Genç adam peronda dikiliyordu. Fotoğrafçı bağırdı. “İsmailciğim saatine bak!”
İsmail siyah paltosunun cebinde tuttuğu ellerini çok önemli bir iş yaparcasına ağır
hareketlerle çıkardı. Sağ eliyle saatini tutup gözlerini kadrana sabitledi. “Çok güzel, bozma.”
Deklanşörün sesi çınar ağaçlarından aniden kalkıveren kargaların sesine karıştı. “Şimdi bana
çevir başını.” İsmail başını fotoğrafçıya çevirip yeniden dondu, gözleri sadece kendisinin
gördüğü bir noktaya odaklanmıştı. “Biraz daha endişeli bak. Kız gelmezse diye korkuyorsun.”
İsmail kaşlarını belirgin bir şekilde çattı. “Yukarıya doğru.” İsmail bakışlarını çınar ağaçlarına
çevirdi. Fikir değiştiren karga sürüsü yeniden ağaç dallarına döndü. Yüzlerce karga çıplak dallara
konunca ağaç tuhaf bir karga ağacı gibi görünüyordu. Fotoğrafçının yanında dikilen ama konuyla
ilgisiz görünen kasketli adam durduğu yerde aniden sıçradı. “Ulan sıçacak başka yer mi
kalmadı!” Pardösüsünün cebinden buruşuk bir mendil çıkardı, kenarıyla kolunda oluşan sulu,
beyaz lekeyi sildi. İlkokulun beton korkuluklarına tünemiş olanları izleyen çoluk çocuk sürüsü
de kargalar misali kargacık burgacık seslerle kasketli adamın haline güldüler. Adam onlara doğru
doğru elinin tersiyle sakil bir hareket yaptı. Küfür niyetine yaptığı bu el hareketinin, mendil
yüzünden halay başı gibi göründüğünü fark edince elini yumruk yapıp içinden geçenleri sözlü
olarak ifade etmeyi tercih etti. Çocuklara, sigara sarısı gür bıyıklı erkeklerde sıkça görülen
davudi bir ses tonuyla bağırdı. “Ne gülüp duruyorsunuz lan! Ayı mı oynuyor burada.” Çocuklar
yerinden kımıldamadı. Hatta biri horozlandı. “Biz devletin malında oturuyoruz. İsmail abinin
hatırı olmasa gösterirdik size gününüzü.”
Adam fotoğrafçıya döndü. “Bok vardı getirdin beni buraya. İstanbul’da İstasyon mu
kalmadı!”
Fotoğrafçı makinesini yüzünden indirdi. “Hayriciğim, böyle konuşup da sinirimi bozma
allasen. Gün gazetesi haber yapacak çekim hikayemizi.”
“Sokayım Gün gazetesine de, haberine de!” Kasketli adam mendilini cebine sokarken
fotoğrafçının kulağına eğildi. “Bu taşralı geri zekalıyı mı seçmişler erkek güzeli diye!
İstanbul’da yakışıklı delikanlı mı kalmamış!”
Fotoğrafçı makinasını yeniden gözüne hizaladı. “Hayricim bizim işimiz erkek güzeli
seçmek değil. Ayrıca vermiştir birine halletmiştir işini çocuk. Hadi sen şu son sahneyi yaz, ben
de çekeyim. Bitirip gidelim.” Adam kasketini iki eliyle sıkıca tutarak alnının orta yerine kadar
çekti. Keçi sakallarıyla oynadı. “Tamam, tamam. Kız trenden insin. Mutlu son işte. Ben sonra
doldururum konuşma balonlarını.”
İstasyonun bekleme odasından dışarı çıkan kırmızı mantolu kız yün örgü beresini eğri
duracak şekilde başına taktı. “İlk sahnede bere takayım mı?”
Fotoğrafçı biraz düşündü, önemli bir karar alıyormuş gibi konuştu “Bere lüzumlu değil,
kaşkol getirdin değil mi?” Kız içeri girip uzun yeşil bir kaşkolle geri döndü. “Bir tek bu var.
Yeşil ama…”
Kasketli adam gözlerini devirdi. Fotoğrafçı ona aldırmadan kıza gülümseyerek cevap
verdi. “Siyah beyaz fotoğrafta anlaşılmaz rengi.” Kız kaşkolü boynuna doladı. “Püskülleri biraz
daha aşağıda olsun. Tamam. Şimdi şuradaki vagona geçelim. Sen iniyormuş gibi yap.”

Kız koşturarak yan peronda unutulmuş gibi duran vagona geçti, fakat kapıyı açamadı.
Fotoğrafçı kendinden emin bir tavırla açmaya yeltendi, o da beceremedi. Kasketli adam İsmail’e
seslendi. “Birader, bir omuz atsana şu kapıya.”
İsmail gözlerinin önüne düşen saçlarını sol eliyle ağır ağır arkaya atıp bir süre yazara
baktı, dondu. Kasketli adamın ifadesinden ne olup bittiğine anlam veremediği ortadaydı.
Fotoğrafçı hemen makinesini gözüne yerleştirdi, onu gören İsmail vagona doğru birkaç adım attı.
Yürürken bile arada duraklıyor, kesik hareketlerle poz veriyordu. Kasketli adam yine
fotoğrafçının kulağına fısıldadı. “Bu kereste adam gibi yürümesini bilmiyor mu!”
Fotoğrafçı ters ters baktı. “Senden yakışıklı diye kıskanıyorsun bence.” Oyuncusuna
dönüp, tatlı bir sesle konuştu. “Hadi İsmailciğim, yap bir güzellik. Aç şu kapıyı.”
İsmail kapıyı zorlanmadan açtı fakat bir şey söylemeden kenarda dikilmeye devam etti.
