Bir düğüm atıyor…

Çözüyor yeniden. Ağır ağır çözülürken ip, kocasının köye otobüsüyle geldiği yol oluyor. Geleceği günü hasretle beklediği yol… Nasıl da yakışıklıydı! Nasıl da güzel bakardı! O zamanlar… Gönülleri düşmüştü birbirlerine. Anası onu İstanbul’a koyuvermek istememiş ama anasının gözünün yaşına bakmadan varmıştı bu içine alev alev aşk ateşi koyan Şevket Kaptan’a. Öyle yangındı ki kocasına, İstanbul’da iki göz gecekonduda kaynanasıyla beraber yıllarca oturmak, onun bir dediğini iki etmemek ağır gelmemişti. Ta ki…

Yeniden düğümlüyor. Kaynanaya… Hırsla!

O daha çocukken gitmişler Şevketler İstanbul’a. O zamanlar adını bilir, kendini bilmezdi. Ne zaman ki köye otobüsüyle ilk geldi, o zaman bildi. Sonradan öğrenmişti kaynının kayınpederiyle birleşip, elde etekte ne varsa satıp bir otobüs aldığını. Köyden şehre, şehirden köye yolcu taşıyarak İstanbul’da tutunduklarını. Zamanla biraz para birikince arsa almışlardı ailecek. Güzel günler, hayaller o arsa alımıyla başlamıştı. Ta ki…

Bir düğüm de kayınpedere… Neden ölüverdin ki?!

Kaynıyla kocasına kalmıştı iş. Şevket palazlanıyor hafiften. Eve gelmemeler, ufak el kaldırmalar… Hâlâ iki göz gecekonduda. Kaynana her an tetikte iki laf sokuşturmak için. Sesi çıkmıyor. Çıkamıyor… Kızlar da var. Üç kız ardı ardına… Biraz ezik… Yavaş yavaş yürüyor inşaat bir yandan. Her birine bir daire. Her şey güzel olacak. Hele bir bitse…

Bir düğüm de kaynına… Sen neden gittin gencecik?! 

Kaynı ölüverince trafik kazasında, iş tamamen Şevket’e kalıyor. Eve daha da az geliyor. Ara sıra… Her geliş bir kâbus! İçki sofrası, dayak… Para hiç yok. Kızlar büyüyor. Okul çağları birer birer. Boncuklu günler… Bluza boncuk işle, elbiseye payet dik. İnşaat bitiyor. Şükür! Dairenin içi yapılacak. Daha çok boncuk işle, daha çok payet dik. Gece gündüz işle, gece gündüz dik. Kızlar okusun, daire bitsin… Dairenin içi de bitiyor. Taşınacak, güzel günler başlayacak. Merdiven… Apartmanın merdiveninden itiyor yenge.  “Benim kocam yok başımda. Kiraya vereceğim. Kocan baksın sana” diye diye basıyor tekmeyi. Koca nerede? Koca yok…

Bir düğüm de yengeye… O tekme için!

Koca artık hiç yok! Dost tutmuş kendine. Haberi geliyor. Üç kızla gecekonduda didinmeye devam. Yalnız başına… Kaynana yeni apartmanda. Buna da şükür! Boncuk işle, payet dik.  Boncuk boncuk gözyaşları her gece… Kızın en büyüğü ortaokula gidecek. Para lazım. Haber gönderiyor kocaya. Koca geliyor. Dayak… Burnunu kırıyor. Şikâyet polise… Bir şey olmuyor. Şevket’e sadece uyarı! Takmadığı bir uyarı… Daha çok boncuk, daha çok payet… Kızı sokuyor ortaokula. Diğer ikisi ilkokulda henüz. Okutacak. Kararlı… Her yer boncuk, her yer payet…

Bir düğüm de Şevket’e… Hani bahçende tek bir gül kokuyordu!

