“Hadi Anneanne ya, lütfen ama! Yetişmeyecek sonra!” “Kuzum işiniz mi yok, Allah aşkına? Nereden geliyor aklınıza böyle şeyler? Hem seneler var, elime iğne almadım evladım.” ”Olsun! Yaparsın sen, hem de en güzelini!” “Git başımdan yahu!” “Yayaya şaşaşa anneannem çok yaşa!”
“Hadi be anne, kırma şu çocuğu. Baksana nasıl da sevinçli! Başı göğe erecek sanki. Yorulmanı ben de istemem elbet ama şöyle bir dolaştım, biliyorsun ortalığı, her şey ateş pahası vallahi. Hem onca sene sonra sana da bi değişiklik olur. Senin için çocuk oyuncağı zaten. Atla deve değil ki!”
Kırmaymış, çocuk oyuncağıymış, mışmış da mış! Onca yıl geçmiş aradan, elim ayağım durmuş. Söyledikleri şeye bak yahu, şu münasebetsizlerin.
“Geçti kızım o günler. Çok önceydi. Ümit verme şu çocuğa da. Git söyle öğretmenine, rolünü değiştirsin.” “Heee, doğru valla, söyleyeyim de damat yapsın kuzumu!” “Dalga geçme, ciddiyim ben. Bu saatten sonra gelinlik melinlik dikemem. Di-ke-mem. O kadar! Anlaşıldı mı?” ”Öfff anne ya, tamam! Bakarız başımızın çaresine.”
Ne o? Korktun mu yoksa? Sen… Gelinlikçiler Sultanı… Hatice Hanım… Ne olur diksen? Hem hatıra olur kuzucuğuna. Onca insana diktin de ondan mı esirgiyorsun? Hani çok seviyordun, torun da bir başkaymış diyordun. “Öfff git başımdan!” “Gidiyoruz, gidiyoruz, merak etme!” “Sana demedim evladım!”
Bak nasıl da mahzun oldu yavrucak. Demeyecek mi şimdi ne biçim anneanne bu? Hâlâ arayıp yalvarıyorlar diye anlatıyorsun sağda solda: ‘Ne olur Hatice Hanım; bana diktiğiniz gelinliği hiç unutamıyorum. Kızım da sizin elinizden giysin istiyorum,’ diye. Bir de yok yerlerinden dünyanın parasını verecekler şimdi el alemin terzisine. “Delirdin mi sen yahu? Bilmem kaç sene olmuş bir kumaş parçası dikmeyeli, gelinlikten bahsediyorsun bana!” Hadi, hadi! Yaparsın sen. Çağır şu kuzuyu.
“Tövbe tövbe! Sen aklımı koru Yarabbi! Manolyaaa, Manolya, gel bakim buraya!” “Ne var anneanne? Ayakkabılarımı giydim.” ”Gel, gel! Annene söyle de mezura getirsin bana. Kumaşı ona göre alırsınız.” “Oley, oley!” “Hadi! Çabuk ol da kararım değişmesin sonra!” “Aslan anneannem benim!” “Demedim mi ben sana? Dayanamaz sana diye…”
“Ne biçim mezura bu böyle, yamuk yumuk?” “E, ne yapalım Hatice Sultan, bizde bu kadar! Terzilerin sultanı biz miyiz?” “Sululuk yapma! Neyse, kumaş için yeter bu ölçü. Sonra alırız yine iyice. Çocuk bu, şifon mifon, bir şeyler alın işte, iyi gider, uçuş uçuş! Çiçeği de unutma! Fazla da sallanmayın çarşıda pazarda, anca yetişir hafta sonuna.”
“Öff öf! Nereden çıktı şimdi bu iş başıma; yıllar sonra? Mezurayı bulmak lazım. Adam gibi ölçü almadan olmaz ki! İşin yoksa ara dur, şimdi. Tavan arasında olmasın bu meret? Eski sandukamda mı acaba? Dedim şunları alt kattaki dolapta saklayın diye. Yok efendim, yer tutuyormuş da… Yok efendim, zaten kullanılmıyormuş da. Neyse diğer malzemeler de lazım. Hadi bakalım bu yaşında işin yoksa tırman tavan arasına.
Neredeydi buranın ışığı? Düğme müğme de yok sağda solda. Ha, tamam tamam! Tavandan yanıyordu; illa bir eksantiriklik yapacaklar ya! Şuraya bak her yer toz içinde; desen kabahat!” diye söylenirken bir yandan da sandukasına bakınıyordu ki gözleri bir anda ona takıldı. Başından aşağı kaynar sular döküldü sanki. Sendelerken “Tansiyonum!” dedi, zorlukla tutundu.
Gözleri yine ona kaydı. “Suçlusun, bu işin suçlusu sensin!” diyordu hâlâ… “Hayır değilim!” “Evet suçlusun.” “Hayır, hayır, değilim. Ne yaptım ki ben?” “Daha ne yapacaksın?” diyordu manken bağırarak.
