Değerli Okurlarımız, sizleri türkülere gönül vermiş, hem çalmış hem söylemiş, zamanının “en genç koro şefi” unvanını bileğinin ve bilgeliğinin hakkıyla kazanmış Türk Halk Müziği Sanatçısı Sayın Zafer Gündoğdu ile tanıştırmak istiyoruz:

. Sn. Gündoğdu, söyleşi isteğimizi kabul ederek değerli zamanınızı ayırdığınız için size ve şahsınızda size ulaşmamızda yardımcı olan Sarıyer Belediyesi’ne teşekkürlerimizi sunuyoruz. Erzincan’ın etrafı yüksek dağlarla çevrili ovasında doğup büyürken o dağların üzerinden geçen uçakların dağlara çarpıp pilotlarının ölebileceği ihtimaline karşı üzülen siz, o hassas çocuk, ne zaman, nasıl düştü türkü aşkına? Nereden geliyor bu hiç bitmeyen türkü sevdanız? Ve yarattığınız sevdalar? Sarıyer Belediyesi Türk Halk Müziği koristleriniz diyor ki pandemi yüzünden ayrı düştük. Hocamızı ve CRR’deki konserlerini özledik, son you tube kaydı özlemimize merhem olsa da sazının eşliğinde söylediğimiz türkülerin hazzı bir başka…

Ne güzel betimlemişsiniz. Çok duygulandım.  İnsan doğduğu toprakların, doğduğu ailenin, doğduğu coğrafyanın etrafında olup biten her şeyin yansımasıdır. “İnsanın anayurdu çocukluğudur,” diye bir özdeyiş vardır; ben buna yürekten inanıyorum. Bizim de anayurdumuz tabii ki çocukluğumuz. Doğduğumuz yerin, Erzincan’ın türküleri, Erzincan’ın yaşam şekli, kültürü çocukluğumuzu oluşturdu. Gözümü açtığımda evimizde kırık bir saz vardı. Anımsamıyorum ama belki daha ben doğmadan ya da çok daha küçükken babam o sazı çalarmış. O kırık saz duruyordu öyle asılı, duvarda. Tabii ki evimizde dinlenen yegâne şey radyo ve türkülerdi. Dolayısıyla hemen hepimiz o küçük yaşlarda türküleri özümsedik. Benim de bağlamayla tanışıklığım bağlama çalma hevesim, babamın bana aldığı bir kumbarayla ve kumbara dolunca kente gidişimizle ortaya çıktı. Kumbaradan çıkan parayla babam bana bir şeyler alacaktı fakat ben o parayla evdeki kırık sazın tamir edilmesini istedim. Babam şaşırdı ama kabul etti isteğimi. Böylece o saz onarılıp bana getirildi. Bağlamaya olan ilgim, aşkım bağlamanın eve gelmesiyle pekişti ve çok kısa bir sürede kendi kendime kimseden ders almadan çalmayı öğrendim.

. Hiç çocukluk edip kimse görmeden o bağlamayı indirip çalmayı denemediniz mi?

Bağlamanın telleri yoktu ama zaten bizde bağlamanın bir kutsiyeti vardır, o duvarda asılı durur. Çocukluğumda evdeki süpürgeyi sapını bağlama gibi tutarak tellerini de sazın teli gibi düşünüp çaldığım çok oldu, etrafımızdaki çoğu çocuğun yaptığı gibi.

. Kaç yaşlarınızdasınız o zamanlar?

Sekiz, dokuz…

.  Halen üzerinde anlaşılan tek bir tanımı yokken siz türküyü nasıl tanımlarsınız? Nedir bu yüreğimizden dilimize dökülen kültür hazinemizin sizdeki anlamı?

