Nicedir yasını tutuyorum dallarından düşen yaprakların, yuvasını kaybeden yavru kedilerin, kuyruğu kesilen köpeklerin, depremde yitirilen onlarca canın, kaybolan duyguların, yitip giden zamanın ve gün be gün vicdanından uzaklaşan insanların…

 

Sadece bu dünyadan göçüp giden sevdiklerimizin ardından mı yas tutarız? Bence, hayır. Bazen ayrıldığımız bir eş, bazen kopup giden bir arkadaş, hatta bazen de yitirdiğimiz duygularımızın, değerlerimizin ardından da yas tutarız. Belki de yasların en ağırıdır duyguların ve bizi biz yapan değerlerin ölümü.

 

Kayıplarımızdan sonra yaşadığımız yoğun ve derin duygular, bizi belki de daha önce hiç karşılaşmadığımız bir boşluğa iter. Günlerce, haftalarca ve hatta aylarca o sonsuz karanlıkta sıkışır kalır ve yabancısı olduğumuz bu duygunun içinde oradan oraya savrulur dururuz.

Yitirilmiş olanın tekrar var olmayacağını bilmek derin bir kedere boğar insanı. Üzerimize çöken karanlık an be an içimize yerleşmeye başlar ve kaybettiklerimizin ardından tuttuğumuz yasla, ölüm o soğuk yüzünü tekrar hatırlatır bize. Kimi zaman gözyaşlarıyla kimi zaman kahkahalarımızın ardına gizleyerek çoğu zaman da içimizdeki karanlığın aydınlanmasını bekleyerek yaşarız yasımızı. Bazen de hayat öyle acımasız davranır ki yasımızı yaşamamıza dahi fırsat vermez ve tüm acılarımız içimizde kıvranır durur kendini hatırlatmak için. İşte o vakit kimimiz de kâğıda dökerek yaşar yasını…

 

Yasını tuttuğumuz tüm kayıplarımıza ve duygularımıza gelsin kâğıda döktüklerimiz. Bu sayımızda öyküleriyle destek olan Burçin Laçin, Caner Turan, Dilek Yılmaz, Ebru Gazioğulları, Hüseyin Karagöz, Nazlı Akın, Nezir Suyugül, Nurdan Atay, Nuriye Yıldız, Sülbiye Yıldırım, Tuba Tunçay, Yasemin Pforr ve Zümrüt Özgüler ‘e çok teşekkür ederim. Keyifli okumalar olsun…