Umut, elinde çiçek bekliyor, usul usul tıklatıyor kapıyı; ürkütmemek
istercesine. Melike, farkında ama umursamıyor; başını bile kaldırmıyor. Umut
ısrarla devam ediyor; işi uzatacak belli. Melike bakmıyor ondan yana.
Kendiliğinden gitsin istiyor. İçinde bir kâğıt kesiği acısı; belli belirsiz bir yara,
derin bir sızı. Paylaşması güç, ifadesi hayli zor. Zaman içinde kendi kendine
dinginleşir, iyileşir; biliyor. Yeni bir kesiğin, kesiklerin olmayacağının garantisi
yok tabii. Bunu da biliyor. Umut kapıyı tıkırdatıyor; Melike aldırmıyor;
sırnaşıklığını da biliyor. Geçmiş yılların yeni bir tekrarı. Bu sefer kim
kazanacak?
Başını kaldırdı, sıradaki hastanın evraklarını aldı. Aynı anda başka bir hasta bir
şeyler anlatıyor: “Ben çok bekledim” diyor. “İşim kısa” diyor. “Evim uzak”
diyor. “Niye tek doktor var” diyor. Doktor Melike susuyor; susmak için
zorluyor, tutuyor kendini; dişlerini sıkarak iç geçiriyor. Hızlı ve sinirli
hareketlerle evraklara bakıyor, bilgisayarın tuşlarını şıklata şıklata bir şeyler
yazıyor. Dudakları kıpırdıyor; duyulamayacak bir sesle, birtakım cümleler
kelimeler gönderiyor hastalara: “Bıktım hepinizden. Anlamamalarınızdan.
Anlık kurtuluş çabalarınızdan.”
-Bak teyze, senin oğlanın dahiliyeye görünmesi lazım. Ben şimdi iğne yaptım,
ağrısını kestim. Yarın randevu alıp polikliniğe götüreceksin.
-Nesi varmış doktor kızım, çocuğun?
-Teyze dedim ya, polikliniğe götüreceksin. Orada belli olacak hastalığı.
Hemen şimdi orada derdinin çaresini isteyen teyze, korkuyla bakan gözlerini
yere indirip kısa adımlarla yavaşça gitti. Arkasından bakamadı Melike; bir an, o
çok kısa an, öfkesinin sırtını yere getiren şefkatle karışık yetersizlik
duygusundan silkinmek için hızla ayağa kalkıp başka bir hastayı muayene
etmeye yöneldi.
Bir hastanın sıradan çıkıp gitmesi, başka birinin sırasının gelmesiyle arkadaki
yığın hareketlendi; birer adım birer adım derken kısa sürede doktorun masasının
önüne yığıldılar. Hastayı muayene ettikten sonra yeniden masaya, bilgisayara
doğru ilerlerken birden bu kalabalığı fark etti; boğazında düğümlenen ve
yutmaya çalıştığı duygu aniden öfkeye dönüştü; güvenliğin üzerinden doğru
hasta kalabalığına doğru saldı öfkesini:
-Rıza! Hastalar niye sırada değil; yığılma istemiyorum burada!
Kızgınlıklarını çaresizlikleri arkasına saklamış hastalar, doktordan emiri alan
güvenlik Rıza’nın sakin uyarılarıyla kapının dışına çekiliyorlar. Kendi
aralarında sessiz ve anlaşılması güç bir düzene göre sıraya giriveriyorlar
çabucak. Melike onların bu hesaplı suskunluklarına deli oluyor. ‘Başka bir yolu
olmalı yaşamanın. Böyle alternatifsiz olamaz, bu mümkün değil’ diye
düşünürken, kapıda sıraya dizilen büyük insanlık kuyruğunun arkasında
görüyor onu; Umut sırada, elinde çiçekler, gözlerini Melike’ye dikmiş,
kendinden emin tatlı bir gülümseyişle bekliyor.
-Senin için buradayım, bekliyorum.
-Çok beklersin! Bitti! Duydun mu; artık ne ümit ne umut… yok, olmayacak!