O kadar büyülü bir oluş ki türkü… Dünyanın hiçbir müziğinde, dünyadaki bu işitsel müziğin özellikle sözlerinden bahsediyorum, insan yaşamıyla bu kadar ilintili başka bir toplulukta böyle bir müzikal yapı, böyle bir söz dizilimi böyle insanı anlatan bir edebi ya da müzikal eser yoktur. Kimin müziğinde vardır askere giderken yakılan bir türkü, yavuklusunu beklerken yakılan bir türkü, toprağa verdiği sevdiğine yakılan bir türkü, yeni doğan bebeğe yazılan ninni, çocuk büyürken ona yakılan türkü, sevdaya yakılan türkü… Yani yaşama dair ne varsa onlara ait yakılmış türküleri de o başlıklar altında toplayabiliriz. Dolayısıyla türkünün böyle bir büyüsü var. En yalın, en kolay yapısıyla insanı hemen cezbeder. Herkesin mutlaka kendince mırıldandığı bir türküsü vardır.

.  Biz de sayımızın tema duyurusunu yaparken tam da sizin söylediğiniz ifadeyi kullandık: “Herkesin bir türküsü vardır”

Evet, mutlaka; bizim insanımız çokça türküye benzer, türküler de bizim insanlarımıza çok benzer. İnsanımızın fiziksel özelliğini, duygusal kimliğini türkülerde bulabiliriz.

. Türkülerimiz için “pentatonik yapılı” deniyor; ne anlamalıyız bundan?

Pentatonik yapı biraz Batı Müziğiyle karşılaştırılan bir yapı; diatonik, pentatonik. Bizim müziğimizde koma sesler denen Batı Müziğinde mevcut olmayan bir ses sistemi vardır.

.  Ara ses dedikleri mi?

Evet, ara saz dediğimiz, sazımızda ve okuyuş biçimimizde de olan. Dolayısıyla müziğimizin en belirgin özelliği budur. Batı müziğinde bildiğiniz gibi böyle bir şey yoktur. Türk Sanat Müziğinde de var bu koma sesler. Bu nedenle bizim müziğimizin çok sesli icra edilmesi konusunda ikilem yaşanmıştır hep. Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana türkülerin çok seslendirilmesi konusunda bir özlem vardır. Özlemin ötesinde bir gereklilik de duyulmuş. Muhteşem bestecilerimiz zaman zaman türkülerimizi çok seslendirmişler; çok da güzel şeyler yapılmış. Ama bazen de türkü özelliğini kaybeden başka bir müzikal yapıyla da günümüze aktarılanlar olmuş. Bugün gelinen nokta türkülerin artık kendi sazlarıyla birlikte çok seslendirilmesidir.  Örneğin bağlama ve gitar adeta kardeş oldular. Bizim kültürümüzde, inancımızda musahiplik vardır yani yol kardeşliği. Sanki o iki saz böyle bir kardeşlik oluşturdu. İki saz birlikte muhteşem bir duyguyla, muhteşem bir birliktelikle icra ediliyorlar. Dolayısıyla müziğimizin batı müziğinden ayrılan en özel, en belirgin tarafı pentatonik yapısıdır, diyebiliriz.

. Türkü yazan, çalan, söyleyen işin uzmanı bir kişi olarak türkü çeşitleri, türleri, biçimleri hakkında bize neler söylersiniz?

Yaşadıklarımızın, coğrafyanın, duygularımızın, en çok da sevdanın anlatıldığı türkülerimizi en belirgin ayrımla Uzun Havalar – Kırık Havalar üst başlıkları altında toplayabiliriz. Bilindiği gibi uzun havalar daha çok ölçüye ve ritme uygun olmayan kendi içerisinde bir başka müzikal yapıya sahip türkülerdir. Uzun havaların çoğunda da sevdanın ve ağıtların belirgin olarak kendini ortaya koyduğunu söylememiz gerekir. Uzun havaların farklı bölgelerde farklı isimleri vardır. Bir yerde mayadır, bir başka yerde bozlaktır, bir başka bölgede yol havasıdır, bir diğer bölgede gurbet… Bunlar Uzun Hava teriminin içerisinde var olan müzikal kimliklerdir de diyebiliriz.

