Çiftlikte aynı gün sabah saatlerinde üç doğum birden oldu. Ağanın ve seyisin oğlu, kâhyanın kızı dünyaya geldi. Ağa coştu taştı, on koç birden kestirdi. Yasin okuttu. Dört kızın üstüne bunca sene sonra erkek çocuk ne demekti! Akşamına büyük bir ziyafet hazırlattı. Komşu ağaları davet etti. Çalgıcılar, çengiler… Seyisle kâhyanın ilk çocuklarıydı. Davetten erken ayrıldılar. Loğusalara bakacak kimseleri yoktu. Şükür namazı kılıp dua ettiler.
Ağa, oğluna Osman adını koydu. Seyis, Ali Haydar. Kâhya ise kızına anasının adını verdi, Zeynep. Köy camisinde yapılan mevlitten sonra imam, çocukların adlarını kulaklarına okudu. Ağa, seyisle kâhyanın çocuklarına birer altın taktı. Zaman su gibi akıp gitti. Birlikte büyüdüler. Ağa çocuğunun bir dediğini iki etmedi. Osman şımarık, huysuz bir çocuk oldu. Çocukların ortak merakı ağanın tavlasındaki cins atlardı. Seyisin yardımıyla iyi birer binici oldular. Hendek atlayıp dağ bayır akşama dek at sırtından inmediler. İlk Hıdırellez yarışında seyisin oğlu birinci geldi. Topluca yenen yemekte Osman’ın suratı asıktı. Zeynep, “Ne oldu Osman,” diye sorunca, “Son düzlükte atım birden topalladı,” dedi, “yoksa önde bitirirdim.” Zeynep inanmamış gibi dudak bükünce, Osman: “Yani ben yalan mı söylüyorum,” dercesine öyle bir bakış baktı ki kız hiç sesini çıkaramadı, sofradan kalkıp tavlaya gitti. Ali Haydar kendisinden önce gelmişti. Osman’ın bindiği boz aygıra baktılar. Hiçbir kusur bulamadılar. Toynakları sağlam, nalı, mıhı yerli yerindeydi. Oğlan atın alnını öptü, kız yelesini okşadı. Elleri birbirine değince ikisi de bir tuhaf oldu; bakıştılar, konuşmadan ayrıldılar.
Ağanın oğlu tam bir hayta oldu. Kasabada sarhoş olup kavga çıkarıyor, genelev kadınlarını dövüyor, karakolda jandarmalarla dalaşıyordu. Ağa da ne yapsın, ricalarla, hediyelerle, bahşişlerle olayların üstünü örtüyordu. Askerlik zamanı gelince Ağa oğluna çok sinirli, kavgacı diye rapor alıp çürüğe çıkarttırdı. Ali Haydar askerde süvari birliğine ayrıldı. Babasına cumhuriyet bayramındaki geçit töreninde çekilmiş fotoğrafını gönderdi. O fotoğraf hâlâ oturma odasının duvarında asılı durur.
Ağa, Osman’ın haytalığına nasihatle, muskayla, okunmuş suyla çare bulamayınca, dur ben şunu evereyim de belki uslanır diyerek münasip bir kız aramaya başladı. Babasının bu fikrini duyan Osman bir akşam, “Ben kâhyanın kızı Zeynep’i istiyorum,” dedi, “onu alacağım.” Ağa küplere bindi. Karşı çıktı. “Hiç ağanın oğluna çiftlik yanaşmasının kızı münasip olur mu,” diye celallendi. Sonra sakinleşip sözünü, “Ağa oğluna ağa kızı yakışır Osman’ım,” dediyse de oğlan dediğim dedik, “Kızda gözüm var,” diye karşılık verdi. Babası oturduğu yerden bastonu kapıp yekinince hışımla kapıyı vurdu çıktı. Üç gün eve gelmedi. Ağa, çarnaçar kâhya ile görüştü. “Ne dersin,” dedi. Kâhya Ağaya, “Bizim için büyük şeref olur. Lâkin biz Zeynep’i Ali Haydar’la beşik kertmesi yaptık. Kavilleştik, sözümüzden dönemeyiz,” dedi, “kusura kalmayın,” diye de ekledi. Ağanın elleri yanına düştü. O akşam sarhoş oldu. Sabah erkenden kalktı, yüzü gülüyordu. Bir planı vardı.
Oğluna laf geçiremeyince bir ihtimal kalıyordu: Kızı kaçırmak! Hevesini alınca bırakırdı. Kâhyaya öte köyde bir tarla, biraz bahşiş, birkaç da at verirse hadise aralarında örtbas edilir giderdi. Bu fikri beğendi, “İşte ağa olmak böyle bir şey,” dedi, ”kritik durumlarda meseleyi halletmek.” Sabah çorbasını iştahla içip atına atladığı gibi çayırlara vurdu. Planı oğluna anlattı. Her ihtimale karşı Ali Haydar’ı akşam gün batarken kasabaya yolladı. Bir arazi satışı için avukatına evrak götürecekti.