Işık hızıyla o güne döndü. Kurşun sesi kulaklarını delip geçti: “Hayır, hayır! Yapma, dur! Berivan, Berivan, kalk yavrum! Uyan Allah aşkına! Tanrım nedir bu başıma gelenler? Ne derim ben Hasan’a? Yardım edin, yardım edin! Ambulans çağırın! Polis yok mu?” “Dur Hatice Hanım dur! Kendine gel Allah aşkına! Bi sakin ol, dönüp durma etrafında. Polis yetti, şimdi yakalarlar onu.” “Gitme Berivan gitme! Etme bunu bana. Ne yaparım ben şimdi?”
Tam ortada, gelinliğinin üstünde olduğu mankenin dibinde, avcının faka bastırıp vurduğu, beyaz karların ortasına düşmüş kanlı kuş misali öylece yatıyordu Berivan… “Kalk Berivan, kalk yavrum, ne derim ben ha, ne derim?” diye sarsıyordu kucakladığı cansız bedeni. Tam göğsünden yemişti kurşunu. Ne yapacağını bilmiyordu. Kucakladığı gibi kaldırmak istedi, gücü yetmedi.
Çaresizdi. Çıldırmıştı. Gelinlikçi dükkanının show room’unda dizili tüm mankenleri sarsıyor: “Kurtarın onu, kurtarın onu?” diye bağırıyordu. Ortadaki mankenle, Berivan’ın mankeniyle göz göze geldiğinde: “Suçlu sensin!” diye haykırdığını duydu. “Hayır, hayır! Ben değilim. Ne yaptım ki onlara? Paraları yoktu, yardım etmek istedim,” diye bağırıyordu. “Evet! Senin gibi cesur, güzel bir kız… Gelinliksiz evlenmesi olur mu hiç? Üzme tatlı canını, gelinliğin benden, sen değersin buna, dedin de ne oldu?” “Sağ olasın abla, kurda kuşa yem etmedin bizi bu diyarda, diye ellerime sarılıp ağladı Hasan.” “Yaaa, hiç kurda kuşa yem eder misin sen onu? Veriverdin gitti kurşuna.”
“Yalan söylüyorsun, yalan!” “Ne yalanı be, avutup durdun bunca sene kendini. Kabul et artık, sen öldürdün onu.” “Hayır, hayır! Nasıl öyle bir şey yapabilirim ki? Kol kanat gerdim ben onlara?” “Tabii, doğru; iş verdin, aş verdin. O kadar kolladın di mi onları? Kolladın da ne oldu? Yenebildin mi kör talihlerini? Ha, söylesene!”
“Ne yapsaydım? Kapıma düşmüş insanlara bir tekme de ben mi atsaydım?” “Atsaydın da yaşatsaydın. Yollasaydın köyüne, haber verseydin anasına babasına.” “Nereden bilecektim?” “Onun için kızıyorum ya sana! Bilmediğin işe ne diye burnunu sokarsın. Hep böyleydin zaten!” “İster miydim hiç böyle olsun? Yardım etmek istemiştim sadece.” “Yardım etmek istemişmiş! Elin, eli kanlı ağasıyla baş edebileceğini mi sandın sen? Sen kiimm? Köy ağasının oğluna berdel edilmiş kıza sahip çıkmak kim? İstanbul çok büyük ya! Bulamazlar sandın di mi?” “Hayır, hayır! Sadece çok sevdim ben onları. Kızımdan ayrı komadım Berivan’ı. Dükkânda kalmalarına bile izin verdim.” “Tabii, elleriyle koymuş gibi bulsunlar diye!” “Hayır, hayır!” “Suçlu sensin diyorum sana; sen sebep oldun o kurşunu sıkmalarına.” “Haaayır!” “Hâlâ, hayır diyor ya! Köyüne haber vereydin, gelip alaylardı kızı diyorum sana. Hayattaydı bugün hâlâ

.” “Evet, evet; haber vereydim de yaşayan ölü olaydı şimdi! Git başımdan, git diyorum sana. Ben suçlu değilim!” diye mankenin üzerine yürürken ayağı takıldı, beraberce yere yuvarlandılar. Hâlâ bağırıyordu: “Ben suçlu değilim!”
“Anneanne, anneanne; biz geldik. Sürprizimiz var sana; pembiş, pembiş.” ”Haahh, anneannen de hiç uyanmayacak, tutturup pembe kumaş pembe aldırdığına… Fırçayı ye de gör şimdi! Gelinlik dediğin beyaz olur, ben öyle pembe gelinlik melinlik dikmem, diye.” ”Ay, kaçırdım ağzımdan di mi? Anneanne, anneanne!“ “Allah Allah, nerede bu kadın?” ”Anneee, merdivene bak!” “Eyvah, eyvah! Ne işin var a kadın senin o tepelerde? Beklesene bizi. Burada kal, çıkma sen! Bir de seninle uğraşmayayım.”
“Anne, anne, orda mısın?” “Hayır, hayır! Ben suçlu değilim.” “Neler diyorsun anne? Ne yapıyorsun kuzum öyle, mankenin üstünde? Aman Allah’ım! Manolyaaa! Koş babana söyle. Ambulans çağırsın hemen. Anneannen düşmüş, başı kanıyor.”