Bir de kırık havalarımız vardır ki çok çeşitli ritmik yapılarıyla birlikte yani usul dediğimiz ve yine bu anlamda da memleketimizin ve türkülerimizin zenginliğini yansıtan bir yapıdır. Dünyanın hiçbir yerinde, müziğinde bu kadar farklı usullerin, farklı ritim tartılarının yer aldığı bir ülke yoktur. Bu anlamda en zengin bizim türkülerimizdir, diyebiliriz. Kırık havaların ritmik yapısı farklıdır ve çok fazla ritim vardır. Bir de kırık havaların sözsüz olanları yani oyun havaları, zeybekler, horonlar, halaylar dediğimiz sözlü de olabilen türleri vardır. En temel başlıkları böyle belirtebiliriz. Ayrıca başlangıçta ifade ettiğim gibi yaşamımıza, insanımıza dair ne varsa her şeyi türkülerimizde bulabiliriz. Genel hatlarıyla iki grupta topladığımız türkülerimizin didaktik yani öğretici türküler, gurbet türküleri, asker türküleri, lirik türküler, sevda türküleri gibi başlıklar altında toplayacağımız çeşitli örnekleri de mevcuttur.

. Kırık havalar toplum tarafından daha çok benimseniyor diyebilir miyiz? Çünkü en dramatik mesele bile bu havalara sokulup halay çekilebiliyor. Dom Dom kurşunu örneğinde olduğu gibi…

Doğrudur. Uzun havayı söylemek belli bir birikimi, müziğe daha fazla ilgiyi ve uğraşıyı gerektiriyor. Kırık havada her şey daha kolaydır. Duyduğu bir melodiye kolaysa kişi hemen katılabilir. İkinci duyduğunda da onu söyleyebilir.

. Uzun hava dinlerken çok içerden, çok hoş geliyor. Sanatçı söylerken doğaçlama mı gelişiyor yoksa belli bir kalıbı mı var?

Evet, var, onun da belli bir kalıbı var. Uzun hava rastgele ağzını açtığında bir sözü serbest söylemek değildir. Ritimsiz olsa da yine onun belli bir müzikal, makamsal yapı içerisinde söylenmesi gerekir. Dolayısıyla uzun havayı söylemek isteyen, söyleyen de bu bilgiye hâkimdir ve bu çerçeve içinde söyler.

. Yani Türk Sanat Müziğindeki makam gibi mi anlamak gerekiyor?

Evet, Türk Sanat Müziğinde makamdır, bizde daha çok ayak diye, dizi diye tabir edilir. Oradaki pek çok makamsal özellik türkülerimizde de vardır. Örneğin orada hicazdır bizde gariptir.

. Gelelim “Hikâyeli Türkü”lere… Bu ne demektir? Türk hikâyeli türkülerinin genel özellikleri, diğer ülkelerin, kültürlerin hikâyeli türküleriyle benzerlikleri, farklılıkları var mıdır?

Diğer ülkelerin hani pop dediğimiz o müziklerinde mutlaka hikâyesi olanlar vardır ama bizdeki kadar içten yazılmış gerçekten bir konuyu hikâye edinmiş yapısı olduğunu sanmıyorum.  Gerçek bir dramatik hikâyesi olan ya da toplum tarafından büyük bir heyecanla takip edilmiş bir olay karşısında örneğin kişisel yaşamdaki sevdaların, ayrılığın, kavuşamamanın türkü hikâyelerini oluşturduğunu biliyoruz. Zira eskiden çocukluğumda Erzincan’da olduğu gibi destancılar vardı. Bir olayı, genç bir ölümü ya da bir cinayeti eli kalem tutan, edebiyata yetenekli kişiler hemen dörtlükler halinde yazarak hikâyeleştirirlerdi. Matbaada basılan bu destanları koltuğunun altına yerleştirip zaten sesleri de güzel olduğu için müzik eşliğinde söyleyerek, anlatarak sokak sokak dolaşıp satarlardı. Bu müthiş etkileyici olurdu. Hikâyenin bütününü öğrenmek isteyen kişiler mutlaka o destanlardan alırdı. Dolayısıyla toplumu etkileyen bireysel ya da toplumsal önemli olayların hikâyelerini türkülerimizde bulabiliyoruz.

