“Bir arkadaşımın tavsiyesiyle haberdar olduğum bu öyküyle 20 yıl önceki ilk karşılaşmamı dün gibi hatırlıyorum.” İlk baskı için hazırlanan önsözde Jean d’Ormesson böyle demiş, yıl 1997. Bu sözler zaman düzeltmesiyle benim için de geçerli. Çok değer verdiğim bir arkadaşım okumam için “Kavuşmak”ı ödünç vermişti. Gözyaşları içinde okumuş, hikâyenin kahramanı o genç adamın yaşadığı acıları içselleştirmiş ve hemen kitabın siparişini vermiştim. Jean d’Omersson şöyle bitiriyor yazısını: “Fred Uhlman’ın kitabında muhteşem ve eşsiz olan, insanın rezilliğinin, aptallığının ve zalimliğinin, izzetinden ve dürüstlüğünden ayrı düşünülemeyeceğini göstermesidir. Kitap bizi kederle ve dehşetle doldurmasına rağmen son satırlarda umudu yeniden bahşediyor. İngiltere’de yaşamış, Alman Yahudisi bir ressamın kaleme aldığı satırlar Dante’nin, Shakespeare’in, Milton’ın ya da Pascal’ınkiler gibi büyük yapıtlarla bu noktada buluşuyor: Her zaman en kötüsü olacak değil; uğursuzların arasında her zaman iyi insanlar da vardır ve Tanrı son anda karanlıktan koparıp alır onları.”
Kitabın yazarı Fred Uhlman 1901’de Württemberg’de dünyaya gelmiş. 1933’te Nazi karşıtı bir avukat olarak çalışırken, Hitler’in şansölyeliğe getirilmesiyle Almanya’yı terk etmek zorunda kalmış. Fransa ve İngiltere’de sürgünde geçirdiği yıllara dair anılarını kaleme aldığı bir kitabı daha bulunuyor ancak Türkçe’ye çevrilmemiş. Kendisi yazar, şair ve ressam kimlikleriyle biliniyor.
Yazarın özgeçmişi, bu kısa roman ya da uzun öykü nasıl nitelendirmek isterseniz, Kavuşmak’ın hikâyesiyle birebir örtüşüyor. Kurguyla anılar çok güzel bir şekilde harmanlanmış da olabilir, yazarın tamamıyla hayal gücüyle tüm kötülüklerine rağmen savaşın, yukarıdaki önsözde belirtildiği gibi “her zaman iyi insanlar da vardır” inancıyla tasarlanmış da olabilir. Her nasıl ortaya çıkmış olursa olsun bu eser benim için klasikler kadar değerli bir metindir. Özellikle dünyamızın yeniden yeniden büyük kavgalara sürüklendiği zamanlarda iyi şeylerin var olabileceğine olan inancımızı güçlendireceğine inanıyorum.
Kavuşmak şu cümleyle başlıyor: “1932 yılının Şubat ayında hayatıma girdi ve bir daha hiç çıkmadı.” Bu giriş cümlesi çok güçlü. Okuyucuya az sonra sağlam bir hikâye ile karşılaşacağına dair ipucu veriyor. Hemen ardından geçen zaman ve o zamanın anlamsızlığına dair vurgu yapılarak acı dolu satırlara dalacağımızı anlıyoruz. Romanın anlatıcısı aynı zamanda hikâyenin ana karakteri olan Hans Schwarz. Yahudi bir aileden geliyor. Babası doktor, Yahudi olmasına karşın ateist denilecek kadar dine uzak bir adam. “İsa’nın ilahiliğine inanmadığını açıkladığı hâlde, yine de babamın görüşlerinin ateistten ziyade agnostik olduğunu ve Hıristiyan olmak istesem buna itiraz etmeyeceğini biliyordum.(benzer şekilde, Budist olmama da bir itirazı olmazdı)” Anne ise tam tersi, aile içinde dini yaşayan ve yaşatan karakter. Ailenin Almanya’da yüzyıllara dayanan köklü bir geçmişi var. Baba kültürlü, çok okuyan ve bilime inanan biri. Aynı şekilde henüz ergenlik çağlarında olan Hans da o yaşında tüm klasikleri okumuş, kültürlü bir çocuk ancak kolay sosyalleşemiyor. Bu durumda içinde yaşadığı zamanın getirdiği güç koşulların da etkisi var elbette. Babası onu daha iyi eğitim alması için kent soylularının çocuklarının okuduğu liseye yazdırıyor. Burada ekonomik durumu ve konumu benzer birkaç öğrenci olsa da çoğu ilerde baron ya da prens olacak, en kötü ihtimal çok varlıklı aile şirketlerinin başına geçecek çocuklarla birlikte eğitim görüyor. Belki de tam da bu nedenle kendini kapatıyor. “Sınavlarımı geçtiğim sürece, ki beni zorlayan bir durum değildi bu, kendimi neden öne çıkartacaktım ki? Ben tam aksinin doğru olduğunu düşünürken, okul için değil yaşam için öğreniriz düsturunu bize benimsetmeye uğraşan yaşlı, kırgın ve yorgun öğretmenlerimizi etkilemek neye yarardı?”
