Bitmez tükenmez 500T hattı yol almaz otobüslerinden birindeyim yine… Trafiğin de en civcivli saati… İnsanlar inip biniyor sürekli. Tahminen yirmi altı yaşlarında bir tip -ne de keskin nişancıyım di mi; duyanda yaş belirleme üstadıyım sanacak- arzı endam eyledi ön kapıdan. Kafasına kurdele yerine resmen sicim sarılı yüksek komik bir şapka geçirmiş, üstünde ağır, siyah, uzun bir palto. Boynu dikkatimi çekiyor, sanki başla beden arasında bir köprü… Öyle uzun ki! Çene altından çekiştirelim derken Afrikalı halka boyunlu kadınlara benzetmişler garibanı. Âdemelması da öyle heybetli! İlerlemeye çalışıyor kalabalıkta, yemiyor tabii, etten duvar. Yanında dikilen adamların birinden sürekli şikayetçi… Ne zaman biri geçse, adamı kendini iteklemekle suçluyor. Ses tonu ağlamaklı gelse de hayli saldırgan… Neyse ki boşalan koltuklardan birine çömüverdi de… Hoppalaaa, iki dakika geçmedi ki ayağa kalkmasın; neyse olmayan? N’aptığını bilmiyor anlayacağınız. Yol uzun, izliyorum geçsin diye lakin gittikçe sinirime dokunuyor.

 

Tam bana gelenler geliyordu ki önünde dikilip durduğum koltuklardan biri boşalınca attım kendimi boş yere, yoksa dalacaktım tipe… Lakin oturur oturmaz yüz mumluk aydınlandım: “Oğlum ne işin var senin ters yönde?!” Oldum olası midemi kaldırır yola arkası dönük gitmek ama yorgunluktan da bitiğim yani! Tek memnuniyetim tipişko görüş alanımda değil artık. Neyse dedim, trafik zaten tırtıl, akmıyor; idare eder belki mide hazretlerim. Camdan etrafı seyre daldım. Yol bildiğiniz ana baba günü, ucu bucağı görünmüyor araçtan. Tam da yılbaşı üstü kaldırımlar insan karıncası.

 

Otobüsün havası midemi daha da kaldırıyor. Ah bir köprüye varsak. Derin bir nefes alıyorum. Hay almaz olaydım, ne ararsan var artık midemde! En iyisi gözleri kapamak… Yaslıyorum kafayı cama, soğuk soğuk iyi geliyor, ferahlıyorum biraz. Modernlikmiş güya, ulan bırakın da bir cam açalım, di mi?! Her şey kontrol altında olacak illa… Her şey!!! Ter basıyor her yanımı, montun yakasını açıyorum. Yelpazelenecek bir şey bulsam. Yanımdakine bakındım. Eskiden insanların elinde gazete olurdu, ne gezeeer, ekranlar boyu şimdi… Çaresiz başımı yanağımla birlikte iyice bastırıyorum cama. Gözlerim kapalı İstanbul’u dinliyorum. Ah Orhan Veli ah, gel de gör İstanbul’un yollu yolsuz halini!

 

Derken bir ses yükseldi ince ve tiz: “Eller Yukarı!” Heyecanla dönüp baktım ki ne göreyim şu bizim tipişko… Ellerini nasıl kaldıracaklarını gösteren hareketler çekiyor otobüs âlemine. Keçileri iyice kaçırmış olmalı, uçakta zannetti kendini zaar! Gülüyorum. “Oğlum senin ateşin mi çıktı. Çıksa da cürmün ne ki? Kaçık galiba,” dememe kalmadı, “Ulan sen bizimle dalga mı geçiyorsun, yol zaten canımıza yetmiş!” diye arka sıralardan biri hücuma kalkıştı. O da ne? Tipişko elini kafasına götürdüğü gibi şapkasındaki sicimi çekmeye başladı. Uzadıkça uzayan sicim bildiğiniz kamçı kesildi başımıza. Tavana şaklatmasıyla adam olduğu yere mıhlandı.

