Tam köprünün ortasında trafik birden duruyor. Havanın boğucu sıcağı ve üzerine eklenen yüksek nem dayanılır gibi değil. Hareket halindeyken fark etmemiş. Torpido gözünde nafile bir saç tokası arıyor. Göğsüne düşen gür saçları boynunu, ensesini vıcık vıcık ter içinde bırakmış. Saçlarını kökünden çekip yolası var. Çok rahatsız oluyor. Kesin bir kaza olmuş olmalı, yoksa bu saatte köprü trafiği akıcı olmasa da böylesine hepten durmaz. Ah keşke trafik köprü üstünde değil de ilk çıkışa yakın bir yerde durmuş olsaydı. Oradan hemen gerisin geri evine döner, üstünü değiştirir,  televizyonun karşısına kurulurdu. Şimdi evinde olup klimayı sonuna dek açmak vardı. Aksilik bu ya arabanın klimasının bozulacağı tutmuş. Duşunu alıp kendisini gelin gibi boşuna mı hazırladı şimdi? Çalıştırdığında arabanın kliması soğuk hava yerine içeriye sıcak hava üflüyor. Hoş açık pencereden de içeriye aynı şekilde sıcak hava giriyor, ha açık pencere ha çalışan klima, hiç fark etmiyor. Nefes alamıyor. Delirecek gibi. Bir şeyler yapması lazım. Panik atağı tutarsa başına nelerin gelebileceğini kestiremiyor. Kontağı kapatsa, arabadan çıksa ve koşarak kendini köprüden aşağıya serin sulara bıraksa, ne şahane olur! Düşüncesi bile güzel. Bedeninde hafif bir esinti hissediyor. Arabada olduğunu fark edince aklından geçenlerden tedirgin oluyor ve haliyle korkuyor. “Demek ki” diyor “delirmek, intihar etmek anlık bir mesele”. Araçtan çıkması, kendisini aşağıya bırakması kaç dakika sürer ki? Sakinleşmeye çalıştıkça, kalp atışları şiddetleniyor. Sakinleşmesi gerek. Gözlerini kapıyor; derin derin nefes alıp veriyor. Yüze dek sayıyor. Sahi herkesin parmakla gösterdiği, gıpta ettiği, mutlu ve hayat dolu görünen kadın nereye gitti şimdi? Duran trafiğe, sıcak ve nemli havaya ve bir türlü bitmeyen yola mı teslim olacak? Trafik açılsa bir an önce yola koyulsa ne güzel olur. Yoksa bu gidişle tüm hevesi kursağında kalacak. Yol uzun. Şehrin öbür ucunda ve çok uzağında oturduğu için arkadaşına kızıyor. İçinden söylenip duruyor “Ne vardı bu kadar uzak oturacak!”

Yıllar sonra eski iş arkadaşıyla, olur olmaz her yerde karşılaşıyor son zamanlarda. Arkadaşı hiç değişmemiş. Hâlâ yıllar önceki gibi canlı ve kahrolası çok çekici. Bulunduğu her ortamda kadınlar etrafında birer pervane. Eskiden de uzak durmuştu bu denli yakışıklı ve özgüveni yüksek arkadaşından. Belki de korkmuştu. Bir gecelik hikâyelerin kahramanı olarak ünlenmiş arkadaşının hayatında bir gecelik figüran rolüne çıkmak istememişti. Kimi zaman arkadaşının kendisine meyletmesinin önüne nazikçe bir set çekmişti. Son karşılaştıklarında “Pazar akşamı bana gelsene, beraberce bir şeyler yer içeriz, evimin manzarasını da seversin, şahanedir. Bak gelmezsen sana küserim!” bile demişti çocukça. Nedense bu defa hayır diyememişti. Aksine Pazar gününün gelmesini iple çekmişti. Artık aralarına ördüğü görünmez koruma duvarını tuzla buz edecekti. Birkaç gündür sadece arkadaşının hayaliyle yaşıyor. Sanki onunla yatıyor, onunla kalkıyor. Rüyalarında ona sımsıkı sarılıp uyuyor. Kaybedecek neyi var ki? Aynı iş yerinde çalışmıyorlar, beraberlikleri bir gecelik bile olsa asla pişman olmayacak. Bugüne dek yaşadığı hüsranlardan daha yıkıcı olamaz. İçini kuşatan karanlık, soğuk yalnızlığından daha kötü olamaz. Bu defalık hayatında uzun soluklu bir ilişkisi olmasa da olur. Kendisine torpil geçmek istiyor. Kim bilir belki de arkadaşı arzular kendisiyle uzun soluklu bir beraberliği, hatta yuva kurmayı. Ondan daha iyisini mi bulacak? Meslekse meslek, paraysa para, her şeyi var şükür. Dünyanın sonu değil nihayetinde. En kötü ihtimal keyifli bir akşam geçirirler. Sıcak, nem dayanılır gibi değil. Arabadan çıksa da aracın içinde kalsa da bir şey fark etmiyor. Şehirde yaprak kıpırdamıyor. Delirmek işten bile değil. Radyoda insanın uykusunu getiren hafif bir müzik çalıyor. Kanalı değiştiriyor ve müziğin sesini sonuna dek açıyor; gözlerini kapıyor. Uyusa ve her şey bitse,  bunu çok istiyor.

