Son kirasını da ödeyerek evinin yolunu tutan İlkan, yeni bir seneyle birlikte hayatında yeni bir sayfa açıyor olmanın da heyecanını yaşıyordu. Problem dolu yılları geride bıraktığına inanmak istiyordu artık. Bir türlü geçmek bilmeyen ve sanki hiç gitmeyecekmiş gibi her geçen yıl biraz daha şiddetlenen hastalığını hızla yenmeyi başarmış, hastalığının en büyük getirilerinden biri olan işsizlik sorununu çözmüş, ekonomik durumunu hızla toparlamış ve on gün sonra yeni evine taşınmak için gereken hazırlıkları şimdiden tamamlamıştı. İlkan için gökyüzünün yere bıraktığı kar taneleri ayrı bir anlam ifade ediyordu. Sanki geçmişin o hüzünle dolup taşmış izlerini örtmek için büyük bir iştahla serpiliyorlardı yeryüzüne.

Yeni bir hayata beş kala yapılabilecek en iyi şeyin, uzaklara gitmek olduğuna karar vermişti İlkan. Geçiş dönemlerini sancısız atlatabilmenin en ideal yolu buydu ona göre. Zira öyle ya da böyle, henüz on günlük bir zaman vardı önünde. Ancak kafasında çoktan bitirdiği o eski hayatının izlerini taşıyan bir yerde olabildiğince az durmak istiyordu. Yıl sonuna kadar devam eden iznini daha verimli bir şekilde geçirmesi şarttı.

Ne var ki, uzun bir seyahate çıkabilmesi mümkün olmayacaktı. Bu yüzden, bir haftalığına bir göl evi kiralamıştı. Gözlerden uzak, kendi halinde bir yerde biraz kafa dinlemekten daha iyi bir terapi olamazdı herhalde. Bu yüzden arabasını büyük bir hevesle hazırlıyordu. Bir saat içinde toparlanmayı bitirdi ve sakin bir yere varmayı umarak yola çıktı.

Birkaç saatlik yolculuğun ardından göl evine vardı. Etrafa şöyle bir göz attıktan sonra arabadan indi ve temiz havayı ciğerlerine çekti. Şehrin yorucu atmosferinden uzaklaşmak bir yana, sırf şu temiz havanın solunması dahi insanı tek başına iyileştirebilirdi. Sanki yıllardır nefes alması yasaklanmış da ilk kez nefes almasına izin verilmiş gibi hissediyordu. Kiraladığı eve şöyle bir göz attı. Umduğundan daha büyük ve yeterince etkileyici bir yere geldiğini gördü. Verdiği paraya değmişti. Tahta merdivenlerden çıkarken, laptop çantasını arabada unuttuğunu fark edip geri döndü. Aslında iyi bir tatil için teknolojiden de soyutlanmak gerekiyordu belki ama İlkan’ın yazmadan duramamak gibi bir gerçeği vardı ortada. Pek çok kişi gibi bir yazar için de bir haftalık bir zaman yeterince uzun sayılırdı. Hele bir de güzel bir hikâyeye başlamak için fazlasıyla ilham verici bir yerde olduğunu gördüğünde, doğru bir tercih yaptığını anlamıştı.

Tabii İlkan’ın çok önemli bir problemi vardı. Ziyadesiyle kuvvetli bir kalemi olmasına rağmen ki birkaç usta yazardan bile oldukça olumlu yorumlar almıştı, nasıl bir hikâye yazacağı hususunda tatmin edici bir fikri yoktu. Hayal gücünde mi bir sıkıntı vardı, ilham denilen o sinir bozucu şey mi bir türlü gelmeyi beceremiyordu, yoksa kendini gereğinden fazla mı zorluyordu? Cevabı o da bilmiyordu. Öyle ya, hiçbir yeni yazar, dünyanın en iyi kitabını yazma amacıyla oturmamalıydı masaya. Belki de İlkan’ın ilk hatası buydu. Belki de basit düzeyde hikâyelerle, hatta hikâyelerden bile önce, karalamalarla başlamalıydı bu işe. Belki o karalamaları yazarken satır aralarından damlayan yeni fikirler, yazacağı kitap hakkında da ona bir kalkış noktası sağlayabilirdi.