. Bir anlamda toplumun acısını sağaltıyor diyebilir miyiz?

Evet, aynen öyle… Belki onu söylediğinde acısı biraz hafifliyor, terapi haline geliyor.

. Şarkılara haksızlık etmeyelim ama türkü söylerken bir yaramız oluyor sanki?

Şarkıların da hüzünlü olanları var tabii. Şarkıda daha çok bir müzisyen tarafından masa başında oturularak sözüne, notasına, usulüne dikkat edilerek yazılmış başı sonu belli bir eser vardır. Ozanların, halkın yaptığı türkülerdeyse bu çok elzem değildir. Bazı kurallara dikkat edilse de kendi duygusunu aktarabilmek ve olayı en iyi şekilde anlatabilmek, içten gelen haliyle çalıp söylemek ön plandadır. O içten gelen duyguyla çalıp söylemiştir ama öyle bir söylemiş öyle bir yazmıştır ki bugün benim diyen edebiyatçının yazamadığı, benim diyen akademik eğitim almış müzik insanının yazamadığı bir eser ortaya çıkartmıştır.

. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun, “Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım,” dediği gibi mi?

Evet, kesinlikle…

. Peki, sizi en çok etkileyen türkü hikâyesi hangisidir ve neden?

Şu an bir tanesini söylemek mümkün değil ama birçok türkü hikâyesi çok etkileyicidir. Karakoyun’da olduğu gibi… Bu hikâyede kavaldan dinlediğimiz o sözsüz yalvarma sahnesinden etkilenmemek ya da duygulanmamak mümkün değildir. Bildiğiniz gibi Karakoyun’un içinde bulunduğu sürü, günlerce tuz yedikten sonra nehir kenarına götürülecek ve su içmemesini sağladığı takdirde çoban, sevdalısına kavuşacaktır. Bu tek şartı çoban kavalıyla gerçekleştirecektir.  Bütün koyunlar suya doğru koşarken çoban kavalıyla öyle bir yalvarır ki sürü dere kenarına gitmekten vazgeçer ve çobana doğru gelir. Bir tek Karakoyun suya doğru gitmeye devam eder. Çoban daha bir içten, yanık yanık kavalını öyle bir çalıp yalvarmaya devam eder ki Karakoyun da suyun kıyısından geri döner. Gerçekten böyle muhteşem hikâyeler türkülerimizin konusunu oluşturur ve çok etkileyicidir.

. Muhakkak ki çok türkü derlemişsinizdir. Genelde derleme nasıl yapılır? Türkü derlemede sizce nelere dikkat edilmeli ve ülkemizde yapılan çalışmaları yeterli buluyor musunuz?

