Kiltablet’in şubat ayı konusu “Su” olunca geçen yıl okuduğum ve etkilendiğim Sophie Macintosh adlı 1988 doğumlu, Güney Galler’de dünyaya gelen genç bir yazar tarafından yazılmış Su Kürü adlı roman aklıma geldi. Yeniden okumanın tam zamanı deyip elime aldım, birçok ayrıntıyı ilk okuyuşumda kaçırdığımı fark ettim, bir solukta tekrar okudum ve bu tanıtım yazısı çıktı ortaya.

Yazar Warwick Üniversitesi’nde Edebiyat ve Yaratıcı Yazarlık Öğrenimi görmüş. Öyküleri, denemeleri ve şiirleri Granta ve New York Times gibi çeşitli dergilerde yayımlanmış. “Grace” adlı öyküsüyle 2016 White Review Öykü Ödülü’nü, “The Running Ones” öyküsüyle 2016 Virgo/Stylist Öykü ödülünü almış. Su Kürü ilk romanı ve 2018 Man Booker Ödülü’ne aday gösterilmiş.

Dilimize, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Mezunu, 2000 yılından beri editörlük ve çevirmenlik yapan Begüm Kovulmaz tarafından çevrilmiş.

Romanda babaları tarafından toksik dış dünyadan ya da erkekler dünyasından “korunmaya” çalışılan üç kız kardeşin hikayesi anlatılıyor. Baba, Erkekler ve Kızkardeşler adlı üç bölümden oluşan hikâyeyi Grace ve Lia’nın ağzından dinliyoruz. Sky adlı en küçük kardeşin anlatıda pek payı yok.

Baba adlı ilk bölüm çarpıcı bir giriş cümlesiyle başlıyor; “Bir zamanlar bir babamız var fakat biz farkına varmadan ölüyor.” Çok muğlak ve merak uyandırıcı bu cümlenin peşine düşüp bambaşka bir dünyanın içine giriyoruz. Kral adını verdikleri babaları için yas tutma döneminde anneleri tarafından bir hafta boyunca sürekli uyutulan kızlar, yine onun ültimatomuyla babaları tarafından oluşturulan ve anneleri aracılığıyla uygulanan ritüellerine geri dönüyorlar. Yaşadıkları yer okuyucuda bir ada izlenimi uyandırıyor, kızlar ise buna inandırılmış. Evleri içinde havuzu, balo salonu, resepsiyonu, lobisi ve sayısız odaları olan eski bir otel, hastane veya belki de bir rehabilitasyon merkezi. Etrafı dikenli tellerle çevrilmiş dışarıdan girmenin, içerden çıkmanın yasak olduğu bir yer. Anakarada ya da dış dünyada kadınları mahveden toksik bir dünya var. Korkulacak bir dünya. Bu adaya gelirlerken sadece anne, baba ve Grace var. Anneleri Lia’ya hamile, Sky sonradan doğuyor. Dolayısıyla dördü toksik dünyaya maruz kalmış, en temizleri Sky. Hayatlarında suyun çok önemli bir yeri var. Hem dış dünyanın kötülüklerinden hem de içlerindeki kötülüklerden kurtulmak için yaptıkları, eziyet hatta işkence boyutlarına varan, suyun her halinin kullanıldığı ritüelleri var. Havuza ağırlıklarla dalıp nefessiz kalıncaya kadar suyun dibinde kalmak, bayılma çuvallarıyla saunaya girip bayılıncaya kadar kalmak, buz kovası terapisi, su kürü gibi. Yapılan her terapi aralarındaki sevgiyi, dayanışmayı güçlendirmeye yönelik gibi görünse de nefret ve korkuyu da körüklediği bir gerçek.

Bu bölümde ayrıca adaya dış dünyadan terapi için gelen, erkekler tarafından hasar verilmiş kadınlardan da söz ediliyor. Artık yoklar, akıbetlerini satır aralarından özellikle son bölümde öğreniyoruz. Bu arada Grace hamile ve bebeğin babası hakkında bilgimiz yok.

Erkekler adlı bölümde bir gün sahilde beliren iki erkek kardeş ve birinin oğlu ile o çok korktukları dış dünya, erkekler ve kendileriyle yüzleşiyorlar.