-Yapma; bak bugün baharın ilk günü. Şu an görmüyor olabilirsin ama dışarıda
hava harika; daha da güzel günler yolda Melikeciğim. Umutsuz yaşanmaz
biliyorsun.
Sıraya dizilen hastaların arasına yenileri katılıyor, serviste uğultu artıyor, her
yeni gelen hasta ya da hasta yakını bir şeyler soruyor. Baş edemeyeceğini
anlayınca, kendini yandaki odaya attı Melike. “Kısa bir soluklanmaya hakkım
var değil mi; daha ne kadar hızlı çalışabilirim; biraz nefes!” İlk ne zamandı
hatırlamaya çalıştı; mecburi hizmetini yapmış; öğrencilik ve acemiliğin tüm
yükümlülüklerini geride bırakmış ve sevdiği memleketine geri dönmüştü;
sevmekten hiç vazgeçmediği. Sev-mek, iki heceli bir “özlem”. Sevdiği şehrin
sevgisine özlem; mesleğine özlem; sevgiliye özlem… Çıkmaz sokak.
Paket lastiğinden hallice bir saç bandıyla toplamaya çalıştığı cılız saçları… bir at
kuyruğu mu topuz mu?.. Ne olduğu belirsiz bir şekilde sallanıyor başının
üzerinde. Kendine tahammülü yok. Hastalara tahammülü yok; öfkeli bir acıda
buluşuyor onlarla. İçinde bulundukları ortam ne hastaya, ne doktora ne diğer
görevlilere hiçbir şey vaat etmiyor; ama umut kol geziyor ortalarda.
Büyük bir devlet hastanesinin acil servisi. Hasta geliyor, hemen kan tahlili, bazı
filmler çekiliyor, biraz sedyede yatış; ağrı-sızıyı dindirecek kadar müdahale;
tahlil sonuçları ve taburcu. Bu döngünün hızı inanılmaz; durmadan işleyen bir
dönme dolap. Büyük insanlık doktoru ve büyük insanlık hemşiresi, büyük
insanlık hastalarının elinden tutup dönme dolaplara bindiriyor; hastalar bir tur
atıp iniyorlar. Sırayla. Bu dönme dolap durmaksızın çalışıyor. Yeryüzünde
yapayalnız dönüyor. Adı “acil servis”.
Büyük insanlık yollardan, köprülerden geçmek, arabalara uçaklara binmek,
piknik yapmak, yeni yılı, baharı karşılamak, beklemek ve umut etmek için
hayatta kalmaya çalışıyor. Umut herkese mavi boncuk dağıtıyor; ama esas
Melike’nin peşinde. Melike’yi her an elinden kaçırabileceğini biliyor. Bir
yandan da cazibesinin farkında, kimse umutsuz yaşamak istemez biliyor. Ama
Melike sınırda; bu çok kritik bir nokta; umudun peşinden gitmezse gerçeklerin
peşine düşer ki, bu çok ama çok tehlikeli!
Doktor Melike umudun önemli müşterisidir; zorludur; ama umut peşini
bırakmadığı sürece onu elinde tutabileceğini biliyor. Bahar ayları umutlanmak
için en kolay aylardır. Hemen herkes, özellikle kadınlar muhakkak yeni bir
şeyler yapar; Melike de bugün kırmızı oje sürmüş. Umut, umutlu. Biliyor;
uçuşmalı kumaştan dekoltesi hafif derin bir elbise giydi mi bir kadın, dişiliğine
şah damarından da yakındır ve artık Umut’tan kaçamaz. Bu düşünceler Umut’u
heyecanlandırıyor. İçi kıpır kıpır; hastaların, hasta yakınlarının yanaklarından
makas alıyor. Büyük insanlık, yanındakinin kendinden daha dertli olduğunu
düşünüp ‘şükür’ diyor; beterin beteri var diyor; kader diyor; Allah büyük,
sağlık da var hastalık da; yarın ola hayrola diyor; diyor… Herkes kendi yalanını
yaşıyor. Dönme dolap dönüyor.