Köyün saf delikanlısı Memiş de yanıktı ona. “Dere boyuna gel, gonuşceklerim var senlen!” deyince yüreği hop etmişti garibanın. Bir çırpıda anlatıverdi Meryem her şeyi… Meğer o da Memiş’i severmiş… Kaçıp gideceklermiş buraladan… Plan neyim bilem yapmış. Yalnız Memiş iyi ezber etsinmiş:

-Tamam de mi, eyice belledin de mi?

-He ya! 

-Peki, tekrar et bakem!

-Önce bu bilezikleri bozcem sonra tabanca alcem susturmalı ama öte şeherden.

-Kurşunları unutmeyon de mi?

-Yoh, unutur muyum heç? Gaç tane alem?

-Ne bilem ben? Onu da sen düşün! Aşgımızı gurtercen ya! Sonra?

-Sonra düğün günün bekleycez.

-Sonra?

-Bahçede düğün dernek edilirken ben gelin odasına gircem.

-Afferin len sana! Merdivenleri aş, sağ yandaki oda; unutmeyon de mi? Haa, bi de çok dikkat etcen. Kimseler görmeecek seni; yanarız sonra!

-Tamam Meryemim tamam, merahlanma sen!

-Odaya girdin. Doğru dolaba saklencen, hatırleyon de mi? Çeyiz günü ben sana yer açcem. Yatak da garşısı zati. Gerdeh gecesi ben yatağa oturcem. O deyyuz da garşıma gelcek, beşibiyerde takcek ya, tam o sırada arkası sana dönük olcek. O an mahsustan hapşırcem. Hemen çık, işini bitir ensesinden!

-Ya olmassa, yakalaasa bizi?

-Yoh, yoh! Merah etme sen! Sakin ol, yeter! Hem ne diye gorkuyon, görmeecek ki seni, arkası dönüh ya! Hani gurtaracadın beni? Hani gidecedik buraladan. Hem bah çok zengin etcem seni! Gonuşmadık mı bunları?

-Öyle mi deyyon?

-Öyle deyom ya! Haa, Garakız’ı unutma sakın! O gün yemin-suyun iyi ver yarı yolda gomasın bizi. Arka bahçedeki gapı vaa ya, ordaki çama bağlarsın, gaçıveririz hemen.

-Ne zaman?

-Of ya! Delirtcen mi sen beni? Gaç kere anletcem daha? Ben hapşırınca çıkıp işi bitircen ya…

-Heee?

-Heh işte ondan sonra bekleycez tabi, el ayak çekilceh. Sonra usulca çıkar, gaçıveririz arka gapıdan. Aanadın de mi?

-He ya! Garakız uçurur bizi valla. Gözü gapalı bilir yolu. Vardıh mıydı anayola atarız gendimizi bi gamyona. Ver elini goca şeher İstanbul.

-Amin Yarabbi, amiiin! 

Dese, ellerini semaya açsa da Meryem, gözleri gölgelendi. Becerebilecek miydi Memiş, şu memiş haliylen bu işleri? Öyle ya da böyle varmak yoktu o rezil herife! Tabancayı kafasına dayayıp “Ya bana yar olcen ya da gara toprağa!” demişti zorba. “Tamam!” dese de “Hayvan!” diye bağırmıştı içinden hırsla. 

Köyün en güzeliydi Meryem. Ana-baba, oğlan kardeşi, iki de altın bileziği, tüm varlığı buydu işte şu koca dünyada. Yaşına başına bakmadan göz koymuştu soysuz Ağa körpecik kıza. Hem kadın hem de güzel olunca bedel ödenecekti illa! Bilendikçe bilendi Ağaya. Güzel olduğunca akıllıydı da… Gözü de pekti bi yandan! Gitse gidemez, kalsa kalamazdı artık bu diyarda… Koymuştu kafasına bir kere, böyle gelse de böyle gitmeyecekti bu düzen. Madem erkekler kadınları kullanıyordu o da erkekleri kullanacaktı. Piyango Memiş’e vurmuştu. O da Ağayı vurursa gittiklerinin resmiydi. Yok kaldılar, “Vururum gendimi de yar etmem o ite!” diye geçiriyordu içinden.

Nihayet düğün günü gelip çattı! Altmışlık Ağa evlerinin kapısına dayandı. Meryem çıktı doru atın tepesine, “Ya nasip!” dedi. Şekerler atıldı, davul-zurna çalındı, koşup geldi dört bir yandan köy halkı, ağa düğünüydü ne de olsa! Alay varınca çiftlik evine Meryem’i oturttular bahçenin başköşesine. Gelen baktı, giden baktı bu diyarın en güzel gelinine. Kimi bilezik taktı, kimi altın… Ağanın şanına yaraşır ayaklı kuyumcu dükkânıydı gelin adeta! 

Gün boyu susmadı davul-zurna, halaylar bitmedi. Patlayıncaya yenildi, tıksırıncaya içildi. Kafalar duman, kurşunlar yere göğe sıkılıp durdu şerefsiz Ağanın şerefine! Beşinci baş-gözüydü hayâsızın. 

Gece yarısı ahali dağıldı. Ağa bulut: “Hadi gız get hazırlen, gocan gelcek birazdan!” diyerek Meryem’i itekledi. İğrenç kahkahası yankılanıyordu. Kız iliklerine dek titredi. “Görcen sen gocayı, nalları dik de!” diyerek merdivenleri öfkeyle çıktı. Odaya zor attı kendini. Kapıyı kapadığı gibi dolaba baktı. Şükür, Memiş içerideydi. İşaretle her şey tamam mı diye sordu. Memiş revolveri gösterdi. Lakin yüzü kireç gibiydi. Meryem zar zor gülümsedi, kapıyı örttü aceleyle! 

