Tuhaf adamdır şu Muzaffer Bey. İşi gücü eski gazeteleri biriktirip satmaktır. Evi kendisinin olmasa, azıcık emekli maaşıyla başka türlü nasıl geçinir? Eski gazete işinde iyi para var. Utanmasa çöpleri de karıştıracak, karton, metal kutu, her ne varsa götürüp satacak. Ama utanıyor. El âlem ne der? Yok, olmaz öyle. Adabıyla yapılmalı her iş.
Bir sabah uyanır, dört katlı apartmanın giriş katındaki fakirhanesinde çayını demler, saat daha erkendir. Camdan bakacağı tutar. Bir de ne görsün! Kâğıt toplayan kir pas içinde bir adam… Komşularının kendisi için kapıya bıraktığı gazeteleri çuvalına yüklüyor! Bir hışımla evden çıkar yalınayak denebilir, ayağında mesh var. Dışarısı soğuk, kar, kıyamet. Karlar erimeden don yapmış, apartmanın mermer döşeli girişi buz tutmuş. “Ne yapıyorsun birader, onlar benim ekmek param” der demez kapaklanır yere. Kâğıtçı şaşkındır. Tutup kaldırsa mı, eyvallah edip gitse mi. Bilemez. Muzaffer bey endişelenir… Ayağa kalkabilecek mi. Acaba kırık çıkık bir yeri var mı? Sokağın deli dolu köpeği Cazgır tetiktedir. Havlasam mı diye bakınır, eğilip, yerde iki büklüm yatan Muzaffer beyi apış arasından koklar. Kâğıtçı elinde olmadan patlatır kahkahayı. Muzaffer bey sinirden kıpkırmızıdır. Apartmanın meraklı kedisi Kirpi de can havliyle sıçrar çöp tenekesinden dışarı. O da anlamıştır bir durum olduğunu. Sabahın köründe neler yaşanır, haberiniz olmaz…
Muzaffer bey dikkatlice kalkar, avuç içleri yüzülmüş biraz. Kalçasında da hafif bir ağrı var. Yoklar kendini, iyi sayılır. Uzaklaşır kâğıt toplayan adam. Görünmez olur. Muzaffer bir komutan gibi hisseder Muzaffer Bey. Kalan gazeteleri toplayıp evine girer. Çay kaynamaktan acımış, kendisinde pek bir şey yok Allaha şükür… Şöyle ayağını uzatacak. Dinlense iyi gelecek de birden karnına bir sancı saplanır, sonra bir sancı daha… Adamcağızı yeniden iki büklüm yapar. Eli telefona uzanır, karşı komşunu arar. Karşı komşu da üst kat komşusunu, böylece apartman ahalisi kısa sürede Muzaffer Beyin evine doluşur.
“Karnına sıcak kiremit koyalım iyi gelir”, der karşı komşusu. “Yok, olmaz öyle yüzükoyun yatsın. Sırtını ovun” diye söylenir bazısı. Muzaffer beyi evirip çevirir, şekilden şekle sokarlar. Olmaz bir türlü. Adamcağız kıvranır da kıvranır. Birkaç saat sonra bir doktor çağırmayı akıl ederler. “Anlatın bakayım der doktor, her bir şeyi en baştan anlatırlar. “Üşütmüş!” diye teşhisini koyar mütehassıs doktor. “Derhal eczaneden şu ilacı alın. Suda eritip içsin. Tesiri kuvvetlidir. Dikkat ediniz”. Doktor çıkıp gider. Bakkalın oğlu ilacı bulup getirir. Suyla karıştırıp içirirler, zavallı Muzaffer Beye. Sıkılır, Muzaffer Bey. Utanır kalabalıktan. Öyle ya bütün apartman başında, ne olacak diye beklemektedir. Zaman geçtikçe, utancından kıpkırmızı olur Muzaffer Bey. Hanımlar, beyler, kusuruma bakmayın, diyemeden… Bir top patlatırmış gibi gazını çıkarıverir. Neresinden diye sormayın işte. Orasından…
Herkes bir “oh”, çeker en derininden. Kalabalığı bir öksürük tutar. Derin çekmeseler iyiydi. Hemen bir cam açıp havalandırırlar odayı. Muzaffer bey rahatlamıştır. Komşular evlerine dağılır. O akşam apartmandaki tüm dairelerde Muzaffer Bey konuşulur. Muzaffer Bey utancından birkaç hafta evden çıkamaz. Sonra, her şey gibi bu olay da unutulur, gider. Çaktırmayın bu olayı yazdığımı, herkesin okuduğunu falan. Muzaffer Bey’i görürseniz, bıyık altından gülmeyin e mi? Şişşt…(Aramızda).