Haftalarca uykusuz kalarak hazırladığı çok uluslu holdingin “Yapay Zekâ Destekli Finansal Gelişim Stratejisi” projesini yüksek idare kurulu önünde sunan Beril Hanım konuşmasını bitirdiğinde pek cılız olmayan alkışları başını hafifçe eğerek kabul etti. Bir yudum su içti, ağzı kurumuştu. Elle tutulur bir sessizliğin ardından ikili, üçlü onay verici mırıldanmalar başladı. Notlarını toplarken sorusu olan var mı kabilinden dinleyicilere baktı. Başkan memnuniyetini belirtti, teşekkür etti. Bir iki üye daha sunumu beğendiğini söyleyerek teşekkür ettiler. Sunum amacına ulaşmış görünüyordu. Beril Hanım tam teşekkür edip toplantıdan ayrılmak üzereyken masanın uzak köşesinde oturan, yüzünü pek seçemediği genç bir üye elini kaldırınca duraksadı. Sorunuzu alabilir miyim anlamında elini uzattı. Genç adam teşekkür etti, sorusunu yöneltti. Bu, toplantının son eleştirel yorumu olacaktı herhalde diye düşündü. Kısa konuştu. İki noktaya değindi. Uzak projeksiyona biraz daha açıklık getirmek mümkün müydü? Bir diğeri, rakiplerin benzer yöntemi kullanması halinde alternatifin ne olacağı hakkındaydı. Aslında önemli sorulardı. Söz sırası O’na gelene kadar diğer üyeler olumsuz beyanlarda bulunmamışlar, kafalarını sallayarak sunumu onayladıklarını belli etmişlerdi. Bu durum, en son konuşmadan önce, projesinin kabul edileceği hissiyle Beril Hanımın tebessümüne neden olmuştu. Genç adamın kibar, kararlı sözleri salonda hissedilir bir boşluk yarattı. Yüzünü net seçemediği bu üye Beril Hanımın sinirini oynattı. Pişmiş aşa soğuk su katmıştı. Bu öneriye itiraz ederse projenin reddedilebilirdi. Büyük holdingler böyledir. Her şey düzgün gider, sonradan düzeltilebilecek bir ayrıntı işi berbat edebilirdi. Kendini topladı, soru soran genç adama teşekkür etti, yönetim kurulu başkanına dönerek istenenler üzerinde çalışabilmek için iki hafta süre istedi. Kabul edildi. Bilgisayarı kapatıp belgelerini toplarken elleri titriyordu. Kendine hâkim oldu, sakince üyeleri selamladı, çıktı. Portmantodan trençkotunu alıp asansöre yöneldi. Çağır butonuna basarken elleri titriyordu.

Asansör saniyeler içinde zemine inmişti. Gökdelenden çıktı. İki blok uzaktaki müdavimi olduğu kafe restorana yöneldi. Koyu bir kahve iyi gelecekti. Sigara içilen bölümde, cam kenarına oturdu. Üstünü çıkardı, çantasını yanındaki iskemleye bıraktı. Garsona siparişini verdi. El çantasından sigara paketini çıkardı. Çakmağını aradı, bulamadı. Garsondan isterim, diye mırıldandı. Kahve gelene kadar genç adamın söylediklerini düşündü. Prensipte haklıydı. Çözülemeyecek sorun değildi. Lakin proje ilerledikçe gündeme gelir, konjonktüre bakılarak çözüm üretilebilirdi. Sigarayı parmaklarının arasına yerleştirdi. Garson kahveyi masaya koyarken “Sigaranızı yakabilir miyim Beril Hanım “diyen sese doğru başını kaldırdı. Sunumdaki genç adamın sesi. Özel bir ses. Belleğine çivi gibi çakılmıştı. Unutmak, hayır. Sigarasını yakarken adamın yüzüne bakınca keskin hatlar, çelik grisi gözlerle karşılaştı. Genç adam sanki davet bekler gibi bir an durunca Beril refleks olarak “Teşekkür ederim, oturmaz mısınız.” dedi. Ardından ev sahibi sıfatıyla “Ne içersiniz?” diye ekledi. “Sizinkinden”. Adam kadının karşısına oturdu. Bir çift çelik grisi göz kendisine bakıyordu. Bakışlarını kaçırmaya çalıştı. Olmadı. O da gözlerini adamın gözlerine dikti. Daha önce böyle bir göz rengi hatırlamıyordu. Bu bakışlarda kendine güven, kararlı bir irade vardı. Yüz hatlarıyla beraber ürkütücü bir görünüm. Gizemli bir karakter, diye düşündü Beril. İkisinin bakışları kilitlenmiş, kimse sözü başlatamıyordu.