 

Koridorboyu eller baş üstünde çökük insan vaziyetleri. Koltuktakilerinse her biri bir yana sinmiş. Yardırıyor bu: “Başka denemek isteyen var mı?” Hücum gücü tornistan yerine döndü. Ha-ha-ha! Kapmışlar bile. Kaldı mı iyot gibi açıkta. O sırada otobüsün şoförü yavaşça hareketlenerek elinde levye yaklaşmaya başladı. Bunun arkada da gözü var belli ki şaakkk, kamçı şoför mahallinde. “Otur yerine, ben ne dersem o olacak!” Bi güzel yardırdı mı ona da?! Başladı tek tek camlara şaklatmaya. A-a hangisine vursa cam içine kaçıyor, bildiğiniz yazlık turist otobüsü… Ohh temiz hava; bol egzozlu… KamçıAdam haykırıyor, “Hey siz cam kenarındakiler öyle boş boş oturmayın. Kollar dışarı, asılın küreklere. Sen de gaza bas şoför efendi!” Hepimiz şaşkın; manyak mı ne?! Kamçıyı yemek de var işin ucunda, kollar dışarda başlıyoruz kürek çekmeye. Arkası dönük oturanlar zılgıtı yiyor anında: “Saat terse işler mi ahmaklar!” Aklımız başımıza geliyor hemen, kürekler senkronize…

 

Ağlasam mı gülsem mi; kollar havada, kürekler tıkır tıkır saat gibi işliyor. Tamam da sonu neye varacak bu işin? Hava aldık, ferahladık, güzel! Beden hareketlerimizi de yapıyoruz. Eee, sonra? Bu, birden ortaya gelerek, kamçısının kabzasını tavanın tam ortasından burgulayarak ince bir delik açtı. “Tut şunu!” diye en yakınındakinin eline kamçıyı tutuşturduğu gibi açık camdan fırlayıp otobüsün üstüne tırmandı. “Uzat!” dedi, kadına. Kadın korkudan düşüp bayılacak, tir tir titriyor, hareket edemiyor ki. Olduğum yerden ok misali fırlayıp kaptım uzattım kamçının ipini. Kalan ufacık delikten de bakıyorum, ne yapıyor bu manyak?

 

Kamçıyı gittiği yere kadar çekip iki eliyle asıldı. Ucunda kendini tavana paralel hale getirip pervane gibi dönmeye başladı, bir yandan da bağırıyor, “Bas gaza, bas gaza!” Millet şaşkınlıktan küçük dilini yutacak. Herkes hipnoza girmiş, küreklere devam… Bir de baktık ki bizim otobüs yavaş yavaş havalanmaya başlıyor. Yüzlerde korku dolu bir şaşkınlık, bir yandan da hayranlık!

 

Gözlerimizin önünde, içinde biz, otobüs helikopter gibi olduğu yerden havalanıp yükseldi, yükseldi… Aşağıdakiler dehşet içinde bakıyor, biz de onlara. Trafik mrafik hava cıva artık bize! Çok geçmedi yeryüzünü göz yakan kırmızı mavi ışıltılar kapladı. “İnin aşağı, yoksa ateş ederiz!” Bağırıyor polis megafonları. Kimin umurunda? Yollar olmasa da hava henüz bedava! 500T, olmuş gökler fatihi, kim sallar sizi?

 

KamçılıPervaneAdam gittikçe hızlanıyor, bir kartal gibi süzülüyoruz, nihayet köprüye varıyoruz. “Lan!” diyorum, “bugüne kısmetmiş! Ne çok istemiştim kuş misali süzülüp öyle seyreylemek şu muhteşem âlemi!” Ağzım kulaklarımda süzülüyorum, yer mavi gök mavi… Boğazın serin sularından esen rüzgâr iyi geliyor mide bulantıma.

 

Köprü bitiminde birden alçalmaya başlıyoruz, çığlıklar, feryat, figan… Keşke diyorum şu otobüslere de emniyet kemeri konsa. Şoförlerden çektiğimiz yetmiyor bir de bu çıktı başımıza. Tamam, trafiği atlattık da, canımızdan da olmayalım gündüz vakti. Daaaannnn diye konuyoruz yere. Dumanlar çıkıyor her tarafımızdan.

 

O sarsıntıyla gözümü bir açtım ki Beykoz-Kavacık Durağındayız. Yol bir anda açılmış. Fırlıyorum yerimden: “Hey kaptan inecek var.” Atıyorum kendimi aşağıya. Bakıyorum, iki saat geçmiş. Yana dönünce, kâbus mu bu ya? KamçılıPervaneAdam da inmiş benimle, biraz ötemde duruyor. “Suphanallah, kurtulamıcam bu manyaktan!” Tam gidip yakasına yapışıcam, “N’aptın oğlum sen öyle?” diye hesap sorucam, bu arada sicimi şöyle bir çekeleyip merakımı gidericem asıl… “Nereye sakladın lan, o kamçıyı?”diyicem… Tak, bir arkadaşı gelmez mi yanına?! Durakaldım.

 

“Nerde kaldın oğlum ya? Bu ne hal, yaka paça bir yanda… Düğmen nerede? Alla Allah harpten çıkmış gibisin lan! Hadi gidelim de annem bir düğme attırsın yakana. Zati üşütüksün iyice üşütme!” diyordu arkadaşı yolların fatihine…