Adı bir tuhaf bu pazarın. Yine de sempatik ve merak uyandıran bir tınısı var. Nostaljik bir tını… Geçmişin izlerini taşıyor günümüze. Sıradan insanların bakıp geçtiği bir pazar. Bazen açık havada, bazen küçük bir dükkânda karşımıza çıkar. Dikkat edilmezse gözümüzden bile kaçabilir. Gençler pek itibar etmez buralara.
Dikkatli bir göz neler bulmaz ki… Çok eskiden ışığında sevgiliden gelen mektubu gizlice okuduğun şişesi çatlak gaz lambası, iftar zamanını beklerken arada bir baktığın baba yadigârı zembereği kırık köstekli saat, neşeli akşamlarda bir kadeh parlatırken taş plakta Safiye’nin sesiyle hayat bulan nikelajı zedenmiş borulu gramofon, günlerce emek verilerek yapılmış cilası matlaşmış ıhlamur ağacından gemi maketi, artık kimsenin yüzüne bakmadığı bir zamanların değerli madeni paraları, ev yıkıldıktan sonra eskiciye verilen cümle kapısının neredeyse yarım kilo çeken paslı demir anahtarı, içildikten sonra ümitle fal kapatılan zarflı lakin kulpu kırık kahve fincanları, kış gecelerinin hakikatli arkadaşı pirinç ya da bakır semaverlerle porselen tabaklı, ince belli çay bardakları insanın yüreğini ısıtır.
Az ötedeki tezgâhta cildi yıpranmış, sayfaları sararmış neredeyse yarım asır önce basılmış aşk romanı, uzun yıllar önce İstanbul’u ziyaret ettiklerinde tarihi anıtların, ahşap evlerin, mesire yerlerinin resimlerini yapmış yabancıların rulo halindeki rengi atmış eserleri, eski harflerle yazılmış tıp kitapları hayranlıkla tetkik edilebilir. Hatta ellerin kirlenmesine aldırmayıp biraz araştırılırsa, bir zamanlar insanların ne anlama geldiğini tutkuyla öğrenmek istedikleri rüya tabirleri kitabı bile bulunabilir.
Köşedeki büyükçe dükkân eski ev eşyaları satıyor. Otuz yıl kadar önce yeni evlenmiş bir arkadaşımızı eşimle ziyaret ettiğimizde çok şaşırmıştık. Oturma odasında kumaşı eskimiş koltuklar, kanepe, cilası yer yer kaybolmuş sehpalar… Ahşap, kahvehane sandalyelerinin hepsi birbirinden farklıydı. Ceviz ağacından yapılmış masif yemek masası bir anıt gibi duruyordu. Hatta yerdeki halının havı dökülmüş, girişte serili olan kilimin rengi atmıştı. Eğreti abajurlarla apliklerin salona verdiği loş aydınlık bir mabet havası uyandırıyordu. Kim bilir kimler oturmuş o koltuklarda, kimler yemek yemiş o masada. Eğer uzun süre severek kullanılırsa insanın ruha eşyaya geçermiş. Büyük annem söylerdi. “O eşyalara saygılı davranın, ilk sahipleri sizi gözetliyor. Onları mutlu edin ki siz de mutlu olasınız, derdi.” Doğru mu acaba? Bu sözler insanın hayal kurmasına yardım edebilir. Yapılan sohbetlerin lezzeti, ya da ürpertisi insanı sarar. Hatıralar canlanır.
Meşhur laftır. Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı. Bu sayı için yazdığınız öykülerin bitpazarına nur yağdırmasını dilerim.