Zeynep her gece tavlaya gidip Ali Haydar’la atlara bakar, el ele tutuşup konuşmadan bakışırlardı. Bunu bilen Osman üç arkadaşıyla gizlice tavlaya gitti. Zeynep geldiğinde sinsice yaklaşıp başına bir çuval geçirdiler, sıkıca bağlayıp boz aygırın sırtına attılar. İki sigara içimi uzaktaki bağ evine getirdiler. Kız ağladı, yalvardı, “Ben,” dedi, “seyisin oğluyla beşik kertmesiyim. Biz yavukluyuz. Beni bırak. Vebali büyüktür. Bana kıyma, perişan etme beni!” Dinletemedi. Hatta kız yalvardıkça Osman iyice kudurdu. Azdı. Zeynep’in fistanını parçaladı. Kız teslim olmamak için çok mücadele etti. Direnince bir yumruk attı, Zeynep sersemleyip yere düştü. Kendinden geçti. Osman kıza sahip oldu. Kan ter içinde kalmıştı. Kalbi gümbürdüyor elleri titriyordu. Dışarı çıktı. Arkadaşları, “Tamam mı,” dediler. Osman’ın konuşmaya mecali kalmamıştı. Kafasını salladı. Sırtına vurup, “Koçumsun,” diyerek sarıldılar, “erkek dediğin böyle olur.” Bir cigara yakıp verdiler Osman’a. Bir nefes çekti, elleri hâlâ titriyordu. Cigarayı yere düşürdü. Heybeden boğma rakı çıkarıp içtiler. Salkım salkım üzüm yediler.
Ali Haydar avukatı yazıhanede bulamadı. Evrakı teslim edip dönecek, Zeynep’le tavlada buluşacaklardı her akşam olduğu gibi. Kâtibi buldu, evrakları verdi. Ağanın tembihatını söyledi. Atına atladığı gibi yola düştü. Hava iyice kararmıştı. İçinde bir sıkıntı vardı; göğsü daralıyor, bir an önce çiftliğe varmak istiyordu. Zeynep’i görmeliydi. Eve geldiğinde babasıyla kâhyanın birlikte oturduklarını gördü. Yüzleri asık ve endişeliydi. “Zeynep’i bulamıyoruz, çiftlikte yok!” deyince babası, Ali Haydar duraladı, bir an düşünüp hızla içeri daldı. Çıktığında babasının mavzerini çaprazlama boynuna asmıştı. Hiçbir şey söylemeden ağzı köpüklü terli atına atladığı gibi akşamın karanlığında kayboldu.
Osman ve arkadaşları sarhoş olmuşlardı. Evden hiç ses gelmiyordu. Osman içeri geçip baktı, Zeynep yoktu. İyice bakındı yine göremedi. Çakmağını çıkarıp yaktı, evet, içeride kimse yoktu. Fırladı çıktı. “Kız kaçmış,” dedi, “görmediniz mi?” Arkadaşları hayır diye başlarını salladıkları sırada bir uğultu duyuldu. Kulak kesilince sesin dörtnala koşan bir attan geldiğini anladılar. Durup iyice dinlediler. Ses yaklaşıyordu. Tedbirli gelmişlerdi. Çiftelerini alıp sipere yattılar.
Ali Haydar, Osman’la üç arkadaşını hakladı. Zeynep’i çatı katında buldu. Bir urganın ucunda sallanıyordu. Bacaklarındaki kan yol yol olmuştu. Yüzüne bakamadı. Sarılamadı. Gözleri karardı. Dünya başına yıkıldı. Çenesi kilitlenmişti. Ağlayamadı, bağıramadı, ne yapacağını bilemedi. Evden çıkarken kapının ardındaki urganı gördü. Zeynep sanki “Mahpus damında bir başına yatacağına gel toprak altında beraber yatalım,” diyordu.
Anadolu’da adettir, bilhassa kavuşamayan sevdalılar için türkü yakılır. Şair İlhan Berk de demez mi?
NE ÇOK ACI ÇEKMİŞ MEMLEKETİM, TÜRKÜLER ŞAHİT…
Duru beyaz tenli güzel sevdiğim / Ak gerdanı nokta benli Zeynep’im
Dokunmaya kıyamadım ben sana / Sözlerine doyamadım Zeynep’im
Suçumuz neydi söyleyin gayrı / Kara talih yaktı bizi sevdiğim
Kuramadan yuvamızı yıktılar / Ardımızdan kanlı yaşlar aktı sevdiğim