya, işte en sevdiğim an o. Sis rengi. Ruha sis çökünce, çivi çiviyi söker misali, birkaç yudumda dağılır. Yok asla göbek atmadım, yuvarlanmadım, o kadar da değil, maksat yüreğimdeki mengene biraz gevşesin. Haydi kaldır bakalım, yarasın!
 

Teraziyi nasıl mı dengede tutuyorlar? Ben de merak ediyorum, hayatın getirdikleriyle götürdüklerinin gramajını her daim nasıl eşitlediklerini?  

Ohh nasıl ama, abıhayat bu, yaşam iksiri mübarek. Bıyık sana yakışıyor be! Dünya yüzünde bıyık yakışan tek kadınsın valla. 

Doğrusu ben de tutturamıyorum, kefelerden biri, tak diye dibe vuruyor sık sık. Becerikli esnaf eliyle şak diye dengeleyemiyorum, hay ben senin bitişik kaşlarına kurban, iç çekişinden belli, anladın sen beni, kara gözlerin derin derin. 

Bana kalırsa sizin terazi baştan şaşmıştı? Diego bir ayı, sen narin bir kelebek, o tıraşlı, sen neredeyse kaytan bıyıklı. Birbirinizin dengesini bozmakla meşguldünüz. Sen de az değildin, o bir aldatsa sen bin aldatıyordun, gani gani aldatmalar, aşklar peş peşe… Sizden bir Satre – Beauvoir çifti çıkmazdı. Onlar yaşamlarına kattıkları ilişkilerle birbirlerini zenginleştirirken, siz yıprattınız. Yani öylesine tekinsiz bir beraberliğiniz vardı ki… O kaosta bir de çocuk diye tutturmanı hâlâ anlayamıyorum. Kendine bir sığınak mı yaratacaktın hormonların desteğiyle? Ya, biliyor musun ben pek de sevmem sizin gibi ana babaları… Nasıl desem; anlıyorum masum bir varlıkta mutluluğu bulma çabanı, ama bu da bir tür bencillik; yaşamına anlam katmak, haz almak için başka canlının canını yakmak. Aradığını bulamadığın bu dünyaya, mutsuz olacağı baştan belli bir başka insanı getirmek yakışır mıydı sana, sizler gibi özel duyarlıklı insanlara? Doğruya doğru, sizin gibi ana babaları, çocuklarının katili olarak görürüm. Bak, doğmamış olması bence sevinilesi bir durum. Şükretmelisin. Onu tablolarında doğurdun, besledin büyüttün. İnan bana, sizinki gibi pusulası şaşmış beraberliklerden doğan çocuklar, ömür boyu mutsuzluğa mahkûm. İnişli çıkışlı hırçın anne, sorumsuz baba gerginlikten beslenen bir ilişki… Olmadığı iyi olmuş, bak samimi söylüyorum Allah korumuş. Haydi  şerefe!

Aaa kim geldi! Sen biraz yana kay istersen, sizi şöyle alalım, buyurun. Sakiiii, sakiciğim…. Saki yoktu sahi. Chartreuse mü? A yok bizde bulunmaz. Hare ya da Nazen var yerli likörlerimiz, onlar da piyasaya sürülmüyor şu aralar, yabancı da alamıyoruz, ÖTV çok fazla. 

Diego’yu çekiştiriyorduk tam, üstüne geldiniz. Siz de bence Rodin’i fazla büyüttünüz. Ama biliyor musunuz onu ben de büyütmüştüm hayalimde, “Düşünen Adam”ı yani. Memlekete yapıtları getirtilince, bi koşu gittim sergiye, bana bir gülme geldi, bir gülme geldi meğer yarım metrelik bir şeymiş. Biz onun devasa olanını Bakırköy Akıl Hastanesi’nin bahçesine dikmiştik. Kim akıl etti bilmem. Onun yerine devasa bir teflon tava konmalıydı bana kalırsa. Hiçbir acı, sıkıntı, keder, yanmaz yapışmaz teflon tava pardon, yürekleriniz teflon tava olsun gibisine. Bazı mübareklerin ruhunda bir iz kalmaz. Koçluk müessesini devreye soktular bunun için, iz bırakmıyormuş o vakit yaşananlar, kimileri de diyor, çakraları açıyorsun, püf uçuyor, yara bere kalmıyor al sana sıfır kilometre ruh. Amerikalıların icadı olsa gerek. Ucunda para olan her şey onların başının altından çıkar. Burada elini sallasan koça çarpıyordu bir aralar. Nasıl da pahalı, seminerler nasıl da tıklım tıkış! Dur bir de ben deneyeyim dedim, olayım koç, yok anam tos yemekten mecalim kalmadı. Çakra desen, ben açıyorum o tıkanıyor, ben açıyorum o tıkanıyor, aç kapa aç kapa borular oldu yalama.
 