Cumhuriyetin ilanından sonra bu konuda çok ciddi çalışmalar yapılmıştır. Devlet konservatuarlarının kurulmasıyla orada oluşturulan heyetler o günün zor koşullarında at sırtında en ücra köylere kadar ulaşıp ses kayıtları almışlardır. Bunların en başında, bizim halen her gün icra ettiğimiz türküleri derleyen, notalandıran ve öğreten hocamız merhum Muzaffer Sarısözen gelir. Gerçekten o günün koşullarında binlerce türküyü derleyip arşivlemişlerdir.  Kurulan Yurttan Sesler Korolarıyla da farklı yörelerin türkülerini bütün ülkeye sevdirmişlerdir. Böylece birbirinden farklı yörelerin türkülerinin diğer yörelere öğretilmesi ve sevdirilmesi konusunda başarılı bir çalışma yapılmıştır. TRT ve Kültür Bakanlığı bu konuda çok uğraş vermiş ve fakat TRT bu konuda daha etkin bir rol üstlenmiştir. TRT’nin uzunca bir süre ara verdiği derlemelerin sonuncusu geçtiğimiz yıllarda yapıldı. Ben de bu çalışmada Erzincan ve yöresi türkü derlemelerine katıldım ekip başı olarak. Türkü derlemeye giderken en önemli şey insanların güvenini kazanarak o kendine ait, sakladığı, gözü gibi koruduğu eseri size sunmasını sağlamaktır.

. Hazinesini paylaşmak gibi…

Evet! Orada da sizin inandırıcılığınız, varsa o toplum tarafından bilinirliğiniz, türkülerin ya da o kültürün arkasında ne kadar durduğunuz devreye girer. Günümüzün kitle iletişim araçlarıyla sizin hakkınızdaki bilgiler, yaptıklarınız, yapmak istedikleriniz toplum tarafından artık iyi biliniyor. Ben de bu son yapılan derlemelerde iki yüz civarında çok kıymetli Erzincan ve ilçelerine ait türküyü derledim. Bazıları hiç bilinmeyen bazıları kısmen bilinen ya da varyantları olan eserlerdi. Şu anda TRT’nin arşivinde, henüz notalandırılmadı, seslendirilmedi. Onun dışında daha önce derleyip notalandırdığım ve TRT kurumuna verdiğim on beş civarında derlemem de mevcut.

. Derleme yapılırken yerel sanatçı size söylüyor siz de onu kaydedip sonra notaya mı döküyorsunuz?

Sanatçı bile olması gerekmeyebilir. Halktan biri onu çok etkileyen bir olayın ardından duygularını dile getirmiş ve iyi bir türkü ortaya çıkmışsa radarımıza girer. Ama o türkü mü değil mi bu da önemli. İçindeki söz unsurundan melodik yapısına, ezgisine kadar, o coğrafyanın yörenin ağzını, diyalektiğini, müzikal yapısını o ezgide bulmamız çok önemli bir unsur. Yoksa çalakalem yazılıp söylenen bir şey de türkü değildir. Geçmişte bir hikâyesi olan ya da hikâyesi olmasa da o coğrafyanın, o toplumun bahsettiğimiz bütün özelliklerini taşıması gerekir ki o ezgiye türkü diyebilelim.

. Tüm Dünyanın keşke yaşamasaydık dediği pandemi sürecinde “varyant” kelimesi hepimizin korkulu rüyası olmuşken türkülerimizin de varyantı varmış, meğer! Nedir bu “varyant türkü” meselesi?

Varyant, bilinen bir türkünün çok benzerinin belki biraz söz değişikliği veya melodi değişikliğiyle bir başka yörede karşımıza çıkmasıdır. Örneğin Şanlı Urfa’nın çok popüler bir türküsü vardır İbrahim Tatlıses’in söylediği, “Ayağında kundura, yar gelir dura dura”… Bu türkünün Sivas’ta bir varyantı vardır çok benzer bir yapısı olan: “Ağılın altı kenger, çoban koyunu dönder / Gurban olam Mehmet Bey, Mahmut Beyi tez gönder” Baktığımızda sözler hiç birbiriyle ilintili değil ama melodik yapı çok küçük nüanslarla aynıdır. Varyant dediğimiz şey budur: Bir başka yörede o sözün ya da ezginin karşımıza çıkması…

. Muhteşem “Bin Yılın Türküsü” projesine imza atan kişilerden birisiniz… Projeleriniz hiç bitmiyor. Müzik camiasına çeşitli mecralarda (MESAM, TV, radyo, konservatuar, konserler, korolar …) katkı vermeye devam ediyorsunuz. İşine âşık, çok titiz çalışan bir hoca olarak tanımlanıyorsunuz. Uzmanlığınızın ışığında, sadece tek bir saz eşliğinde bile icra edilebilen türkülerimizin senfonik icrasına nasıl bakıyorsunuz?

