“Korkma anne, Mişa bir şey yapmaz.” diyor yumuşak bir sesle. Bir yandan da sağ dizimi minicik elleriyle okşuyor. Mişa, bizim apartmanın cins köpeklerinden biri. Kar gibi bembeyaz ve uzun tüyleri var. Sahibi Gül; Mişa’nın kuyruğunu pembe renge boyamış. Mişa’nın balkonda küçük koltuğu, minik salıncağı ve sürekli kemirdiği yeşil bez bir topu var. Köpek sahipleri aynı saatlerde sitenin bahçesine, ihtiyaçları için çıkarıyorlar köpeklerini. Emce, Köpük, Arya birarada olunca durmadan havlıyorlar, karşı taraftaki inşaatın gürültüsünü o tiz sesleriyle bastırıyorlar. 

Mişa, insanların ayaklarına ilişip, küçük burnunu ileri geri sürtüp koklamaya bayılıyor. Köpük de ona katılıyor, hatta koklamaktan daha fazlasını yaparım ben dercesine karşılaştığı kişinin bacaklarına ön ayaklarıyla tutunarak, arka patilerinin de ucuna basarak ayağa kalkmaya çalışıyor. Tam bir şov köpeği olmaya aday! İkisi de tin tin dolaşıyorlar bahçede. O sırada karşı vadinin derinliklerinde dolanan rüzgâr, bize doğru esmeye başlıyor. Kamelyada çay keyfi yapıyoruz, komşularla arada sırada sözleşerek bahçede çay keyfi yapmayı seviyoruz. Büyük çelik termosta çay, atıştırmalık olarak bir tabak, lokma un kurabiyeleri ve küçük kutuda çeşitli bitki çayları masamızda yerini almış durumda. Oğlum yanında getirdiği Pijamaskeliler’in çizgi karakterlerinden Romeo ile küçük arabasını elime tutuşturuyor, köpekler varken oyuncaklarının yüzüne bakmamasına şaşırmıyorum.

Vadiden bahçeye süzülen rüzgâr saçlarımızı sağa sola doğru savururken başımı öbür yöne çeviriyorum. Apartmanın girişinde, kulağında kulaklıkları, elinde telefonu, her gün ikindiden sonra yürüyüşe çıkan genç kız giriyor görüş alanıma. Mişa ve Köpük, hızlı adımlarla bahçe çıkışına yönelen kıza doğru havlayarak koşuyorlar. Kız, köpeklerden korkuyor, irkiliyor ve ellerini istem dışı göğsüne doğru çekiyor. “Ay lütfen alın bunları!, niye başıboş bırakıyorsunuz ki?” diye bağırıyor endişeyle. Mişa ve Köpük’ün sahipleri Gül ve Nazan yüzlerini ekşiterek, “korkmayın bu köpekler eğitimli, size zarar vermezler” diye mıy mıy konuşuyorlar. Masum yavrusunu, bir anda hücum eden zararlı bir arı sürüsünden korumak isteyen bir anne tavrıyla, kıymetli yavrularını çarçabuk kucaklarına alıyorlar. Kız ise, koşar adımlarla hemencecik uzaklaşıyor yanımızdan.

Komşulardan biri arkasından: “İnsanlardan korkun ya!” diyor öfkeyle ayağa fırlarken, diğeri: “Buradakileri tenzih ediyorum ama insanları tanıdıkça köpeğimi daha çok seviyorum.” diye lafa giriyor hemen. Konuyla ilgili nedense yorum yapmak istemiyorum, bugün sessizliğe daha yakınım. Oğlumun yanına gidiyorum, hadi eve çıkalım mı? diyorum. “Olmaz, bir çay daha içelim sonra gidersin.” diye arkamdan seslenen Nazan’a döndüğümde, fincanlarımızı dolduruyor cevabımı beklemeden. Her sohbette çok konuşanlar, mutlaka kendilerini dinleyecek ve genellikle tarafsız kalarak “hı hı, yani, aynen aynen” diyecek ya da benim gibi sessiz kalacak birilerinin olmasını mı isterler… 

Sitenin yola bakan girişinden mahallenin sokak köpekleri içeri doğru yöneliyorlar. Aralarında bir zamanlar evde beslenmiş sonra sokaklara terk edilmiş köpekler de var. Oğlumun odasının penceresinden sıkça gördüğümüz ve adını Cesur koyduğumuz köpek de onlardan biri. Arkadan ağır aksak geliyor, o kafileye dâhil olmak istiyor. Bazı geceler, oğlumun çok yorgun olduğu saatlerde, ona kitap okuma fırsatı bulamadığım dar vakitlerde, hakkında masallar uydurduğum tanıdık bir köpeğimiz gibi Cesur. Uzaktan seviyoruz birbirimizi. Bu kafilenin bizlere pek zararı olmuyor fakat onların, evde beslenen köpeklere geçmişten kalan kinleri olsa gerek… Onları görünce öfkeli bir şekilde havlıyorlar. Mişa ve Köpük de bu kafileyi görünce seslerinin desibelini arttırıyor. Köpük’ün sahibi Nazan, temkinli bir önseziyle köpeğini kucağına alıyor. Mişa durur mu? Anında fırsat bu fırsat diyerek, sokak köpeklerinin geldiği yöne doğru süratli bir koşu tutturuyor. Hepimiz telaşla o yöne doğru koşuyoruz. Güvenlikçi Nurcan, kulübesinden çıkana kadar Mişa yola fırlıyor. Hepimizin nefesi ağzımızda… Otoparka geçmek için sıra bekleyen arabadaki şoför frene basınca, bir ohhh çekiyoruz söz birliği etmişcesine. Gül, “Mişaaa çabuk buraya gel!” diye bağırıyor nefes nefese. Sokak köpekleri bize doğru kızgınlık dolu bakışlarla yaklaşıyorlar. Ama Mişa onların yaklaştığını görünce tırsıyor ve gerisin geri Gül’e doğru koşmaya başlıyor. Hayvan hakları savunucusu Gül, can havliyle Mişa’ya yaklaşarak eliyle pat pat sırtına vuruyor. “Sana demedim mi onlara yaklaşma, bir gün parçalayacaklar seni!” diye söyleniyor hırçın bir tonla, sonra toparlanıp tumturaklı bir edayla kucağına alıyor onu. Biz de derin bir soluk alıyoruz. Oğlum kucağımda şaşkınlıkla bakıyor olana bitene. Mişa, bu korku prizmasında yaşanan küçük bir aksiyondan sonra kavuşuyor sterilize dünyasına… 

Yüzlere, mimiklere, reflekslere, seslere sanki yapışıp kalmış duygu izleri an be an geçiyor zihnimden, kendi duygu izlerimi de görünür kılan bir film şeridi gibi… Bizi bir kaldıraç gibi havaya kaldırıp sonra gerçeklerin içine güm diye bırakan hayali duyarlılıklarımız… Sevginin dengesizliği, bencilliği, kuşkulu halleri… Önyargılarımıza, korkularımıza, endişelerimize sözü geçmeyen Arşimet’in kesin denge prensipleri… Büyüyen o sıkıntı çemberinin içinden bir an önce çıkmak için sessizce evlerimize doğru dağılıyoruz.