Hikaye şöyle başladı.
Yeni bir iş bulmaya çalışıyor, fakat gittiğim kapılardan sürekli kovuluyordum. Bundaki etkenin tam olarak ne olduğunu anlayana kadar ellinin üzerinde seçmeye katıldım. Yüzlerce form doldurdum. Ya formlara bakıp eliyorlardı, ya da mülakatta. Görüştüğüm iş yerleri süper şık binalarda olanlardan tutun da, köhne karanlık ofislere kadar birbirinden çok farklı yerlerdi. Mülakata çağrıldığımda, her çeşit insan bekliyor olurdu. Sıram geldiğinde sekreterler zoraki bir nezaketle patronun kapısını açıp buyur ederdi. O kadar çok iş görüşmesine gittim ki, farklı giyim ve konuşma tarzlarını sırayla denediğim bile oluyordu belki bu seferki tutar diye. Zaten önümde sayısız örnek vardı. Sonunda orta halli, gösterişsiz bir giyim tarzında karar kıldım. Renk uyumuna, temizliğine, ütüsüne yoğunlaşıp, iş yerlerinde de daha seçici olmaya karar verdim. Nasıl olsa geri çeviriyorlardı. Bari ziyaret ettiğim yerlerin kalitesi iyi olsun dedim.
Fazla iş deneyimim yoktu. Bir iki vasıfsız işe girip çıkmıştım. Sayım, dosyalama vs. Ben onları beğenmedim, onlar da beni. Küçük şehirde bir üniversiteyi bitirmiş, ortalama notlarla mezun olmuştum. Daha sonra kendimi geliştirme fırsatı da yaratamamıştım. O nedenle beklentim düşüktü. Ama ne de olsa geçim dünyası. Aramayı bırakmadım. Küçük şehirde zaten iş olmadığından büyük şehirde dolanıp duruyordum. Annemle babam da benden umudu kesmek üzereydi. Yavaş yavaş söylenmenin dozunu artırıyorlardı. Madem iş bulamıyordum, memlekete dönüp bari evde bir işe yarasaydım.
İçeriğe gelince, önce form doldurmak gerekiyordu elbette. İş tecrübeniz nedir? Önceki işleriniz? Neden ayrıldınız? Başarısızlıklarınızı nasıl yorumluyorsunuz? Bulmuş olduğunuz en başarılı çözüm nedir? Yığınla soru. Artık otomatikleşmiştim, anında cevaplıyordum. Zaten hepsi birbirine benziyordu. İnsan kaynaklarının yaratıcılığında bir sorun olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Sertifikalarınız var mı? Yok. Sizi tavsiye eden biri var mı? Yok. Başvurduğunuz alandaki iş tecrübeniz? Yok. Sorun çözmede kullandığınız yöntem? Yok.
Aslında bu cevaplara bakıldığında ben de kendimi işe almazdım. Fakat oraya gereksiz yalan bilgiler koyup kendimi olmadığım biri gibi gösterip sonra da insanları kendime güldürmek gibi bir niyetim yoktu. Şövalyelik yapıp kendi stilimde uygun bir iş bulmayı hala umuyordum.
O gün de güzel, güneşli bir gündü. İnsanlar birbirini selamlıyor, çocuklar koşuşturup gülüyor, garsonlar tepsilerine takla attırarak çay taşıyor, banklardaki yaşlı kadınlar dedikodu yapıyordu. Elimde adres bilgileri, 72 numaralı binayı buldum. Güzel bir binaydı. Aydınlık, ferah. Kapıcı giren çıkandan bunalmış, ilgisizdi. Asansörlerden birine doğru yürüdüm, üçüncü katın düğmesine bastım. Bakalım bu sefer nasıl gidecekti.
Patronun sekreteri kapıyı açtı, büyük ve modern döşenmiş salona buyur etti. Bu seferki karşılamaya şaşırdım ama belli etmedim. Sekreter, biraz beklettikten sonra beni doğrudan patronun odasına aldı. Patron ufak tefek, zeki bakışlı, genç bir adamdı. Yanında da yardımcısı genç bir kadın vardı. Kim bilir ne adaylar baş vurmuştur diye düşündüm. Piyango bana mı çıkmıştı? Gösterilen koltuğa oturdum. Patron masasından kalktı ve karşımdaki koltuğa oturdu. İkisi de ciddiydi. Önemli bir durum vardı sanki ama ne olduğunu çözememiştim.
Patron ne içersiniz diye sordu. Bana önemli bir insanmışım gibi davranıyorlardı. Ben de bundan hoşlanmıştım. Fazla ezilip büzülmeden bir fincan kahve rica ettim. Yardımcı genç kadın, hemen sekreterini çağırdı. Nasıl içermişim, hangi kahveden hoşlanırmışım, neler oluyordu…
Sonunda patron konuştu: “Kahvelerimizi içtiğimize göre artık konuya girelim. Biz ciddi bir reklam kuruluşuyuz. Kayda değer bir geçmişiniz olmadığını biliyoruz. O halde sizi neden çağırdık? Öz geçmişiniz o kadar dürüstçe yazılmış ki, hiç bir abartı yok. Şişirilmiş sayısız öz geçmiş arasında sizin sade, basit, satış kaygısı taşımayan cevaplarınız bize yeni bir ufuk açtı. İşi almak için dolambaçlı yollara girmeden form doldurmuş olduğunuzu çapraz sorgulamalardan anlıyoruz.”