Çok teşekkür ederim. Bu çok göreceli bir konu… Güzel çalınan bir bağlama eşliğinde koca bir topluluğa türkü söyletebilirsiniz, bunu üç sazla da yapabilirsiniz. Bu türkülerin size verdiği sorumluluk gereği nasıl icra edeceğinizi bilmenizle ilintili bir şey… Tek bağlamayla çok doğru çok güzel bir icra yapabilirsiniz, bunu beş bağlama ve diğer sazları katarak da yapabileceğiniz gibi türkülerin senfonik bir orkestrayla icra edilmesi de mümkündür. Biz bunu önce Sarıyer Belediyesi THM korosuyla 8 Mart Dünya kadınlar gününde tamamen kadınlardan oluşan bir oda orkestrası eşliğinde yine tamamen kadınlardan oluşan bir koroyla gerçekleştirdik. Daha sonra yine böyle bir orkestrayı çoğaltarak Maslak TİM’de Çanakkale ve Aşık Veysel temalı bir konser verdik. Pandemi araya girmeseydi her şeyiyle hazır olan yine böyle bir çalışmayı Yaşar Kemal’i anma konseri olarak hayata geçirecektik. O dönem pandeminin yaşamımıza yoğun bir şekilde girmesiyle ertelendi. Bugünlerde televizyon için yine bu bağlamda bir program hazırlıyorum: “Kadının Senfonisi” adıyla… Her Çarşamba gecesi TRT Müzik’te yayınlanan bu program bir sosyal sorumluluk gereğiyle ortaya çıktı. Kadına yapılan ayrımcılığın, uygulanan şiddetin ve kadın cinayetlerinin karşısında durmak, bütün bunlara maruz kalan kadının duygularını anlatabilmek için büyük bölümü kadınlardan oluşan bir orkestra ve kadın solistlerin, mümkün olduğunca kadın bestecilerin eserlerini icra etmesini amaçlayan bir program. Müzik ayrımı yapılmaksızın Batı Müziğinde, Türk Sanat Müziğinde ya da Halk Müziğindeki kadın türkü yakıcılarının, derleyicilerinin, kaynak kişilerin eserlerini senfonik bir düzenlemeyle icra ediyoruz.

 . Çok değerli bir çalışma; kutluyoruz. Türkü sevdanızda gönül verdiğiniz, onsuz yapamam dediğiniz bir çalgı var mı; neden?

Tabii ki bağlama. Bağlamanın inancımızda çok önemli bir yeri vardır. “Telli Kuran” diye bir anlam yüklenmiş ki bu muhteşem bir şeydir! Türkülerimizi, nefeslerimizi, deyişlerimizi birer ayet gibi görüp onların ne kadar önemli olduğunu, insanımıza ne kadar doğru ne kadar iyi şeyler söylediğini anlatan bir saz olarak görüp böyle bir anlam yüklemişlerdir. Çünkü bağlama denen sazdan insana dair hem tasavvufi hem günlük hayatın içerisindeki duyguları, her şeyi o sazın telinden duymayı, söylemeyi çok önemsedikleri için bu ismi vermişlerdir. Bu telli kuran denen şeyde, “Dost dost diye nicesine sarıldım / Benim sadık yârim kara topraktır,” da vardır, Yunus da vardır, Hacı Bektaş da vardır. Bu erenler ve ozanlar insana dair, yaşama dair söylediği güzel şeyleri, önemli şeyleri sazla söylemişlerdir. Bütün sazlarımız önemlidir ama benim için bütün bunlardan ötürü bağlamanın yeri ayrıdır.