Kız ortaokulu bitirirken bir esnaf istiyor oğluna. Veriyor… Mecburen! Parasızlıktan… Bir boğaz eksik.  Esnafın durumu iyi. Bari kız kurtulsun… Bir kâğıt geliyor eve. Okuması yok ki! Küçük kıza okutuyor. Boşaltın, yıkacağız yazıyormuş kâğıtta. Nereye gider, ne yapar? Buldozerlerin sesiyle sokakta… Damat iyi… Okmeydanı’nın arka sokaklarında iki göz ev tutuyor onlara. Kira yarı yarıya… Daha çok boncuk, daha çok payet…

İkinci kız da ortaokulu bitirdi, liseye gidecek. Nasıl olacak? Daha çok para… Boncuk, payet, biraz da el işi… Yetmiyor. Şevket’in haberleri geliyor. Ev tutmuşlar orospuyla. Kızlar sanki sırf onun… Bir oğlan doğuraydı! Haber gönderiyor. Büyük kız evlendi, diğeri liseye başlayacak. Para istemedi bu sefer. Sadece haber… Geliyor Şevket. Dayak… Yüzü, gözü mosmor… Şikâyet edesi yok bu defa. Etti de ne oldu? Damat olmaz diyor. Şikâyet et. Ceza alır kesin. Ediyor gene. Hapis cezası… İki ay… İyi… Aklı başına gelir. Gelir mi? Umut… Boncuk gözyaşlarının arasından otobüsten inişini hatırlıyor. İçi eziliyor. Üzülüyor. Heyecanlanıyor…

Bir düğüm de kadına… Kocama büyü yaptın orospu!

Sabah kalkıyor. Erkenden… Sarma yapacak. Şevket seninki başka oluyor derdi. Gözlerinin içi aşk… Kaynana bozulurdu. Gene de derdi. Başlarda… İyi günlerde… Belki… Gene… Sarıyor hızlı hızlı… Tatlı bir heyecan… Biraz korku… Ne diyecek? Ders olmuş mudur? Bir türkü dudaklarında… Belki… Yeniden… Temiz çamaşır, çorap da aldı ona. Sanki yol başından otobüs görünecek… Öyle bir heyecan… İçi kıpır kıpır… Belki… İnşallah…

İnanamayan gözlerle bakıyor. İçinde temiz çamaşırlar olan torba elinden kayıveriyor. Sefer tası açılıyor. Kapağı tıngır tıngır… Zeytinyağlı sarmalar yerde. Bir Şevket’e, bir kadına bakıyor. Kadının gülen dudaklarındaki pembe ruj onu ısırıyor. Kocası dediği adam, sanki bir yabancı, öfkeli, başını çeviriyor.

Tanımıyorum bu kadını. Karım bu benim.

Anlamadım. Nasıl?!

Kadın gururlu… Gardiyan şaşkın…

Hadi Abla, topla eşyalarını, git evine.

Ama, ama…

Aması maması yok Abla. Bak adam ne diyor? Karısı oymuş, seni tanımıyormuş.

Ama o benim kocam! Yirmi yıllık kocam. Kızlarımın babası…

Abla uzatma işte. Tanımıyormuş.

Ama karısı benim, benim benim !..

Gardiyan kolundan çekiştirip onu oradan uzaklaştırmaya çalışıyor. Torbasını eline tutuşturup kapıya doğru itekliyor. Karısı benim! Sarmalar yerde… Sabah erkenden umutla sardığı sarmalar… Karısı benim! Bir kadın ayakkabısı basıyor üzerlerine. Yüreğini eziyor. Umudu kesiyor. 

Artık yerine apartman dikilmiş gecekondunun yakınındaki ceviz ağacı duruyor hâlâ. Hep derdini döktüğü ceviz ağacı. Kollarını açmış onu kucaklıyor. Anlat bana derdini… Cevap vermiyor. Sadece boncuk boncuk gözyaşları… Şevket’in, beynine nakşolmuş “Tanımıyorum bu kadını. Karım bu,” sözleri büyüyor… Büyüyor… Büyüyor… Zedelenmiş ruhunun en ıssız köşesini kaplıyor. İçinde patlayan sessiz haykırışlar sımsıkı kapalı dudaklarının arasından sızıyor. Seni hep sevdim… Her şeye rağmen… Bahçenin tek kokan gülü bendim… Kimse seni benim kadar sevemez… Güzel günler gelecekti… Gül yeniden kokacaktı… Gülü soldurdun… Gülü öldürdün… Ağacın dalına ipi doluyor. Çöpün kenarına atılmış bir teneke buluyor. Üstüne çıkıyor.

Son düğüm kendine.