Gaz lambasının fitilini kısıp, sedirin ucuna ilişti. Yanında önceden hazır ettiği bohçası…  Pencereden içeri sızan sonbahar rüzgârı ürpertti bedenini. Yalnızca esinti değildi onu üşüten, ruhu da üşüyordu. Birazdan, el ayak çekildiğinde, kara bir geceye, sonunu kestiremediği bir yola adımını atacaktı. Yıllarını geçirdiği, acılarını, sevinçlerini gömdüğü şu odada ne çok mutluluk ve gözyaşı saklı. Duvarların dili olsa…

Köşede duran çeyiz sandığına dikti gözlerini. İçindekileri emek emek hazırladığı günleri düşündü. Göz nuruydu her biri. Hayallerini işlemişti onlara gökkuşağının renklerinden. Kuşları nakışlamıştı, umutlar yüklemişti kanatlarına. Duvardaki asılı fotoğrafa kaydı gözleri sonra. Sevdiğine varmanın sevinci gözlerinde, çocuk gülüşü dudaklarında… Oradaki mutlu gelin kendisi miydi?

İlk göz göze geldiklerinde, cemre gibi düşmüştü yüreğine Ali’si.

Şimdi kanadı kırık, yuvadan düşmüş minik bir kuş.

Yokluğu oturmuş gözlerine.

Herkes kendine sürgün.

“Hayat işte!” diye geçirdi aklından.

İnsanı bırakıp gitmeye sürükleyen şey neydi?

İçine itildiği yalnızlığı mı, umarsızlığı mı?

“Ocağın karşısında oturuyoruz. Hiç konuşmuyoruz. Eskiden olsa konuşurduk. Sadece bakıyor bana. Ocakta yanan ateşin çıtırtısından başka ses yok odada. Alevler onun yüzünde oynaşıp, duvardaki aynaya yansıyor. Gölgeler oluşuyor aynada kıvrım kıvrım. Hiçbir şey söylemiyor. Gözleri yerde. Biliyorum utanıyor. Sesler geçiyor içimden ama susuyorum.  Ah Ali’m benim. Kısırsın de!  Kuma getirecem de… Hadi, söyle!”

Kalkmış yürümüştü sonra hiç bir şey demeden, başı önünde. Sonrası yoktu.

Beklenen gündü.

Davullar çalıyor,

Halaylar kuruluyordu.

“Beyaz atın üstündeydi kumam. Al yazma vardı yüzünde. Başı önünde indi attan. Elini tuttu Ali’m. Hangi yürek dayanır ki buna?   İçimde fırtınalar, yüreğim yangılarda, sesim köz…”

Gündüz olanları silip attı aklından. Bir kez daha sordu kendine;

İnsanı dönmeye sürükleyen şey nedir?

Yok sayılmak,

Eksik olmak.

En çok da bu yakmıştı canını…  Lambayı üfledi.

Yola çıkma zamanıydı.

Yavaşça süzüldü kapıdan.

Avluyu geçti.

Son kez baktı ardına.

Yeni gelinin odasından titrek bir ışık sızıyordu karanlığa.

Gözünden süzülen yaşlar içine aktı.

Bağırmak istedi ama sustu.

Hiçliğe açılmıştı gecenin kanatları.

Daldı karanlığa sessizce, içindeki yangılarla…