Ne var ki İlkan’ın asıl derdi, daha önce hiç yazılmamış bir hikâye yazmaktı. Elbette bunun ne ölçüde mümkün olduğu da ortadaydı. Öyle ya, bugünün dünyasında artık milyonlarca kitap vardı ortada ve yazılmamış hikâye diye bir şeyin var olduğuna inanmak pek de mümkün sayılmazdı. Aklına müthiş fikirler geldiğini düşünen ve büyük bir inançla eserini oluşturan, fakat kendi hikâyesinin çok daha kapsamlı ve ustaca yazılmış başka bir halini görüp de çıldırmanın eşiğinden dönen nice yazar vardı. Yine de kendini ikna etmesi biraz zaman alacak gibiydi. Belki de burada geçireceği sürede düşünceleri değişebilirdi, hatta böyle olmasını da umuyordu. Zira mükemmele ulaşmayı hedeflemek yerine doğal olana yönelmek çok daha akılcı olacaktı.

Mutfağa gitti, kendine bir kahve yaptı. Daha sonra salondaki masaya geçip bilgisayarı açtı. Derin düşüncelere dalmıştı. Her zaman aradığı o sessizliği sağlayabilmişti nihayet fakat bu yeterli değildi elbette. Farklı olmalı. diye söyleniyordu, Farklı bir şey olmalı. Ne var ki ekranda hâlâ beyaz bir sayfa vardı. İlk adımı atamayan birinin koşmayı düşünmesi saçmaydı. Bir müddet öylece oturduktan sonra öfkeyle bilgisayarı kapattı, kalktı, balkona yöneldi. Uzunca bir süre sakinleşmeye çalıştı, neden gerildiğini bile anlayamamıştı hatta. Zamanla gerginliği dindi. Her neyse dedi kendi kendine, bu konuya sonra bakarız. Nasıl olsa yazacak bir şeyler bulacağım. Gerçekten de doyurucu bir şeyler…

Güneş tepeye varmıştı. Saatlerce dışarıyı izledi, hem de sağa – sola uçuşan kuşlar ve durgun bir gölden başka hiçbir şey görmemesine rağmen. Kendini gevşemiş hissediyordu. Tekrar odaya döndü, bilgisayarın karşısına tekrar kuruldu ve bu defa pek de düşünmeden yazmaya başladı. Herhangi bir konu belirlememiş, belirgin bir karakter oluşturmakla vakit kaybetmemiş, tasvirlere kafa yormamıştı. Sadece yazıyordu ve yazdıklarını düzeltmek için dönüp geriye bakmıyordu bile. Yorulduğunu fark edince yazmayı bıraktı. Biraz dışarıda dolaştı, temiz havayı derin derin içine çekti yürürken. Sonra eve gelip yazmaya devam etti. Bunu akşama kadar ve kalan günlerde de aynı rutinde sürdürdü. Bir akşam tüm yazdıklarını sildi. Zira yazdığı şeyler hiçbir şekilde bir bütünlük arz etmiyordu, dolayısıyla silinmesinde bir mahsur yoktu. Onlarca sayfa yazıyı sildikten sonra bilgisayarı kapatıp balkona çıktı.

Geride bıraktığı şu birkaç günde, kabalalıktan uzaklaşıp zihnini boşaltmanın yanında, bazı şeyler öğrendiğini de düşünüyordu İlkan. Yazma işine yeni evinde devam edecekti, artık burada tek bir tuşa dahi dokunmayacaktı. Burası nedense ona bu konuda pek de yardımcı olmamıştı, beklediğinin aksine. Fakat artık yazarken biraz daha esnek olacaktı. Bu göl evi ve manzarası, İlkan’a beklediği ilham perilerini getirmemişti belki ama doğal olmak gibi güzel de bir şey öğretmişti. Zira sadelik konusunda doğadan öğreneceği çok şey olduğunu fark etti. Doğa, pek de zorlanmadan, olabildiğince yavaş ve mevsimlere göre yeniliyordu kendini. Gözünün önünde bir yandan yılbaşı çiçekleri açıyor, diğer yanda yapraklarını döken bir ağaç çıplaklığıyla soluk alıp veriyordu. Doğanın kendi içinde sürdürdüğü bu sessiz döngüde dahi huzur verici bir şeyler vardı. Hafif hafif başlayan kar, beyaz bir örtü misali döngünün üstünü kaplıyor, sanki tamamlayıcı bir rol oynuyordu, tıpkı bir kitabın son cümlesinin okunup kapağının kapatılışı gibi. Bundan daha sade, daha dinlendirici ve daha ilham verici bir şey olabilir miydi?!