Suyun önemini en güzel şekilde anlatan Slovak atasözü ile yazıma başlamak istedim “Saf su, dünyanın ilk ve en önemli ilacıdır.” Organlarımızı hem besleyen hem de temizleyen SU hayatın ta kendisidir. Suya ihtiyacı olmayan bir canlı söyleyebilmek mümkün mü? Hayır, dünyamızda canlı diye nitelendirdiğimiz her varlığın, havadan sonra su ihtiyacı da bir zarurîyettir. Dünyamızın dörtte üçünü kaplayan su, insan vücudunun oluşumunda da baş rolü kapmıştır, diğer canlılarda olduğu gibi.   

SU, döngüsüyle de hem dünyamız hem de bizim için çok önemlidir. Yağmur olup yağar, sırf yağmasıyla bile bizi mutlu ederken, hayvanlarımızın ve bitkilerimizin beslenmesini sağlar, nehirlerimizi, göllerimizi, yeraltı su kaynaklarımızı çoğaltır, denizlere, göllere ulaştıktan sonra buharlaşıp tekrar yağmur ya da kar olup yağarak döngüsünü tamamlar. Kabaca döngüsünü böyle tanımladığımız suya Lucy Larcom “bir damla su eğer kendi tarihini yazabilirse evreni bize açıklayabilir.” diyerek daha büyük bir anlam yüklemiştir.   Suyu içtiğimiz gibi, onu yaşadığımız sürece çeşitli amaçlarla kullanacağız; yıkanırken, yemek yaparken, evimizi, şehrimizi temizlerken, bir yerden bir yere ulaşırken…

Büyük uygarlıklar ve büyük şehirler genelde su kenarına inşa edilmişlerdir. Bu bir nehir olabilir, bir göl olabilir veya deniz kenarı. Hatta tarihte yatağı değişen nehirlerin ardından terkedilen şehirlere de rastlamak mümkün; Özbekistan’ın Hiva şehri gibi. 1550’ li yıllarda Harezmlilerin başkentliğini yapan Amuderya kıyısına kurulmuş Hiva, 1576 yılında nehrin yatağını değiştirmesiyle oluşan kuraklık sebebiyle nüfusunun çoğunu kaybetmiştir.  Küresel ısınmayla dünyamızı tehdit eden çölleşmenin de soluğunu artık her yerde ensemizde hissediyoruz. Geçtiğimiz on yıllar içinde pek çok nehrimizin ve gölümüzün kuruduğuna tanık olduk. Tuz gölümüzde su havzası kaybı yüzde altmış beşlere ulaştı. Flamingolar yaşam sebebi olan göllerini kaybediyor. Pek çok şehrimiz de susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya. Bir zamanlar Trakya bölgemizin verimliliğine katkıda bulunan Ergene nehri şimdilerde zehir kaynağına dönüşmüş durumda.

Ursula K. Le Guin’in “kıyıya vurmadıkları sürece, balıklar suyun farkında değildirler.” cümlesinde bahsettiği balıklardan olmamak için suyumuzun kıymetini bilmemiz, onu besleyen kaynakları korumamız lazım. Geçen yıl Marmara denizinde yaşanan müsilaj; doğamızın ve su kaynaklarımızın kirletilmesini görünür kılarak bize mesaj vermiştir. Doğanın bu çığlığını duymak ve gereken önlemleri almak hepimizin görevidir. İnsanın olmadığı yerlerde doğa kendini yenileyerek bütün canlılarını besliyor. Mavisiyle, yeşiliyle gözümüzü, gönlümüzü okşuyor ve bize huzur ve sağlık vadediyor. Tabii onu bozmaya kalkmadığımız sürece…

Bu sayımıza, Arif Kâmil Olgun, Bahar Uysal Karakuş, Canan Kuzuloğlu, Dilek Yılmaz, Füsun Uzunoğlu, Hüseyin Karagöz, Nurdan Atay, Nuriye Yıldız, Sülbiye Yıldırım, Yayla Boztaş öyküleriyle, Billur Akgün “Su Kürü” adlı kitabın tanıtımıyla katkıda bulunmuşlardır.

Keyifli okumalar dilerim.