Sevgili Okurlarımız,
Bu ayki Dergimizin konusu: “Kapı”, yoldaşı “kapı-duvar” oldu. Yazarlarımız da bu tema ve mottosu kapsamında öykülerini yazdılar.
Bir kapı nasıl anlatılır ki? Kapatmak fiilinden türemiş bir isim mi yoksa bunun tam tersi mi doğru… Bunun hesabını Dil bilimciler versin. Biz burada, somut ya da simgesel kapının açıldığı alanlardan söz etmek istiyoruz. O alanlara geçmek için önce kapıdan geçeceksiniz. Hangi kapı? Büyük kapı var, küçük, dar, geniş kapı var. En muteber olduğu söylenen Devlet kapısı var. O kapının anahtarı ki yöneticilere, sizin de hakkınız olan devlet olanaklarının, sizin adınıza, sizler için kullanılacağı vaadiyle, yine sizin oylarınızla belli bir süreliğine emanet edilmiştir. Bu gücü eline geçirenler, devleti sevk ve idare etmeye ehliyetli değillerse, kısa zamanda devletin olanakları belli çevrelerin ve çıkar guruplarının yararına işler. Sizlerin olan devlet, artık belli bir gurup ve liderinin olmuştur. Yönetici, bu işleyişi gözden saklamak için yönettikleri insanların, devleti yöneten lidere imanla bağlanmasını, devlet kapısında kul- köle olmasını ister. Mesela Osmanlıda kapıkulları vardı, bu gün de var. Devlet kurumlarının kontrolünü elinde tutanlar, keyiflerine göre, dilediklerine kapıları ardına kadar açar, istemediklerine kapı-duvar.
Böyle bir güç, ancak erdemli ve bilge insanlara emanet edilebilir. Bu bakımdan, devlet erkine talip olanlara hemen güvenmemek, kılı kırk yarmak ve vereceğimiz emanet gücün nerede, ne için, nasıl, ne zaman, kimler için kullanacağını bilmek, derinlemesine irdelemek gerekli derim. Bilgi için, bilgiyi iyi, doğru ve güzel uygulayacak çağdaş bir vatandaş olmak için Okul kapılarını unutmayalım. Bu kapıların çocuklarımız için sonuna kadar açık olması elbette çok önemlidir. Gel gelelim okul kapıları da şimdilerde, zor açılan kapılardan oldu. Yüz binlerce genç, eğitim kurumlarının önünde yığılmış… Kimin umurunda?
Cami kapısı vardı mesela… Çaresiz analar bebeklerini Cami kapısında iyi insanların merhametlerine terk ederlerdi. O bahtsız bebek için Cami kapısı umut kapısıydı. Kapısında senelerce kul olunan Dergâh kapıları olurmuş eskiden, bilmem hala var mıdır? Bunca tarikatların “el” aldıkları bir yerler olmalı herhalde. Ortam elverişli, toprak bereketli, iklim uygun; devleti sevk ve idare edenlerin şahsında, itibarları yüksek; korunup kollanıyor olmalılar.
Kapı, açıp evimize, ofisimize girmek için olduğu kadar ve belki daha çok, kapatılmak, alanını sağlama almak, korunaklı kılmak için vardır. Kışta kıyamette evinizin kapısını açık bıraktığınızda anneniz mutfaktan seslenir: Kızım- ya da oğlum- kapıyı kapat… Soğuk geliyor! Sizde büyük bir olasılıkla: “Tamam anne!”Dersiniz. Ne olur peki soğuk gelse? Bunu annenize söyleyin bakalım… Alacağınız cevap muhtemel şu olacaktır: “Zıkkımın kökü olur… Bizi hasta mı yapacaksın?”Hımm… Demek ki kapıdan, yalnız aile bireylerimiz, sevdiklerimiz değil, musibetler de girermiş! Onun için kapıları sağlam tutmak lazım.
Bunu sadece aileler değil, devletler de yapıyor. Uzak ya da yakın olsun, hiçbir devletin sınır kapılarından, öyle elinizi kolunuzu sallayarak geçemezsiniz. Hırlı mı yoksa hırsız mı olduğunuzu sıkıca denetimden geçirirler, zararsız olduğunuza kani olurlarsa, geçmenize izin verirler. Üstelik o ülkelerden bazıları hayâsızca, gözlerine kestirdikleri devletleri, savaşla çökertip halkını göçe zorlarlar. Hayatları pahasına bin bir zorluklarla gelenlere kapılarını kapatır, sınırlarına duvar çeker, mayın döşerler. Böylece, milyonların umut kapıları, insanların yüzlerine kapı-duvar olur. Ne hazin! Ne yaparsınız… Dünyanın hali, ilahi adaletin işleyişi böyle! Bir rivayete göre, Âdem ile Havva’nın cennetten kovulması öyküsüne dönüp de bir bakınız… Ne diyor bu darbı mesel?
Tanrı, Âdem’le Havva’ya kızıp da Cennetinden kovunca, melaikelerine: “Sakın bunları buraya almayın. Kapıya gelirlerse kovun gitsin” demiş. “Aman efendimiz” demiş melaikeler, “kovmayalım… Ölünce nasıl olsa size dönecekler.”Hayır” demiş Tanrı, “kendilerini benim suretimde yaratığımı sanan insanları, hele içi “şey” dolu Âdem ile Havva’yı artık burada istemiyorum.” Kısa bir müddet sonra melaikeler Tanrının huzuruna çıkmışlar. “Efendimiz” demişler, “İkisi kapının önünde sızlanıp duruyor.” Öfkeyle sormuş tanrı: “Ne diyorlar?” Melaikeler: “Önce bizi yarattınız, sonra da kovdunuz. Cennetin kapısını yüzümüze kapattınız. Adalet bu mu?” Diyorlar. Tanrı gülmüş. “Onlara deyin ki” diye buyurmuş…”Tanrınız, bir kapı kapanınca, diğer bir kapıyı açar. Cehennemin kapıları onlara açılacak!” Melaikeler bu haberi Âdem ile Havva’ya iletince, garipler pek sevinmişler. Cehennemin ne olduğunu henüz bilmiyorlarmış ve orasını da cennet gibi bir yer sanıyorlarmış! Âdem ile Havva kapıdan ayrılınca, kurul toplanmış. Tanrının mekânına, İnsanların girmelerini önlemek için çareyi, Cennet kapılarını daraltmakta bulmuşlar. Kapılar, insanların bulundukları her yerdeymiş ve insanlara hiç görünmezlermiş. Bu kapılar öyle darmış öyle darmış ki, oradan atom altı parçacıklar bile geçemez, ancak “ruh” dediğimiz, var- yok arası bir şey geçer, zavallı beden dışarıda yani dünyada kalırmış. Ee… “Dünya malı dünyada kalır.”
Siz, siz olun da, gönül kapılarınıza mukayyet olun. Gönül kapınız, sizin en kıymetli hazinenizdir. Siz insanlar için, İnsanlığınızdan başka güvenecek bir şeyiniz yok! Ölünüzün de dirinizin de kalacağı tek yer bu dünya. Uzayda yaşayabileceğimiz başka bir dünyanın kapıları tüm insanlığa açılana kadar,-açıldıktan sonra da- yaşadığımız bu dünyanın kıymetini bilelim ve ona göre yaşayalım.
Kapı dışarı edildiğimiz yere tekrar dönme şansımız yok!
Ellerine sağlık babacım