Çok kısa bir zamanda bu kadar etki altında kalınabilir mi? İnsanı esir alan, güçlü, anlaşılması zor bu bakışların ardındaki zihinsel düşünce merak uyandırıcıydı. Garsona ikinci siparişi verirken etkileyici ses tonunu yeniden duymak Beril’i mutlu etti. Bakışlarındaki ısrarlı, ciddi ifade zaman içinde şefkate dönebilir, diye düşünürken genç adam yeniden konuştu. “Oturmama izin verdiğimiz için ben teşekkür ederim”. Ne ses yarabbi. Bas bariton. Mimikleri sesiyle birlikte özel bir anlam taşıyordu. Güvenli bir liman olabilir miydi? “Proje sunumu sonundaki öneriniz yerindeydi”. “Demek öyle düşünüyorsunuz. “Beril gönüllü tutsak gibiydi. Adamın gözlerinde sessiz bir asalet, uzak yalnızlık, derin bir sükûnet vardı. Ketumiyet, belki. “O holdingde daha önce de sunum yaptım. Fakat sizi yönetim kurulunda ilk kez görüyorum”. “Yurt dışındaydım”. Ciddi, dengeli, kısa, net bir yanıt. Gözlerini kısarak bakıyordu. Karşısındakini konuşmaya teşvik edici bir suskunluk. Muhatabına ‘O sustu, bari ben bir şeyler söyleyeyim sohbet yavanlaşmasın’ taktiği gibi. “Holding ile ortaklık ilişkiniz var mı”? Yine kısa bir yanıt, “Hayır, yok”. “Yaptığınız katkıdan konuya yabancı olmadığınızı anlıyorum. Kariyerinizi ne yönde geliştirdiniz”? Adamın tutumu karşısındakini özgür bırakıp merak ettiği konuları sormasını ister gibiydi. Sorularınızı sorun, iyi bir dinleyiciyim. Yumuşak, sorgulayıcı bir tavır. “Finansal muhasebede AI uygulamalarıyla ilgileniyorum”. Neden yapay zekâ demedi ki diye düşündü. Bir üstünlük mu taslıyor yoksa? Kadın “Ne tesadüf… Sizden yararlanabiliriz, izin verirseniz”. Tekrar konuşmaya başladı. Müzikalitesi olan bir sesi vardı. “Beril Hanım toplantıya katılmadan önce kariyer profilinize baktım, mükemmeldi. Bana ihtiyacınız yok. Yönetim kurulu başkanı büyük babamdır. Katılmamı rica etti. Diğer üyelerin fikrimi öğrenmelerinin ilginç olacağını düşünmüş olmalı. Üstesinden gelebileceğiniz bir iki söz söyledim. Yani hatır için konuştum. Sizi kırdıysam özür dilerim”. Cümle aralarında küçük es’ler veriyordu. Bir senfoni dinliyordum sanki. Beni etkisi altına alan bu adama hayranlıkla bakıyordum. Kendimi unutmuştum adeta. Silkinip kendime gelince, “Hayır kırmadınız, dedim. Belirttiğiniz hususların sizin dışınızdaki bir üyeden gelmesini beklerdim. Ve cevabım hazırdı. Rakiplerin gardını görelim, yani zamana bırakalım. Konjonktür ne gösterecek, bakalım diyecektim”. Kahveler soğumuştu.

