Sevdiğiniz uğruna hiç rezil oldunuz mu? Ben oldum! Anlatmasam daha iyi belki ama hadi anlatayım.
Bizimkisi çocukluk aşkı! İlk gördüğüm an vuruldum ona. Okullar açılalı henüz bir hafta olmuştu. Hiç unutmuyorum, sıcak, güneşli bir gün… Üçüncü ders zili çalınca, hepimiz sınıflara koştuk. Öğretmenimiz geldiğinde, yanında sarı saçlı, mavi gözlü peri gibi bir kız vardı; elinden tutuyordu. Birlikte sınıfın ortasına kadar yürüdüler. Yasemin Hanım, “Çocuklar, size yeni bir arkadaş getirdim; Ayşe… Hadi hep beraber merhaba diyelim.” dediğinde, bütün sınıf “Merhabaaa!” diye bağırdık.
İçimden dua edip duruyordum: “Lütfen benim yanıma otursun, lütfen!”… Öğretmenimiz şöyle bir bakındı ve tam isabet; duam tutmuştu. “Ozan, Ayşe’ye arkadaşlık eder misin?” deyince, neredeyse sevinçten havaya zıplayacaktım. “Tabii öğretmenim.” dedim ve sıramda Ayşe’ye yer açtım, hemen.
Sessizce gelip oturdu, baktı. Gülümsüyordu. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki duyacak sandım. Çabucak “Hoş geldin.” diyerek başımı önüme eğdim. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yoksa büyüklerin aşk dediği şey bu muydu? “Ama ben o kadar büyümedim ki!” diye düşünürken, “Efendim!” dedi yanımdaki güzeller güzelinin sesi. Ben de dönüp “Efendim!” dedim şaşkınlıkla. “Biraz önce bir şeyler söyledin de anlayamadım!” demez mi? “Oğlum salak mısın sen ya!” dedim. Sonra da hızla düzeltmeye çalıştım, “Yooo, kendi kendime konuşuyordum.” derken jeton düştü birden! Hiç böyle düzeltme olur muydu?! “Hep böyle konuşur musun?” diye dalgasını geçti tabii. Nasıl diyeyim ki seni görünce oldu. Yine bir “Yooo!” çekerek, önüme döndüm. Yüzündeki anlat anlat heyecanlı oluyor gülümsemesi hala hatırımdadır.
Çarpılmıştım bir kere. Hem de hiç geçmeyenine. Neyse ki aşkım karşılıksız çıkmadı. Kim dayanabilirdi ki zaten cazibeme?! Şaka bir yana, bütün okul hayatımız birlikte geçti. Sonunda mimar olup çıktık ikimiz de… Her konuda anlaşıyoruz sandınız, değil mi? Öyle sayılabilir belki ama bir konu var ki hiç mi hiç anlaşamıyoruz. Ne midir? Dans tabii ki!
Anlayacağınız Ayşe ne kadar seviyorsa, ben o kadar uzağım. Zavallının ömrü bana dansı sevdirmeye çalışmakla geçti. Hala anlamış değilim bu kadar ısrar nedendir?! Yapamıyorum işte! Düğün zamanı, Ayşe tutturmaz mı illa ki özel gelin-damat dansı yapacağız diye. Çift olarak kendinize özel bir müzik ve dans seçiyorsunuz, çalışıyorsunuz ve tüm ahalinin önünde sadece ikiniz sirk maymunu gibi dans ediyorsunuz. Ben de “Oğlum Ozan hadi yap bikıyak bu özel günde sevdiceğine. Kırma kızcağızı” diye düşünerek, “Tamam!” dedim, “İlk ve son!”
Düğün için özel organizasyon şirketi tutmaktan başlayan kepazelik, dans dersi ile son buldu. Haftada üç akşam gidiyoruz. Ayşe de coşmuş, illa ki tango yapacağız diye tutturuyor. Neymiş efendim aşkımızı en iyi ifade eden dans buymuşmuş. Büyük Babası da bu dansla evlendiydi ya! Mecbur, devam ettik. Azmeden sıçan duvarı deler hesabı ağzım yüzüm bir şeyler becerdik. Ayşe memnun, hoca memnun, ben en memnun!