Hemen takılan bilezikleri, altınları çıkarıp önceden hazırladığı bel kesesine sakladı. Başında kırmızı şifon örtü, dolabın tam karşısındaki yatağa yığılır vaziyette oturdu. Ağa tekmeleyerek açtı kapıyı. Naralar atıyordu. Keyfine diyecek yoktu. Yalpalayarak içeri daldı. Döndü tekmeyle kapattı. Dut gibi sarhoştu. Ayakta zor duruyordu. “Ne o gız!” dedi pis pis sırıtarak, “Beni mi bekleyon? Yoksa beşibiyerdeni mi?” Ağzından buram buram içki kokusu yayılıyordu.

Meryem heyecandan ter içinde kalmıştı, bir an için ürperdi, hapşırığı geldi. “Tam da sırası!” derken tutamadı, koyverdi. “Çok yaşa!” dedi Ağa dili dolanarak. O sırada dolabın kapağı açılmaya başladı. Meryem korkudan eridi bitti. “Eyvah!” dedi “İşaret sandı bu salak!”

Ağa, Meryem’in korkudan faltaşı gibi açılmış gözlerle baktığı yana dönünce gayri ihtiyari, Memişle karşı karşıya geldiler. Elinde tabanca, ona doğru ilerliyordu. Sarhoş haliyle burnunun ucunu göremeyen adam, tabancayı görünce ayılıverdi. “Lan şerefsiz, ne işin var burada?” diyerek üzerine yürüdü. Bir yandan da kuşağındaki tabancayı çıkarmaya çalışıyordu. Zavallı Memiş tutuldu kaldı. “Yok ağam!” diyordu, ağanın dinlediği yoktu tabii! Tabancasını çektiği gibi Memiş’in kafaya dayadı. “Konuş lan!” diye bağırdı. Memiş kekelemeye başladı. Tabanca tutan eli çoktan inmişti. Korkudan tir tir titrerken Ağa gürledi, “Şuna bakın hele! Allah’ın salağı! Bi de bana silah çekmiş!” diyerek elindeki tabancayı alıverdi. Memiş heyecandan rüzgâra kapılmış selvi gibi sallanıyordu. “Yoh, ağam yoh, yanlış aanadın!” demeye çalışsa da “Ne yanlışı lan?” diye kükredi Ağa, “Şimdi seni geberteyim de gör yanlışı!” diyerek tetiğe asıldı kiii yere yuvarlanıverdi.

Meryem yatağın altına sakladığı takı kesesini kaptığı gibi Ağanın kafasına indirivermişti. Memiş neredeyse bayılacaktı. Meryem zor tuttu, “Kendine gel!” diye sarstı. Memiş güçlükle doğruldu, “Öldü mü acep?” diye sorarken suratına okkalı bir tokat yedi. “Bana bah!” dedi Meryem, “Sakin ol! Bi şeycih olmaz o domuza! Bayılıp galdı. Zati sarhoş, sabahacek uyur artık!” Gidip kapıyı kilitledi. Aklına beşibiyerde geldi. “Tut şunu çevirelim!” diye işaret etti. Güçlükle döndürdüler koca bedeni. Kuşaktan çekip aldı. “Garakızı getirdin de mi?” diye sordu yavaşça. Memiş başını güçlükle salladı. Hala sabit gözlerle yerde yatan Ağaya bakıyordu. 

Bu sırada çıkan gürültülerden adamlar kapıya dayanmıştı bile. “Yoh bir şey! Ağanız zil zurna, bastığı yeri görmeyo. Düştü hafif. Yatakta dinleniyo şimdi!” derken Meryem, bir yandan da Memiş’e sus işareti yapıyordu ki şaşa kaldı! Memiş’in pantolonu ıpıslaktı. Adamlar, “Peki yenge!” deyip uzaklaştılar. Dolaptan Ağanın pantolonlarından birini çekip aldı, “Arkanı dön de gey şunu! Bir de başıma hasta olma!” derken “Çoluk çocukla yola çıkarsan böyle olur!” diye geçiyordu aklından. Hızla gelinliği çıkardı attı. Yolluklarını giydi. Takı kesesini kontrol ederek beşibiyerdeyi yerleştirdi. Saat birdi. “Daha iki saat var, sen yat uyu, dinlen!” deyip Memiş’i gelin yatağına uzatıverdi: “Ben uyandırırım seni!” O dalınca iki tabancayı da aldı, birini bohçaya, diğerini kuşağına sakladı. 

Üçe doğru oda kapısını açarak etrafı kolaçan etti. El-ayak çekilmişti! Memiş’i dürtünce oğlan korkuyla fırladı. Eliyle ağzını kapatarak, “Sus!” dedi, “Gidiyoruz hadi!” Memiş robot gibi ne dense onu yapıyordu. Kapıdan çıkarken son kez dönüp Ağaya baktı. Kafasının altından ince bir şey sızıyordu sanki! Sanki! Meryem’e bir şey demedi.

Usulca çıktılar evden. Arka kapıya vardıklarında kapı kilitliydi. “Nasıl akıl edemedim?” diye kızdı Meryem. Bir an duraksadı, sonra da “Na’palım?” dedi “Nasip kısmet böyleymiş!”. Memiş’i “Eğil!” diye yere itekleyerek sırtına bastığı gibi yükseldi. Bahça duvarından aştı gitti…