Merakımı çoğaltan bu tesadüfe bir an için minnet duydum. Bir süre suskunluk hâkim oldu. Zaman hızla geçti. Genç adam ayağa kalkınca içimde bir tel koptu. Ayrılık vakti gelmişti anlaşılan. Bir daha ne zaman, nerede o gözlere rastlarım diye dikkatle yüzüne baktım. Bir kuyu, içinde kaybolmak istenen, lakin ürperten bir çift çelik grisi göz. “Sizi yalnız bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm. Yetişmem gereken bir randevum var. Tanıştığımıza memnun oldum Beril Hanım. Bu arada çok güzel bir isminiz var, size yakışıyor. Ayağa kalkan Beril “Teşekkür ederim”, dedi. “Ben de tanıştığımıza memnun oldum”. Kadın uzatılan eli sıktı. Güçlü, güven veren, samimi bir tokalaşma. Adam oturduğu iskemleyi düzeltti. Bir kaşını hafifçe kaldırarak küçük bir tebessüm eden yakışıklı gidiyordu. Bu adam antik çağlardan gelen mitolojik bir kahraman olmalı. Hektor, Aşil… Seri, kararlı adımlarla kafeden ayrıldı. Kadın bu beklenmedik rastlantı için koruyucu meleğine teşekkür etti. Gözlerine bakmaktan adını bile öğrenememişti. Bir daha bu kafeye gelir mi acaba? Telaşla caddeye baktı, yok. Kalabalığa karışmış olmalı. Göremedi. Haşin bir rüzgâr, çiseleyen yağmur, akşam alacası, yanan sokak lambaları. Kadın yerine oturdu. Efkârlanmıştı. Keyifle garsona seslendi. “Bakar mısınız? Bir cin tonik lütfen. Cini duble olsun. Teşekkür ederim. Ha, bir de çakmak rica ediyorum”. Artık her sigara yakışında çelik grisi gözleri, buğulu, etkileyici sesi hatırlayacaktı.

X X X X X X X X X X X

Beril Hanım o akşam üç torunuyla odasında sohbet ediyordu. İki oğlu, gelinleri, torunları toplanmıştı. Mutfakta ve yemek salonunda hummalı bir faaliyet vardı. Beril Hanım seksen yaşına basmıştı. Doğum günü kutlanacaktı. Torunu Ceren “büyükanne “dedi. “Şimdiye kadar hep günlük olayları konuştuk. Seni yürekten etkileyen, unutamadığın, hatırladıkça hâlâ kalp çarpıntısına yol açan bir gençlik hatıranı anlatır mısın”? Bu soruyu beklemeyen büyükanne kısa bir an duraladı. Burnunun ucundaki gözlüğünün üzerinden Ceren’e baktı, nereden çıktı bu soru diye. Mimikleri değişti. Dalgınlaştı. Mazide kalmış bir anıyı hatırlamaya çalışıyordu. Meraklı gözler Beril Hanıma dikilmişti. Çocuklar büyükannenin anlatacaklarını sabırsız bir sessizlikle bekliyordu. İz bırakan bir hatırayı dinleyeceklerdi. Bir yudum su içti. Yavaşça gözlüğünü çıkardı. Lekeli elleriyle beyaz saçlarını geriye doğru attı. “Şimdiye kadar anlatmadığım bir hatıramı dinleyin bakalım “, dedi. Üç çift göz heyecanla Beril Hanımın ağzına bakıyordu. Büyükannenin yüzünden bir gölge geçti. Zihnini toplamaya çalışıyordu.