Derken düğün günü gelip çattı. Heyecan dorukta. Nasıl bir şey bu ya, el-ayak tutmuyor. Sabah gözümü açar açmaz aklıma gelen ilk şey ise dans dersiydi! Sahne gözümün önünde canlanınca zangır, zangır titremeye başladım. Hele bir de davetli sayısını falan düşününce aldı mı beni bir telaş, ya figürleri unutursam diye. Daha düğün başlamadan yorgunluktan bitmiştim. Gelin başıydı, damat tıraşıydı, hele o fotoğraf çekimi yok mu?! Ayşe ise tam gaz, hiç yorulmuşa benzemiyordu.
Nihayet düğünün yapılacağı otelin, balayı odasındayız. Pencere önündeki sehpaya meyve sepeti ile viski koymuşlar. Hadi dedim bir iki yudum içeyim de gevşerim bari. Ayşe, “N’apıyorsun sen?” demez mi, şaşkınlıkla. “Yooo!” dedim, “Hemen bir iki yudum… Tadımlık. Biraz heyecanlıyım da, bastırır belki.” “Ama!” demesine fırsat kalmadı, içeri annesi girdi. “Çocuklar hazır mısınız? Nikâh memuru geldi.” deyince, çaktırmadan bir duble daha yuvarlayıverdim. “Hadi Ozan!” dedi, Ayşe. “Tamam” dedim, “Siz asansörü çağırın, geliyorum, bi lavaboya geçeyim.” Ayşe yan yan baktı ama bir şey demedi. Onlar çıkınca bir duble daha yuvarlayıverdim, fırladım, yetiştim. “Nasılsın?” dedi Ayşe, “İyi, gayet iyi!”…
Nikâh memurunun karşısında yerlerimizi aldık. Kendimi acayip rahatlamış hissediyorum. Ayşe yavaşça dürttü, “İyi misin gerçekten. Nedir o yüzündeki garip gülümseme?”. “Yooo!”, dedim, “Mutluluktan hayatım, mutluluktan.” Memur başlamıştı sormaya, bilirsiniz işte klasik, “Siz Ayşe hanım, hiçbir baskı altında kalmadan kabul ediyor musunuz?” falan filan, derken sıra bana geldi. Ohh bende kafa kıyak! Kadın “Kabul ediyor musunuz?” diye sorunca, Ayşe’ye dönüp “Kabul edim mi?” demez miyim?! Ayşe’de gözler fal taşı… “Yooo, şaka yapıyorum hayatım.” derken, acilen toparlanıp, hemen memura dönerek, “Kabul etmez miyim hanımefendi, ben bugünü ilkokul dörtten beri bekliyorum.” deyiverince, çok net göremesem de Ayşe hariç bütün salon gülmekten kırılıyordu.
Merasim sonrası, düğüne kadar tekrar odaya döndük de biraz soluk alma fırsatı doğdu. Yayılmış oturuyorum, Ayşe ise gelinlik bozulmasın diye ayakta duruyor, “Ozan, bak bir daha soruyorum. Gerçekten iyi misin sen?” diye gözlerimin içine bakıyor. “Yooo, iyiyim aşkım. Ne diye ikide bir sorup duruyorsun ki? Bir gariplik mi var bende?” deyince, “Evet, fakat ne olduğunu anlamıyorum bir türlü. Heyecanlı mısın yoksa?” diye sorduğunda, yine çocukluğumuzdaki gibi bir “Yooo!” daha çektim ama gelin görün ki kalbim o ilk günkü gibi küt küt atıyordu.
Ayşe, dansa hazır mısın diye yokladığında ise film iyice koptu; oda, etrafımda fır, fır dönmeye başlamıştı! ”Efendim!” demişim. “Dansımız” diyordum. “Ha, tabii, evet, evet!” desem de arka arkaya, Allah sizi inandırsın o an için hiçbir şey hatırladığımı sanmıyorum. Nihayet gonk çaldı, sirk başlıyordu.
Ayşe kolumda, merdivenlerden indik. Alkış, kıyamet… Flaşlar gözümde patlıyor. Sanırım o an fiyonk şeklinde gülümsüyorum. Eh bunca yıllık emek mutlu sona eriyordu nihayet!
Birden kendimi sahnenin ortasında bulunca, hatırladım ki dans zamanı. “Hah işte, zurnanın zırt dediği yer!” dedim. “Allah kahretmesin. Sanki hiçbir şey hatırlamıyorum.” diye içimden geçiriyordum ki, “Neyi?” demez mi Ayşe. “Ne, neyi”, dedim. “Eyvah, eyvah, yine kendi kendine konuşuyorsun.” dedi. “Yooo!” dedim, “Merak etme. Hazırım ben.” Ve müzik… Her şey planlı programlı, timing’li ya! Biz de hazır asker, uyacağız elbette! Sirk başlıyordu, gonk çalmıştı bir kere.
