“Boşluk” kelimesini hep duysak da yaşamak başkaymış. Bu duyguyu ileri yaşıma rağmen ilk kez 6 Şubat depremlerinde hissettim. Yaşanılan felaketin dehşeti ekranlardan sızarak içimize biriktikçe, mide-karın bölgemde resmen yukarıdan bakınca kapkara, koca bir delik, bir boşluk görüyordum sanki. Anlatılmaz yaşanır cinsten; söze dökmek zor. Buruk değil kırık bir acı. Nasıl yapışır, yapışır mı onu da bilemiyorum. Uzun zaman hiçbir şey yapmak istemedim. Gençlerin kal geldi, dediği gibi… Öylece kalakalmak… İstedim diyemiyorum, çünkü boşluk duygusu sizi ele geçirince hiç bir şey yapmak istemiyorsunuz. Otomatiğe bağlanmış gibi, yaşıyorsunuz sadece.

Bu vesile ile geçtiğimiz ay birinci yılını dolduran felakette, aramızdan ayrılan tüm canları, canlıları derin üzüntüyle yad ediyoruz; yattıkları yer incitmesin. Umarız, toplum olarak geride kalan canlarımızı, birbirimizi incitmeden yaşamayı becerebiliriz, artık.

Malum, zaman her şeyin ilacı… Uzun sürse de bir müddet sonra hiç geçmeyecek sandığım bu duygu yavaş yavaş seyreldi, geriledi ve düşünce boyutuna geçti. Neydi bu boşluk? Sonra fark ettim ki hem iyi hem de kötü… Hayatın her zamanki cilvesi, dilemması… Ne derseniz deyin, işte… Mesela, enkaz altında kalanların yaşam üçgeni denen boşlukları olsa ne iyi olurdu.

Hızına yetişmekte zorlandığımız yaşam bazen jestler yapıp boşluklar sunuyor bize. İyi, kötü, nasıl kabul ederseniz… Pandemi örneğinde olduğu gibi… O günleri düşünmek bile istemiyoruz, elbette. Ama birden frene basarak stop ettiğimiz yaşamımızda oluşan boşluklar kimimiz için hüzünle kimimiz için keyifle, kimimiz içinse iyi kilerle doldu… Ertelediğimiz birçok şeyi yapma fırsatı doğurdu bizlere… Doğurgan bir şey, yani…

Tıkış tıkış evlere minimizasyonla, kafalara meditasyonla, gardıroplara bahar temizliğiyle gelen boşluk… Ekonomik krizde işçi çıkarmayla, keselere enflasyonla gelen boşluk… Demem o ki olsa bir türlü olmasa bir türlü… Herkesinki kendine göre anlayacağınız.

Merak ettim hikâyelense nasıl dökülür öykülere… Buyurun okuyun lütfen sayfalarımızda, umarız keyifle. Boşluğu dolduran sevgili yazarlarımıza, alfabetik sırayla: Füsun Uzunoğlu, Hacer Aktaş, Nezir Suyugül, Nurdan Atay, Nuriye Yıldız, Sultan Deliklitaş, Ünseli Denizer, Yasemin Erdemci’ye teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sürprizimizi sona bıraktım. Bir dergide bir boşluk bu kadar mı güzel dolar, diyeceksiniz. Kiltablet’in kurucusu, değerli Hocamız, dostumuz Nalan Barbarosoğlu ile sevgili arkadaşımız, Kiltablet yazarı Dilek Yılmaz’ın yaptığı söyleşi, bir edebiyatsever için kaçmaz dolulukta…

Keyifli okumalar…