İlk göz ağrım Ceren ve sizler, canlarım. Uzun yıllar önce, gençliğimde bir adam tanıdım. Bir çeyrek saat kadar sohbet edip kahve içtik. Daha doğrusu ağız tadıyla içemedik, soğuttuk. Vakit dar, konuşmamız üç, beş cümle. Buna karşın bakışmamız saatler sürdü desem yeridir. Çoğunlukla ben baktım genç adama. Bakmaktan konuşamadım. Adamın gözleri beni esir aldı. Yüzünün ifadesi, mimikleri, profilden hatları… Eskilerin demesiyle, tarifi gayri mümkün bir çehre. Şu anda anlatamam. Farklı bir sima. İnanın bana, genç adamın adını bile sormayı unutturan yüzü, ille de çelik grisi gözlerine esir oldum. Tutuldum, konuşamadım. Sanki mitolojik bir Yunan ya da Roma tanrısı karşısındayım.

Konuşmamız uzunca araların olduğu kısa bir görüşmeydi. O beni tanıyormuş. Ben bir finans ofisinde proje danışmanı olarak çalışıyordum. O da aynı sektörde, yapay zekâ kullanarak bir yazılım geliştiriyormuş. Neyse bu ayrıntılar size ilgilendirmiyor. Gelelim Ceren’in sorusuna. Büyükannenizin gençliğinde etkilendiği, nefesini daralttığı, kalbinin kuş gibi çarpmasına neden olan biri vardı. Anlattıklarımdan bir şeyler sezinlemiş olmalısınız. Ceren’in ikinci soruyu ben sorayım. “Büyükanne, seni derinden etkileyen bu genci bir daha gördünüz mü”? “Hayır görmedim. Peki onu hiç aradınız mı? Benim proje sunduğum holdinge yurt dışından danışmanlık veriyormuş. Sunumumu yaptıktan sonra iki kritik ayrıntıyı dile getirdi. Doğruydu söyledikleri. Daha sonra holding yönetim kurulu başkanının torunu olduğunu öğrendim. Sekreterlerden biri kulağıma, Alp beyin sürekli yurt dışında çalıştığını ve nişanlı olduğunu fısıldadı. Ümitli olmamamı ima etti sanırım. Bir şey koptu içimde. Sevdiği oyuncağı kaybetmiş bir çocuk gibi üzüldüm. Neyse hiç olmazsa adını öğrenmiş oldum. Alp. Konuşması gibi kısa, net.

Genç adam bir süre zihnimi meşgul etti. Sanki tuhaf bir yalnızlık içindeydim. Eski bir arkadaşımı kaybetmiş gibi. Alp’i bir defa rüyamda gördüm. Hiç konuşmadan beni dinledi. Hep ben konuştum. Ne söylediğimi unuttum. Onu tanımaya çalıştım. Hiç cevap vermedi. Ağladım, konuş benimle lütfen dedim. Konuşmadı. Büyük ıstırap. Ruhum yalnız kalmıştı. Kafedeki kısa beraberliği, konuşmalarını hatırımdan çıkaramadım. Daha sonra zaman zaman özlemle anılara daldım. Gizli bir sevdaya dönüşen bir özlem gibi. İnsan çok kısa bir zaman içinde ve bir görüşte bu kadar etki altında kalabilir mi? Kalıyormuş demek. Ara sıra kendime kızıyordum. Kaybetmemin öfkesi. Hatalı mıydım? Onun peşini bırakmamalı mıydım? Bilemiyorum çocuklar. Çok düşündüm. Olmadı. Yarım kalan bir yolculuk yaşamıştım. O kısa anları, içime akıttığım göz yaşlarından yaptığım zarfa koydum. O mektubu hâlâ yüreğimin en derin yerinde saklıyorum. Belki ayrıntıları unuttum. Çelik grisi gözler, imkânsız. Çok konuştum çocuklar Yaşlı insanların çenesi düşük olur. Kusuruma bakmayın. Hâlâ benim olan, şimdiye kadar kimselere anlatmadığım bu sarsıcı hadiseyi yeniden yaşattığın için sana çok teşekkür ederim Ceren. Bu arada sizlerden bir ricam olacak. Mumları söndürürken bana yardım eder misiniz?”