Merhaba,
Bu sayımızı okuyucularımızla Mart ayı başında buluşturmayı hedefliyorduk.
Ancak 6 Şubat sabahı Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde art
arda meydana gelen büyük depremlerle hep birlikte yıkıldık. Üstelik Kovid 19
denilen salgın belasından henüz kurtulmuş günümüzün moda deyimiyle
‘normalleşme’ye çalışıyorduk.
Bir süre hiç birimiz ne okuyabildik, ne yazabildik. Hatta konuşacak gücümüz
bile yoktu. İletişim yeteneğimiz sosyal medya hesaplarını takip etmekten
ibaretti. Depremde kum yığınına dönen o binaların altında kalan biz değiliz
diye, memleketin bir ucunda o kadar acı yaşanırken biz hâlâ nefes alabiliyoruz
diye utandık. Sonra da hep yaptığımız gibi birlik olduk. El birliğiyle
yaralarımızı sarmaya çabaladık. Belki birer sokak kedisiydik ve kesiklerimizi
yalaya yalaya iyi ediyorduk.
Bir zaman sonra yeniden kelimelere ihtiyaç duyduk. Hem de bu kez
öncesinden çok daha fazla! Delirmemek için ihtiyacımız olan şey edebiyattı.
Öfkemizi, acımızı ya da umudumuzu anlatmalıydık. Tekrar kalemlerimize
sarıldık. İşte şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Üstelik Nisan geldi ve
zeytin çiçekleri açtı.
Zeytin meyve vermeden önce çiçeklenir. Etrafı mis gibi kokusu sarar. Sonra
dalları yavaş yavaş meyvelerle dolar. Yazı geçirip, sonbaharı bitirince
meyvelerini verir insana, yorgun bedenini dinlendirmek üzere dalar uykuya.
Bu bir döngüdür, biz dengeyi bozmazsak böylece sürüp gider.
Bir zeytin ağacı yüzlerce yıl yaşabilir. Düşünsenize kim bilir nelere şahitlik
etmiştir yaşamı boyunca? Zeytin konulu sayımızda bu şahitliklerin izini hep
birlikte süreceğiz. Öyküleriyle sayımıza katkı sunan yazarlarımız; Billur
Akgün, Ebru Gazioğlulları, Hediye Gasimova Nar, Hüseyin Karagöz, Nezir
Suyugül, Nurdan Atay, Tuba Tunçay, Yayla Boztaş ve Zeynel Özbalçık’a,

“Ata Ağaç’ın Öyküsü” başlıklı söyleşisi içinYasemin Pforr’a teşekkür
ediyoruz. İyi okumalar,