Neyse ki korktuğum gibi olmadı, gayet iyi gidiyordum. Ayşe mutlu, ben fiyonk! “Niye öyle bi acayip gülümsüyorsun sen?” dedi yine bir ara. “Görmüyor musun hayatım, hayatımın dansını yapıyorum. Zaten gördüğün göreceğin rahmet de bu!” dedim sırıtarak. Burun buruna dans ettiğimiz için, çakar gibi oldu, “Bana bak! “Yoksa sen?” dedi. “Ne, ben!” dedim, yine sırıtarak. “İçki kokuyorsun sen.” deyince, “Yooo! Sana öyle geliyor, sevgilim!” dedim. “Ben çok iyi bilirim senin o ‘Yooo’larını.” derken, “Kollarıma bırak kendini. Hadi bak herşey yolunda.” diyerek gülümsedim. Bir yandan baş dönmelerim de hafif, hafif artıyordu!
Müzik iyice coştu, can alıcı figüre geliyordu sıra, artık! Ayşe o kadar ısrar etmese, duyduğum aşk olmasa, kimse beni razı edemezdi ya, oldu işte bir kere. “Hadi bakalım, Ozan!” dedim, “Hazırla kendini.” Müziğin doruk noktasında Ayşe’yi elinden tutup, sağ kolumun altından geçirecek, birkaç kez döndürüp geriye doğru fırlatıp, kendime çekecek, sol kolumun üzerine yatırınca da alkışı kapacaktım. Hepsi bu kadarcıktı, işte! Evet, evet! Gelsindi Grand Finale…
Müziğe odaklandım. Ayşe kollarımda uçuyor adeta. “Hadi!” dedim, “Tamam” deyince kolumun altından geçirip, döndürmeye başladım ve sonra da geriye doğru fırlattım, ki aman Tanrım, o da ne? Meğer biz döne döne taa kenara kadar gelmişiz. Hiç farkında değilim. Ayşe’yi döndürüp geriye doğru fırlatmamla birlikte, ne göreyim, havuzun üstünde sırt üstü yatıyor, tıpkı bir nilüfer gibi. Önce hayal görüyorum sandım, “Canım!” dedim, “Mavi fonda ne yakışmış.” Sonra hızla gözlerimi açıp kapayınca, “Yooo”, Ayşe bildiğin sırt üstü yatmakta, havuzda! Bir tek sağ kolu havada ki çiçeği suya değmesin. İnsanoğlu ne ilginç dil mi?! Ayvayı yemiş durumda bile, simgesini korumaya çalışıyor.
Gözlerimi tekrar kapatıp açtığımda yaşadığım dehşeti asla unutamam. Sadece, “Yooo!” diyerek arkasından havuza atladığımı hatırlıyorum. “Geldim sevgilim, geldim.” diye bağırarak yanına gittim, hemen. Belinden tuttuğum gibi yavaşça havuzun merdivenlerine doğru yüzdürdüm. Allah’tan 1,5 metrelik havuzdu da ayağım yere basıyordu. Basamaklara gelince yavaşça çevirdim ve arkasından kaldırarak, ilk merdivene bastırdım. Sonra da yanına geçerek, elinden tuttuğum gibi çıkmaya başladık, tek, tek…
Olimpiyatlarda su balesini bitirip, havuzdan çıkmış şampiyonlar gibi çılgınca alkışlanıyorduk. Suyu yiyince enikonu açılmıştım. Dönüp Ayşe’yi belinden kavradığım gibi sol kolumun üzerine bir güzel yatırdım. Grand Finale yapyaş, tastamamdı. Yaşla dolu, şaşkın bir çift göz ise bana bakıyordu. “Çok özür dilerim sevgilim, çok!” diyerek sıkı sıkı sarıldım. Akan gözyaşlarımız, üzerimizden akan sulara karışıp gidiyordu. Birdenbire katılırcasına gülmeye başladık. Davetliler de bize uyunca, havuz başı kahkaha ve alkıştan yıkılıyordu.
Grand Finale gerçekten muhteşem olmuştu. İstesek de bu kadar ilgincini hazırlayamazdık doğrusu. Neyse ki otel yönetimi imdadımıza yetişti de, bir saat gecikmeli olsa da, düğün devam edip, bitti.
Bir yaz gecesi biz erdik muradımıza, siz de çıkın kerevetine.