Bir mucize oluyor. Yol açılıyor. Vakitlice arkadaşının evinin kapısını çalıyor. Her şey beklediğinden de güzel hatta mükemmel ötesi. Yemekte neler yeniliyor, hangi içkiden ne kadar içiliyor?  Farkında değil. Birbirlerine nasıl yaklaşıyorlar? İlk hangisi dokunuyor? Kim av kim avcı?  Köprüden sonrasını hatırlamıyor. Serin bir odada, konforlu bir yatakta, bembeyaz çarşaflar üzerinde oynaşmak çok hoş.  Özlemle beklediği bedenine dokundukça, öptükçe, okşadıkça içinde bir şeyler şaha kalkıyor. Ezelden beri sevdiğine kani olduğu erkeğinin elleri hiç ara vermiyor. Durmaksızın dolaşıyor bedeninde ama en çok göğsünde ve sonra aşağılarda. Bitmiyor okşaması, öpmesi, elleriyle saçlarını tutup yüzüne ilk defa görüyormuş gibi bakması. “Daha önceleri nerelerdeydin? Neden hep benden kaçtın?” diye sormaları. “Biliyor musun şu anı yıllarca ne çok bekledim” diye kulağına fısıldamaları. Zevkten öldürmek istiyor. Kesin katili olacak. Kararını çoktan vermiş. Bedeninde bugüne dek gizli kalmış tüm dehlizleri tek tek buluyor; dokunmadığı, okşamadığı hiçbir yer kalmıyor.  Ya içini buruyor, dokunduğu yerde acımsı ve kekre bir tat bırakarak ya da gizli köşelerine mayın döşüyor. Mayınlar ha patladı ha patlayacak. Hayatta bundan daha ulu zirve olamaz, biliyor. En görkemli, bakir dağların doruklarında dolaşıyor. Tam çağlayan olup aşağılara doğru coşkuyla akacak, erkeği onu tutup elinden tekrar gizemli dağların doruklarına çıkarıyor. Oysa aşağılara inmek istiyor. Hemen şimdi. Bir an önce. İsterse vahşi bir hayvan gibi üzerine çullansın, ısırsın, üst üste alt alta yuvarlansınlar, böğürsünler. Böğürtüleri birbirine karışsın. Nefessiz kalsın. Şu an zerre umurunda değil. Sadece anı yaşamak istiyor. Dün yok, yarın yok, sadece şimdi var. Taze sevgili neden izin vermiyor düz ovalara inmesine? Uzun sürmüş bir yolculuğun bitmesine? Anlamıyor. Ellerini uzatıp elini tutmak istiyor. “Yol yorgunuyum biraz dur” demek istiyor. Erkek sessizce uzattığı elini geri itiyor. Kendisine bir yabancıymış gibi anlamsızca bakıyor.  Neden suskun ve artık aşk sözcükleri fısıldamıyor kulağına? Dağ başından düz ovalara doğru tek başına yuvarlanırken, bedeni bir kıyıdan diğer kıyıya vururken, önüne gelen setleri birer birer yıkıp geçiyor. Yeryüzü çağlayanlarının en görkemlisi olup aşağılara doğru tek başına akıyor. Yalnızlığında ölesiye mutlu, ölesiye huzurlu, bedeni büyük bir şiddetle Boğaz’ın serin sularıyla kucaklaşıyor…