“Biraz daha kenara çekil İsmailciğim.” İsmail denileni yaptı.
Kız kapıdan dışarıya uzandı. Fotoğrafçı kızın yanına gitti tatlı bir ses tonuyla açıkladı.
“Fundacığım, sevgiline kavuşuyorsun, gözlerinle heyecan içinde ara onu.”
Kız eliyle gözüne siper yaptı. Kasketli adam yine gözlerini devirdi. Cebinden bir paket
Birinci sigarası çıkardı. Parmağına vurarak iki sigara çıkardı. “Bu kız da salak değilse ben adam
değilim.” İki sigarayı birden ağzına götürdü. Kutusunun üzerinde dünya kupası maskotlarının
olduğu kibritle iki sigarayı aynı anda yakıp ikinci sigarayı fotoğrafçıya uzattı. Fotoğrafçı eğilip
sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi. Ellerini değdirmeden sigaranın dumanını üflerken
ağzının kenarından fısıldadı. “Harbi kızdır Funda.” Kıza döndü ve en tatlı ses tonuyla seslendi.
“Elini alnına koymadan etrafa bak. Harikasın. Şu önüne gelen saçını arkaya atabilir
misin?”
Kız alnına düşen perçemini oynatmayı denediyse de başarılı olamadı. Perçem blok halde
direndi, kımıldamadı. “Fahrettin abi buradaki bir kuaför boca etti spreyi. Kazık gibi oldu
saçlarım.” Yazarın burnu kömürlü trenler misali tütüyordu. “İstanbul’da neden yaptırmamış
saçını bu şavalak?” “İsmail ayarladı. Sabah gömdüğün poğaçalar gibi o saç bakım da bedava.
Hepsi İsmail sayesinde.”
“Kaderime sokayım.”
Fotoğrafçı kıza gülümsedi. Seksi olduğunu düşündüğü çarpık gülüşüydü bu. “Saçını dert
etme. Şimdi İsmail’i gördün.”
Kız ağzını açıp şaşkın bir ifade vermeye çalıştı. Karga sürüsü yeniden havalandı. Yazar
yine tısladı. “Kargalar bile gülüyor halimize. Üç kuruş için düştüğümüz hale bak.” Fotoğrafçı
sadece ikisinin duyacağı şekilde cevap verdi.
“Selma ablaya yakalanmadan düşünecektin bunları.”
“Deşme yaramı.”
“Doğru ya doğru. Kadın seni bulduğunda beğenmediğin gazetenin burç yorumlarını
yazıyordun be Hayriciğim. Karda yürüyeceksin, izini bırakmayacaksın.”
Fotoğrafçı sigarasını yere atıp kıza döndü. “Fundacığım, İsmail’e kollarını uzat lütfen.”
Kız kollarını iki yana açtı.
“Öne doğru!” Kendini tutamamıştı yazar. Fotoğrafçı onu dikkate almadan çekmeye
devam etti. “İsmail şimdi senin koşma planını çekiyoruz.”
İsmail koşar gibi bir poz alıp dondu. Yazar gülmemeye çalışırken dumanı yuttuğu için
öksürdü. Fotoğrafçı seslenerek açıklama yaptı. “Senin donmana gerek yok. Normal koşsan kâfi.”
İsmail boş baktı, ne yapacağını şaşırmıştı. Yazar bir sigara daha çıkardı paketten.

“Selma’ya mektup yazacağım. Beni affetmesi için. Bu hayata daha fazla devam edemem
ben.”
Fotoğrafçı yeniden vagona geçti. “Ellerinizi birleştirin.” Oyuncular denileni yaptılar.
“Evet, şimdi öpüşelim” Kız dehşet içinde fotoğrafçıya baktı. “Fahrettin Abi, biliyorsun ben
öpüşmüyorum artık. Kemal beni öldürür.”
Fotoğrafçı İsmail’i sırtından hafifçe iterken kıza cevap verdi. “Elimde cinayet sebebi
olabilecek bir sürü fotoğrafın var Funda. Hadi öpüşün bakalım.”
İsmail çekingen uzattı dudaklarını. Kızın dudaklarına değdirmeden bekledi. Yazar
tutamadı kendini yine. “Birader, yapışsana kızın dudaklarına. Bu sizin ilk öpücüğünüz!”
İsmail kızın ensesinden tutup yüzünü yüzüne yapıştırdı. Kız İsmail’e bir tokat aşk etti.
“Oha! Hiç mi öpüşmedin sen ya!”
Okulun duvarına tünemiş olan çocuklar hep birlikte alkış tuttular. “Ar-tiz İs-mail sen bi-
zim her-şeyi-miz-sin!” İsmail bütün çekim boyunca ilk kez samimi bir şekilde güldü. Ellerini
kaldırıp çocukları selamladı.
Fotoğrafçı “şu gülüşünü makineye de yapsan kimse seni tutamaz” dedi. İsmail’in
yüzündeki ifade dondu. Tek kaşını kaldırdı, hafifçe yüzünü yana çevirerek fotoğraf makinesine
baktı.
O gün kız, fotoğrafçı ve yazar 16.45 Haydarpaşa motorlusuna binerek şirin beldemizi terk
ettiler. İsmail, istasyonda onlara el sallarken tek kaşı hâlâ havadaydı. Fotoroman Gün gazetesinde
önce haber oldu, sonra da tefrika halinde yayınlandı, büyük sükse yaptı. 1974 yazı İsmail için
hayâl bile edemeyeceği olayları beraberinde getirdi. Hayatını değiştirecek kişi olan ünlü iş kadını
Selma Hanım’la temmuz ayında bir kokteylde tanıştı.