Yardımcısı söz aldı:” Reklamcılık tecrübeniz yok. Bunu beklemiyoruz zaten. Sizden istediğimiz, toplantılardaki reklam önerilerine bakmanız. Reklam o kadar gerçekçi olacak ki, yalan bile olsa izleyenler bunu fark etmeyecek. Yani gerçeğe ne kadar yaklaştığımızı test etmenizi istiyoruz.”
Patron araya girdi: “Bu öngörülere göre hangi firmadan reklam alacağımız, kullanacağımız görseller, ürün portföylerini ele alış şeklimiz değişebilir. Bu bir meydan okuma aynı zamanda”
İlk defa birileri bana iş teklif ediyordu. Üstelik de risksiz bir iş gibi duruyordu. Berbat özgeçmişim ve aptalca sayılabilecek doğrularım sanki işe yaramış gibiydi. Çapraz sorgulamalar tabii ki falso veremezdi, çünkü yazdıklarım doğruydu.
Yardımcı konuştu: “Şimdi gelelim para meselesine. Sizin için bir deneme süresi düşündük. Bu süre içinde bir stüdyo daireniz olacak. Ayrıca geçiminizi rahat sağlayabilecek bir miktar da banka hesabınıza aktarılacak. Ayrıntıları muhasebe ve insan kaynaklarıyla görüşlebilirsiniz. Önerimizi düşünmeniz için önünüzde iki gün var. Kararınız kesinleşince beni bu numaradan arayabilirsiniz.” Kartını uzattı.
Patron ayağa kalktı. “Görüşmemiz bitmiştir. Sizden dönüş bekliyoruz. Davetimizi kabul ettiğiniz için teşekkürler” Nazikçe elimi sıktı. Başka bir dünyada gibiydim. Kahkahalarla gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Ben de teşekkür edip kalktım. Başım dönerek çıkış kapısına yöneldim.
Temiz hava iyi gelmişti. Aklım biraz yerine gelmeye başlamıştı. Şaka gibiydi. Üç ay bu işi deneyip, olmazsa bırakırdım. İki günden önce aramamaya karar verdim. Bugün kendime güzel bir yemek ısmarlayıp, sonra da bir iki vitrin bakıp kıyafetime çeki düzen vermek için bolca zamanım vardı. Üstelik yeni bir şey öğrenmeme de gerek yoktu. Bu işi yapabilirim gibi geliyordu. Olmazsa yine görüşmeler, formlar, tuhaf bakışlar… Bu işi istiyordum.
İki gün sonra aradım. Gidince beni muhasebeyle görüştürdüler, bazı evraklar imzalattılar. İlk toplantı ertesi sabah saat 9:00’daydı. Akşam iyice dinlenip durumu kazasız atlatmalıydım. Giysilerimi önceden hazırladım, saatimi kurdum, ofise yakın bir daire vermişlerdi. Yürüme mesafesi.
Toplantı salonuna girdim. Sekiz kişilik bir ekip masanın etrafındaydı. Bana da yer gösterdiler. Ama kimse tanışma faslına girmedi. Önlerindeki dosyalarla meşguldü hepsi. Patron tam saatinde geldi. Günaydın dedikten sonra beni tanıttı. “Yeni arkadaşımız reklamlarımızın gerçekle olan ilişkisini yorumlamak için aramıza katıldı. Kendisine hoş geldiniz diyoruz.” Gözler bana çevrildi, ayağa kalkıp teşekkür ettim. Sunum başladı. Genç bir reklamcı, karşıdaki büyük ekranda ürün tanıtımına başladı. Dikkat kesildim. Çok güzel hazırlanmış metinler ve renkler vardı. Oyuncular özenle seçilmişti, çok başarılıydılar. Burada yalan bulmak zordu. Ben düşünürken reklamla ilgili öneriler yağıyor, beyin fırtınası yapılıyordu. Ayağa kalktım. Herkes susarak bana döndü. Öksürdüm, sesimi düzelttim, “Reklam çok iyi dedim. Fakat arka plandaki görüntüler ürünün farklı bir ortamda kullanıldığı izlenimi veriyor. Anlatılanla uymuyor…” Herkes popular reklam oyuncularına odaklandığından, bu ayrıntı gözden kaçmıştı. İyi bir başlangıç yapmıştım.
Böylece günler geçti. Ben her reklamda yanıltıcı olduğu belli olan söz, görüntü, ne varsa buluyor, ayrıntıları kaçırmıyordum. Satışlar patlıyordu. Deneme süresi bitti, giderek patronun ikinci yardımcısı oldum. Tüm dikkatimle reklamları izliyor, bariz yalanları yakalıyordum. Daha büyük bir daireye geçtim, artık arabam vardı, maaşım da artmıştı. Üstelik memlekete gittiğimde de daha havalıydım.
Kendimi bu işe kaptırmış, keyfim yerinde gidip geliyordum. Ta ki yalansız gibi duran reklamların gerçekte yalan olduğunu düşünmeye başlayana kadar. Herkes yalan söylemeye o kadar alışmıştı ki ağızlarından çıkan sözlerin gerçeğe uygunluğunu kontrol etmeye gerek görmüyorlardı. Ben de onlara daha iyi yalanlar söylemeleri için yardım ediyordum.
Ne olmuştu bana? Daha ne kadar böyle devam edebilirdim?
Artık kendime yalan söylüyordum.
Eski bir reklamci olarak, “Truth well told”