. Umarız sizi çok yormadık. Son sorumuz gençlerimiz olsun. Yoğun küresel kültür baskısı altında gençler türkülere nasıl çekilebilir? Rock müzik, pop müzik türkü uyarlamalarına nasıl bakıyorsunuz? Otantikçi misinizdir?

Otantiği çok önemserim.  Veysel Babanın, Davud Sulari’nin, Muharrem Ertaş’ın sazıyla çalıp söylediği türkü olağanüstüdür. Muhteşem bir söyleme biçimidir. Bunların dışında deneysel müziklerin, farklı çalgıların birlikteliği, kardeşçe birlikte duygu alışverişi yaparak ya da günümüzde gelişen teknolojinin nimetlerinden yararlanarak bir şeyler yapılmasını da son derece kıymetli buluyorum. Senfonik bir orkestrayla ya da farklı düzenlemelerle yapılan çalışmaları da önemli ve gerekli görüyorum. İnsana dair, ülkeye dair yapılan her şey içinde iyiliği, iyi olmayı barındırıyorsa, doğru olma yolunda çaba gösteriyorsa bence hepsi çok kıymetlidir. Türkülerin daha çok dinlenmesi, gençlerle daha çok buluşması konusunda da gençlerin sevebildiği ya da onları biraz anlayarak onların gönlünde, onların kulağında yer edecek icra biçimlerini özümseyip onlara da yer verilmeli diye düşünüyorum ama gençlere düşen görev de bu müziğin temelinin kimler tarafından yapıldığını, türkülerin nasıl yakıldığını araştırmak olmalıdır. Bir eseri ilk dinlediğinizde hemen anlamayabilir ya da çok sevmeyebilirsiniz. Onun için de bir uğraşı lazım. Örneğin Klasik Batı Müziğini bir anda belki çok sevmeyebilirsiniz ama dinleye dinleye içindeki o kıymetli şeyleri anlayıp o zaman sevmeye başlıyorsunuz. Halk müziğindeki o otantik dediğimiz ozanları, sanatçıları defalarca dinleyip içindeki o muhteşem duyguyu anlayıp, onların da ne kadar gerekli olduğunu fark ettiklerinde gençlerin belki de türkü söyleme, dinleme ve türkü sevme potansiyellerinde bir artış olacaktır.

. Son sorumuz olsun dedik ama türkülerimiz öyle bir derya ki girince çıkmak mümkün olmuyor! Usta-Çırak ilişkisine nasıl bakıyorsunuz, diyerek noktalayalım.

Son derece kıymetli buluyorum ve önemsiyorum. İnançta da bir mürşide bağlamazsan özünü Hakkın huzurunda var olamazsın denir. Yani bir kâmil insandan bir ustadan o yolla, o inançla ilgili neler öğrenmeniz gerekiyorsa, öğreten, kılavuz olan kişidir mürşit ve bu yapı çok önemlidir. Bu sanat anlamında da böyledir; akademik eğitim alsanız, nota öğrenseniz de iyi bir ustadan öğreneceğiniz muhakkak çok şeyler vardır. O ustanın varsa özel bir tavrı, bir söyleyiş biçimi, bir çalış biçimi… Onu da ancak dizinin dibinde birebir meşk ederek öğrenebilirsiniz ondan. Dolayısıyla usta-çırak ilişkisi bu anlamda çok çok kıymetlidir.

. Eklemek istediğiniz, şu noksan kaldı dediğiniz bir şey var mı?

Çok teşekkür ederim. Gerçekten çok özel sorular ve çok önemli başlıklar altında sorularınızı sordunuz. Tekrar teşekkür ediyorum.

. Türkülerimiz kadar değerli olduğuna inandığımız bu sohbet için biz çok teşekkür ediyoruz.

Söyleşi Ekibi: Sultan Deliklitaş – Canan Kuzuloğlu