Hans’ın bu düşünceleri okula yeni gelen, bölgenin kraliyet soyundan köklü bir ailesinin üyesi Konradin’le karşılaşıncaya kadar devam eder. Konradin’i gördüğü ilk gün onunla hayat hikâyelerinin birleşeceğini biliyordur ve onunla arkadaş olmak için hazırdır. Kısa süre sonra da bu arkadaşlık kurulur. İki genç adamın her ne kadar statüleri farklı da olsa dünya görüşleri, ilgi alanları ortaktır. Ancak ülkedeki siyasi ortam hızla değişmektedir: “Stuttgart, her zamanki sessiz sakin havasını muhafaza ediyor. Zaman zaman duvarlarda görülen gamalı haçlar, birkaç Yahudi’nin taciz edilmesi, bazı komünistlerin dövülmesi gibi küçük çaplı olaylar yaşansa da hayat genel olarak alışıldık biçimiyle devam ediyordu.” Bir gün bu küçük küçük başlayan şiddet olayları daha büyük felaketlere yol açacak seviyeye ulaşır. Hans’ların evinin yanında, kendileri gibi Yahudi kökenli iki küçük kız çocuklu mutlu bir aile vardır. Bu aile her zaman mutlu fotoğraflarıyla hafızasında yer eder. “Ebeveynlerinin ve hizmetçinin dışarıda olduğu bir gece, ahşap ev o kadar amansız bir hızla alevlere teslim oldu ki, itfaiye yetişemeden çocuklar yanarak öldü. Ne yangını gördüm ne de hizmetçi kadınla annelerinin çığlıklarını duydum. Ertesi gün kararmış duvarları, yanmış oyuncak bebekleri ve kurumuş ağaçtan yılan gibi sarkan yanmış salıncak ipini görünce olaydan haberdar oldum.”
Yaşanan tüm bu tatsız gelişmelere rağmen Hans ve Konradin’in dostluğu devam eder. Hatta bir gün Konradin Hans’ı evlerinde ziyarete eder. Hans’ın annesi sevgiyle babasıysa neredeyse yerlere eğilerek saygıyla karşılar. Oğlunun Konradin’le dostluk kurmasından gurur duyar. Aynı şekilde zaman zaman Hans da Konradin’lerin köşklerine gider. Ancak ziyaretlerinde hiç ailesiyle karşılaşmaz. İlk başlarda buna dikkat etmese de sonra fark eder ki Konradin özellikle ailesinin evde olmadığı zamanlar onu konuk etmektedir. İlk tartışmalarını bu sebepten yaşarlar. Konradin’in ailesi bir Yahudi’yle arkadaşlık etmesine karşı çıkmaktadır hatta Konradin’in annesi Hitler’in en büyük destekçilerinden biridir. Yaptıkları tartışma sonunda Konradin şunları söyler: “Canım Hans, beni Tanrı’nın yarattığı gibi değiştiremeyeceğim şartlarımla kabul et. Tüm bunları senden gizlemeye çalıştım ama seni uzun süre oyalayamayacağımı ve cesaretimi toplayıp bunları konuşmam gerektiğini bilmeliydim. Fakat ben bir ödleğim. Seni incitmeyi göze alamadım sadece.”
Sadece Stuttgard’da değil okulda da hızla değişim yaşanır. Yeni atanan tarih öğretmeni Nazi yanlısı bir faşisttir. Yahudi kökenli çocuklara diğer çocukların şiddet uygulamasını sağlar. Çok büyük bir hızla değişen siyasi ortamda Yahudiler şehri terk etmeye başlar. Hans’ın ailesi kalmakta kararlıdır ancak oğullarını hukuk eğitimi için Amerika’ya göndermeye karar verirler. Hans gitmek istemese de dostu Konradin’in okulda çıkan son taciz olayında ona sırtını dönmüş, yalnız bırakmış olması kararını değiştirmesini sağlar. Gittiği gün iki mektup alır biri onu taciz eden çocuklardan yine tacizkâr bir mektup, diğeri Konradin’dendir: “… Seçeneklerimiz Stalin ve Hitler ve ben Hitler’i seçiyorum. Kişiliği ve samimiyeti beni tahmin edebileceğimden çok daha fazla etkiledi. Geçenlerde annemle birlikte Münih’teyken tanıştım onunla.” der ve “Belki yollarımız bir gün yeniden kesişir. Seni hiç unutmayacağım sevgili Hans! Beni derinden etkiledin. Bana düşünmeyi, şüphe duymayı ve o şüpheyle Tanrı’mızı ve Kurtarıcımız İsa’yı bulmayı öğrettin.” diye bitirir mektubunu. Artık en yakın dostunu, Konradin’i de kaybeden Hans Amerika’ya gider. 30 yılını bu ülkede bir göçmen olarak geçirir, bir gün eski okulu Karl Alexander Gymnasium’dan mektup gelir ve İkinci Dünya Savaşı’nda ölen oğlanlar için yapılacak anıta katkıda bulunmasını isteyen bir mektup ve liste eline ulaşır. Listeye günlerce bakacak cesareti olmaz. En sonunda dayanamaz ve dostunun ismini bulacağını düşündüğü listeyi açar. Hikâyenin müthiş sonu da işte tam burada devreye girer. Kocaman bir ömre yayılan kırgınlığın hikâyesi gözyaşları içinde son bulur.
Keyifli okumalar dilerim.
_______________
Fred Uhlman: Kavuşmak, Çev.: Özlem Uygun, Kolektif Kitap, 2017, 1. Baskı, 102 Sayfa.