Dan-di-ni  dan-di-ni  das-ta-na

Dana-lar  gir-miş bos-ta-na

Kov  bos-tan-cı  da-na-yı

Ye-me-sin  la-ha-na-yı

Ee… Bebeğime… Ee… Ee… Ee

Mırıldandığı ninniyle kendisi uyuyacak neredeyse, bir türlü uyutamıyor yavruyu. Bebeğin kirpiksiz göz kapakları üst üste değer değmez görünmez bir el dürtükleyip uyandırıyor sanki. Büyüklerinin eski bezlerden yapıp kucağına verdiği oyuncak bebeklerle uzaktan yakından alâkası yok. Yangınlarla, sellerle, hastalıklarla boğuşan dünyaya gelmekten pişmanmış gibi ağlıyor sürekli.

Karnını doyuruyor anne, altını kuruluyor, ayağında sallıyor, kucağına alıp odanın o baştan bu başına gezdiriyor ama yine de yaranamıyor küçüğe. Kâh bebeğe kızıyor, kâh kendini suçluyor. Anneliğini sorguluyor yetersizliğine üzülerek. İçinde bulunduğu durumun bir evcilik oyunu olmadığını itiraf ediyor kendine çaresizce. Giydiği günden beri kurşundan dökme ağır bir kıyafet sanki anneliği, boyundan büyük, taşımakta zorlandığı. Gelinliğiyle ayna karşısına geçtiğinde ne çok beğenmişti kendisini oysa. Annesi, babaannesi, teyzeleri, yengeleri de hayran hayran bakmışlardı çocuk geline. Minik ellerine kına yaktığında, telini duvağını taktığında, beyazlara belenip baba ocağından çıktığında kimsecikler bahsetmemişti ilerideki zorluklardan. Eğlenceli günler öyle çabuk geçmişti ki… İki ay bile dolmadan, elinin kınası solmadan gebesin demişlerdi büyükler. Dokuzuncu ayın sonunda anneydi artık. Uykusuz gecelerin nöbeti başlamıştı beşik başında. Yapayalnızdı. Tek başına…

Kocası, başka odaya taşıyor yatağını. Rahatsız oluyormuş bebeğin ağlamasından. Uyuyamıyormuş sabahlara kadar açık kalan lamba ışığında. Ne demeli ki, o da çocuk. Omuzlarının taşıyamayacağı yükün altından kolaylıkla sıyrılıp çıkıyor ilk günden. Aynısını yapamıyor çocuk anne. Bütünlüğü bozuluyor, iki yana bölünüyor tek bedende. Solu anne, sağı çocuk. Bir tarafı, bebek uyuduğu zaman onun masum yüzünü, lacivert boncuk gözünü, küçücük alnında perçemlenen ince saçlı kumral kâkülünü, minik ellerini, pembe yuvarlak topuklarını okşuyor, doğurduğu mucizeyi seyretmeğe doyamıyor. Ama bu anlar o kadar kısa sürüyor ki. Bebeği susturup uyutamadığındaysa (ki çoğu zaman öyle oluyor) sıkıntıdan çıldırıyor çocuk tarafı, iradesinden bağımsız. Şu ortasından çatlarcasına ağlayıp duran inatçı yaratığı, arkasına dahi bakmadan terk edip kaçmak, sokaklarda bıraktığı çocukluğuna dönmek istiyor yeniden. Ne anne olabiliyor bu düşüncelerle, ne de çocuk. Küçücük bir bedende hem anne, hem çocuk olunamayacağını daha iyi anlıyor her geçen gün. Doğurduğu “zorluğa” tahammül edebilmesi için kendisinin yeterince büyümesi gerektiğini düşünüyor şimdiki aklıyla. Bu durumda bunun pek de mümkün görünmediğinin de farkında ayrıca.

Bebeğin kuş uykusuna daldığı kısa zaman dilimini fırsat bilip dizlerinin üstünden alıyor onu. Pembe tül cibinliği aralayıp beşiğe yatırıyor usulca. Odanın tavanından sarkan ampulün beyaz ışığı altında uyuyan bebeğini koklayıp öpmek istiyor son kez. Nefesini tutup beşiğin üstüne eğiliyor içgüdülerinin dürtüsüyle. Biri kirpiklerinin, öteki geceliğinin ıslak yakasından olmak üzere iki aceleci küçük damla, veda öpücüğünden önce buluşuyor bebeğin pembe yanaklarıyla. Yatağında kurcalanıyor bebek, uçarı bir gülücükle gamzeleniyor titrek çenesi. Bu masum gülücüğe kanmak istiyor anne, müsaade etmiyor çocuk tarafı. Bir gülücük sonuçta, elma şekeri değil ki… “Beni büyütmeden, onu büyütemezsin,” diyor karşısındaki gardırobun boy aynasına düşen yansıması. Göz göze bakışıyor aynadaki perişan görüntüsüyle. Kırk gün içinde kendisini tanıyamayacak denli değişmiş. Altları sarı, mor halkalı çukura düşmüş gözleriyle, çökmüş avurtlarıyla, solgun yüzüyle, kabuklanmış dudaklarıyla, dantelli geceliğinin yakasından taşan süt dolu iri memeleri ve sarkık göbeğiyle yetişkin bir kadına dönmüş. O dal gibi ince endamının, kendisini bu denli bırakışına isyan ediyor içinden. Aynanın yansıtamadığı ruhunun derinliklerinde bir yerlerde kıpırdanıyor çocuk tarafı. Parmak uçlarında kapıya doğru ilerliyor, gidişine karşı koyamadan. Topuklarına değen geceliğinin içinde beyaz bir kelebek gibi kapıyı aralayıp karanlığa süzülüyor bir anda.

Gece, tüm hayali yaratıkların mağaralarından çıktığı, etrafa ölümler saçtığı korkulan bir zaman dilimidir çocuklar için. Ama tüm korkularını unutacak kadar duygusuzlaşmış çocuk anne.

Arkasına sindiği kapıya yaslanıp bir niyet tutuyor gitmeden önce. Bekleyecek birazcık. Bu zaman zarfında bebek ağlarsa geri dönecek, yok eğer ağlamazsa çocukluğunun peşinden gidecek.

Bozuk bir saatin yelkovanı gibi düzensiz ve aralıksız tik taklarıyla çırpınıyor küçük yüreği. Saliseler saniyelere, saniyeler dakikalara ekleniyor, ses gelmiyor odadan. Tatlı uykusunun şekerine bulanmış dudaklarını emerek yumuşacık yatağında her şeyden habersiz uyuyor Bebek…