Bu bölümde araya, adaya daha önce terapi amaçlı gelen hasarlı kadınların dış dünyada yaşadıklarını anlatan notlar serpiştirilmiş. Nasıl yoğun bir şiddete maruz kaldıklarını, yalnız bırakıldıklarını anlatan notlar. Kadınlardan biri şöyle yazıyor; “Herkes biliyordu ama kimse yardım etmedi. Hepimizin boğazına takılan sırdı bu. Annem, kız kardeşlerim, teyzelerim bile. Birinden diğerine geçti. Bakışları, sen neden muaf kalasın? diyordu. Bizden daha iyi olmaya ne hakkın var? Kalplerimizin yıllardır kaynadığını göremiyor musun?

Erkeklerin adaya gelişlerini anne önce tepkiyle karşılıyor ancak sonra yumuşuyor. Kral varken ayda bir anakaraya gidip kadınların yaptığı muskaları satıp gelir elde ediyor, ihtiyaçlarını temin edip dönüyordu. Uzun zamandır anakarayla bağlantıları kesik. Belki yumuşamasında bunun da payı oluyor. Adları Llew, Gwil ve James olan erkekler yavaş yavaş herhangi bir zorlamada bulunmadan hayatlarına giriyor, yiyecek temininde onlara yardımcı oluyorlar, onları korumaya talip oluyor, kızlarla iletişim kuruyorlar. Grace doğum yapıyor, bir erkek bebek dünyaya getiriyor, annesinin talimatıyla Lia bebek konusunda “yapılması gerekeni” yapıyor. Bir gün anne ortadan kayboluyor, kızlar ve erkekler artık yalnız. Kızlar babalarından sonra annelerinin de zalimliğinden kurtulmanın hem rahatlığını yaşıyorlar hem de onları çok özlüyorlar. Lia ile Llew arasında başlayan aşk hikayesi başlangıçta iyi giderken, kızlar arasında en az sevilen, kendini çok yalnız hisseden, ten temasına hasret Lia’nın doyumsuzluğu, aşırı talepkârlığı nedeniyle Llew’in bıkkınlığıyla sonuçlanıyor. Kızlar tarafından korkutulan Gwil’in trajik bir şekilde ölmesi erkeklerle ilişkilerinin gerilmesine neden oluyor.

Olayların düğümünü çözen Kız kardeşler adlı son bölüm Grace’in ağzından anlatılıyor. Gerilerek, soru işaretleriyle okuduğumuz ilk iki bölümdeki bütün sırlar açığa çıkıyor. Ben kitabı bitirdikten sonra aile, kan bağı, iktidar, otorite, sevgi, korku kavramları üzerine uzun bir süre düşündüm. Kitapta şiddet sadece erkekler tarafından uygulanmıyor, babanın talimatıyla ama çoğunlukla anne aracılığıyla kızlara, kızlar birbirlerine, daha sonra kızlar fırsatını bulduklarında kendilerinden güçsüz gördükleri erkek çocuğa güç uyguluyor. Otoriteyi temsil eden Kral’ın erkekler dünyasından kaçırdığı ailesine kurduğu düzen de adadaki tek erkek olarak kendi düzeni. Sonunda kızlar kendilerine dayatılan yaşantıdan kaçmanın, hiç bilmedikleri dış dünyaya açılmanın bir yolunu bulacaklar mı ya da o cesareti kendilerinde görecekler mi sorusunun cevabını almak için son bölümü okumak lazım.

Su Kürü çok akıcı bir dille yazılmış distopik bir roman. Yazarın okuma listeme aldığım Mavi Bilet adlı romanıyla ilgili araştırma yaparken yine distopik bir temaya yönelmiş oluğunu gördüm. Neden acaba diye düşünürken karşıma yazarla yapılan bir söyleşi çıktı.

T24’te yayınlanan, Selin Tamtekin-Sophie Machintosh söyleşisinde bu soru sorulmuş, yazar distopyanın gerçek dünya meselelerini inceleyebilmek için enteresan bir yöntem olduğunu belirtmiş ve şunu eklemiş: “Dünyalar üzerinde daha fazla hakimiyetim oluyor ve bu benim hoşuma gidiyor.”

Onun yarattığı ürkütücü, huzursuz edici ama bir o kadar da farklı ve düşündürücü dünyayı ben severek okudum. Bu tarz okumaları seviyorsanız ve hâlâ okumadıysanız Su Kürü’nü okuma listenize almanızı tavsiye ederim.

Sophie Machintosh, Su Kürü, Can Sanat Yayınları, Nisan 2019, İstanbul, 286 sayfa