Şimdi bir tren penceresinden
Başka yaşamlara bakar gibiyim.
Ataol Behramoğlu
(İnsan Kendisinin Rüyasıdır şiirinden)

Hepimizin hayatında en az bir kere de olsa tren garına ya da istasyonuna gitmişliği, birini
karşılamışlığı veya yolcu etmişliği, trene binmişliği, trenin penceresinden akan giden görüntülere
dalıp hayâller kurmuşluğu, belki yanındakiyle sohbet etmişliği, belki de gözyaşı dökmüşlüğü vardır.
O eskilikten grileşmiş ama cilalı mermer zeminde koşmuşluğu, aceleyle asılı o kocaman saate bir
göz atmışlığı, camlı bölmenin ardındaki memurdan ya hayâllerinize kavuşmak ya da bir şeylerden
kaçmak için bilet almışlığı, trene binmek için basamaklardan çıkarken son defa bir geriye dönüp
bakmışlığı, oturduğunuz kompartımanın penceresinden sarkıp aşka, umuda, heyecana, geçmişe veya
geleceğe bir el sallamışlığı vardır.
Dile gelmemiş yüzlerce hikâye dolu insanın birbirine değmeden, yan yana durduğu, teğet geçtiği bu
büyülü mekânların edebiyata konu olması kaçınılmaz. Nitekim, 1825 yılından itibaren insan
hayatına girmiş trenin dolasıyla garların bir çok yazarı etkilediği ve eserlerine zemin yaptıklarını
görüyoruz. Agatha Christie’nin 1934 yılında yayımlanan Doğu Ekspresinde Cinayet romanını ya da
Edith Nesbit’in 1906 yılında yayımlanan Demiryolu Çocukları adlı çocuk romanını bilmeyen var
mıdır? Başka örnekler vermek gerekirse İngiliz yazar Graham Greene’nin 1933 yılında yayımlanan
İstanbul Treni romanı, 1923 yılında hayata veda eden Yeni Zelandalı öykü yazarı Katherine
Mansfield’in trenleri sembolik olarak kullandığı öyküleri gibi bir çok örnek vermek mümkün. Türk
edebiyatında da durum farklı değil. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1860 yılında ilk tren hattı
yapılsa da, ülkemizde demiryollarının yaygınlaşması Cumhuriyetten sonra oluyor. Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın Bir Tren Yolculuğu öyküsü 1955 yılında yayımlanan Yaz Yağmuru adlı öykü kitabında
yerini buluyor. 1962 yılında yayımlanan, Orhan Kemal’in Gurbet Kuşları adlı romanında da işlenen
göç konusunda da tren büyük rol oynuyor. Sabahattin Ali, Sait Faik, Oğuz Atay, Leyla Erbil,
Tomris Uyar, Vüsat O. Bener gibi değerli yazarlarımızın da öykülerinin bulunduğu, Kemal
Varol’un (Demiryolu Öyküleri, 2010) ve Murathan Mungan’ın (Tren Geçti, 2017) derlemelerinden
de anlaşılacağı gibi çok çeşitli hikâyede kullanılıyor bu ögeler. Nalan Barbarosoğlu’nun 2009
yılında yayımlanan Yol Işıkları adlı kitabındaki, tüm hikayenin hiç bir durakta durmayan bir trenin
içinde geçtiği Yol Yorgunu öyküsü tren ve istasyonların sembolik anlamlarıyla hiçbir zaman
değerini yitirmeyeceğine iyi bir örnek. Sadece roman veya öykülerde değil şiirde de sıklıkla yer
buluyorlar kendilerine. Nazım Hikmet’in,
Haydarpaşa garında
1941 baharında
Saat on beş.
(Memleketimden İnsan Manzaraları)
Dizelerini kim unutabilir ki!
İnsanların karşılaştıkları, kavuştukları, ayrıldıkları, derin düşündükleri, gelecek planları yaptıkları,
ağladıkları, sevindikleri, rahatladıkları veya gerildikleri bir mekân olduğu için edebiyat eserlerine
iyi bir dayanak yarattığı kuşkusuz. Bütün bu duyguların yanısıra, trende yabancı insanların arasında
insan kendi özbenliğinden çıkıp başka biriymiş gibi davranabilir. Fransız filozof Michel Foucault
ise treni içinden geçilen bir şey, bir noktadan diğerine gidiş ve geçip giden bir şey olarak tanımlar.
Bazen geçmiş zaman metaforu olarak kullanılır tren. İstasyondan kalkıp yola çıktığında her şey geride kalır. Bir yandan saat, bilet, yetişme vb ögelerle baskıyı temsil etse de diğer yandan
özgürlüğe bir kapıdır da aynı zamanda tren. Birinci sınıf, ikinci sınıf ve hatta üçüncü sınıf
vagonlarıyla sosyo-ekonomik sınıf ayrımını da temsil eder. Çocuk kitaplarında fantastik bir öge
olarak kullanılır. 1985 yılında yayımlanan Chris van Allsburg’un, sinemaya da uyarlanan kitabı
Kutup Ekspresi buna iyi bir örnek olarak gösterilebilir.
Bir çok sayısız sembolik anlamı barındıran trenler ve istasyonlarla ilgili örnekleri daha da
çoğaltmak mümkün ama Ataol Behramoğlu’nın dediği gibi biz, yazarlarımız Nalan Barbarosoğlu,
Hüseyin Karagöz, Suat Çınar, Nurdan Atay, Hediye Nar Gasımova, Arif Kamil Olgun, Nezir
Suyugül, Ebru Gazioğulları ve Canan Kuzuloğlu’nun öykülerine bakalım penceremizden.