Çok zekisiniz, kendimi ele verdim, ne arıyordum Bakırköy’de? Birkaç kez gitmişliğim var. O zaman gördüm “Düşünen Adamı.” Cehalet işte, Rodin’in “Düşünen Adam”ının bire bir kopyası sanırdım. Rodin onu niye yaptı bilmem, ama biz o heykeli Bakırköy’e niye koyduk biliyorum; düşün düşün boktur işin. Yani fazla düşünme yoksa son adresin burası olur evladım… Bu sebepten felsefeyi de pek sevmeyiz milletçe. Bak şimdi, meyhaneye girdim, şişeleri dizdim, içtim Allah içtim bu da bir felsefedir. Bak ya, bilinç akışı böyle bir şey işte. Konudan konuya atlatır. Özellikle rakı, tam bir bilinç akışı içkisidir. Her konuda bilgimiz, düşüncemiz birbiri peşi sıra akar akar… Sabır biraz, anlatıyorum işte niye gittiğimi; bahçesini çok sevdiğimden. Erenköy’ünki de güzel, bol ağaçlık. Kapatalım bu konuyu inşaatçılar duymasın!
 

Sizin kaldığınız akıl hastanesinin bahçesinin de çok güzel olduğunu sanıyorum, silik soluk fotograflardan ziyade, İstiklal Caddesi’ndeki Fransız Konsolosluğu’ndan tahmin ediyorum. Eskiden hastaneymiş. Aileniz de sizinle pek ilgilenemedi. Her aile ilişkisi Van Gogh’la Theo’nunki gibi olmuyor. Theo elinden geleni yaptı da ne oldu sanki? Sizin küçük heykellerinizi çok severim, hâlâ yapıyor musunuz?

Aa buyurun, tam bilinç akışı diyorduk, siz çıkageldiniz. Ne rahatsızlığı, rica ederim masamızı şereflendirdiniz. Siz brendi tercih edersiniz herhalde. Biz de tam sizin edebiyata kazandırdığınız bilinç akışı tekniğini rakı masasında uyguluyorduk, daha doğrusu ben, çenem düştü de. Bu, bizim milletçe yaptığımız bir alışkanlıktır. İçince bilinç akışının freni patlar, çenemizin de, dilimizin de, beynimizin de, özgüvenimizin de. 

Fotoğraflarınızdaki gibisiniz, ‘Hypatia duruşu’ diyorum sizin profil fotoğrafınıza ben. O devirde fotoşop yokmuş da gerçek yüzünüzü görebildik.

Haklısınız, aile geçmişi çok belirleyici kaderlerimiz üzerinde. Hiçbirimiz eşit toplumsal, ekonomik ve genetik koşullarda doğmuyoruz. Bizde bir laf var, “beş parmağın beşi bir olmaz.” Uymadı mı? Rakı aşkına affedin, yani işte böyle bilinç akışı başlıyor bu iksirden içince. Biz bundan yudumladığımız zaman kavunun tadından, topiğin iyisinin Tatavla’da yapıldığından girer, memleketi kurtarmaktan çıkarız. Yani, bizim rakı masasında uygulayageldiğimiz bir teknikti, siz edebiyata uyarladınız. Hiç estağfurullah demeyin ekol başlattınız. 

Sizde çocuk var mıydı? Düşünemediniz bile değil mi? O zaman ceplerinize taşları doldurmazdınız belki… Neden nehir? Hep düşünmüşümdür? Nehir bana Herakleitos’u çağrıştırıyor; “Bir nehre iki kez girilmez,” siz de ilk ve son kez girdiniz. Muhtemelen evinizde pek çok psikiyatrik ilaç vardı, onlardan bir kokteyl hazırlamak yerine neden ceplerinize taşları doldurdunuz? Belki de önce onları yuttunuz kararınızı uygulamak için…
Bu dünya bana göre değil diyorsan, kusuyorsa her defasında seni, baş edemiyorsan… Üstü kalsın dersin bir yerde.

Haydi son kez rolünü beceremeyenlerin, yarım bırakanların, yolda düşüp kalanların, fırlatıldığı dünyada kaybolanların, dengeyi tutturamayanların şerefine! 

Bir daha sefere covit yasakları kalkmış olursa, hepinizi Boğaz’da ağırlayacağım hanımlar söz.

Kendinize dikkat edin. Minik heykellerinden bir tanesini getir bana gelecek buluşmamızda Camille. Frida, sen de bi değişiklik yap allasen hep aynı hep aynı. Badem bıyık bırak. Şimdi dönem badem bıyık dönemi. Size de kendinize ait odanızda sonsuz bilinç akışları dilerim Virginia.