Uyku sersemi fırlayıp oturdu yatakta. Ter boşanıyordu her yerinden. Kalbi yerinden çıkacaktı adeta. Gördüğü korkulu rüya gelince aklına ürperdi. Elleriyle alnını, yüzünü kuruladı. Pis bir koku yayılıyordu vücudundan. Yüzü ekşidi. “Hayra alamet!” dedi telaşla; kulağının memesine bir asıldı ki kıpkırmızı kesilmişti. Ağzıyla mucuk sesini yapmayı da ihmal etmedi. Hızla etrafına bakındı. Baş üstündeki dede yadigarı tahta gaz lambalığı görünce içi rahatladı. Hemen uzanıp bükülü işaret parmağıyla tıklattı iki kere. Nihayet rahat bir nefes almıştı. Öyle derdi rahmetli anacığı: “İllaki tahta olacak Hayrettin!” Nedir ki bu tahtanın kerameti, derken göbeğini hoplata hoplata gülüyordu aklına gelene… Raşit Abi olsa vur geç kafasına, demesine kalmadı telefon çaldı cangır cangır… İlk anda göremedi. Sesin geldiği yöne bakınca şarjda bıraktığını hatırladı. Aceleyle yuvarlanıp indi yataktan. Sabahın kör vakti, kim ki bu münasebetsiz, hayrola, diye söylenirken bakınca, “Eh işte, iti an çomağı hazırla!”. Raşit Abi yazıyordu ekranda. Yüzü gölgelendi bir anda. Alo dedi, isteksizce. Daha bir kelime edemeden frensiz volümü tavanda bir ses yağdırmaya başlamıştı. Dinledikçe yüzüne düşen gölgenin bini bir paraydı. Çıldırmış olmalıydı bu adam! Ama abi, diyecek oldu, telefon çooktan yüzüne kapanmıştı. Lahavle çekip yatağa döndü. “Çattık ya! Kafayı yemiş, nasıl açarım hatta nasıl gireriz biz oraya?” diye söylenirken uzanamadan kalktı. Bir koşu helaya seyirtti. Rüyaydı, telefondu e bi de sabah vakti derken iyice sıkışmıştı. Zor yetişti kubura…

Akşamı dar etti. Bütün gün dolandı durdu evin içinde; bu iş nasıl hallolacaktı? Gitmese hiç olmazdı, gebertirdi vallahi Raşit onu. Vakit saat gelince söylene söylene düştü yola. İki kavşak sonra ışıklarda gördü mahallenin belalısını… El ediyordu bıçkın, gel buradayım… Varınca yanına “Ne sallana sallana geliyon lan, hadi topukla işimiz uzun!” diyerek itekledi onu. Abi iyi düşündün mü, diyecek oldu, dinlemiyordu bile. Hızlı adımlarla önüne geçti. Çaresiz takıldı peşine.  Üç sokak sonra sağa döndüler, Fevzi Paşa Caddesi tüm haşmetiyle karşılarındaydı, ışık ışık, bangır bangır, araba insan dolu… Raşit, işaret parmağıyla şubeyi gösterdi. Kapanmamıştı daha. Mesai var galiba, diyecek oldu. Boş ver anlamında bir işaret yaptı eliyle Raşit: “Bizim iş anca biter zaten!” “Nasıl yani?” “Nasıl olacak Oğlum? Hiç kafan basmıyo mu, senin? Merhabaa deyip şube kapısından gircek halimiz yok ya! Yan binanın bodrumundan sızcaz içeriye. Ha-ha-ha, bitişik nizamın güzelliği… Çaktın köfteyi? Bir duvarlık işimiz var yani?” “Bir mi, iki mi? Hem güvenlik n’olcak Abi?” “Amma da ödlek çıktın haa! Araştırdık heralde! Gece yarısından önce inmiyo dürzü, mekâna! Lan, o kadar kasa çözüyon bi şu işlerin şifresini çözemedin gitti ha, tahta kafa!” derken, başına vuruyordu tak tak. Hayrettin geri çekildi. Sabahki espirisi geldi aklına. Yüzü iyice buruştu. “Bak Abi, sen şifreyi iyice çözdüğüne emin misin? Gel yol yakınken vazgeçelim bu işten. Abuk sabuk rüyalar gördüm zaten sabah sen aramadan. Hem ellerim de hiç iyi değil bu aralar. Ya beceremezsem? Demedi deme sonra. Kötü kokular geliyor burnuma!” “Lan, başlatma şimdi eline burnuna!” derken Raşit, öyle bir bakış bakmıştı ki, “Öl, daha iyi!” diyordu sanki. Dediğine, diyeceğine pişman olmuştu Hayrettin.

Hava iyice kararmış, azgın trafik ilerleyemiyordu. Önce, şubenin yan binasının girişini kontrol etmeye başladılar. İçeri girip kapıyı açık bırakan adamın peşinden sahanlığa damladılar. Çok yaklaşmadan arkasından yukarı çıkıyormuş gibi yapıp adam evine girer girmez dönüp parmak uçlarında bodruma sızdılar. Fazla zorlanmadan kilidi kırdıklarında içerisi kapkaranlıktı. Raşit, yaktığı feneri eline tutuştururken sessiz ol işareti yapıyor, bir yandan da kasa dairesine bitişik duvarı gösteriyordu: “İşte burası! Üç beş tuğla söktük mü tamam!” Manyak mısın abi, sen, bakışlarına aldırmadan cebinden çıkardığı ilginç aleti duvarda gezdirdi. Sinyal veren yere, belinde sakladığı keski ve çekiçle vurmaya başladı. Hamleler ve gürültü gittikçe artsa da ne şehrin ne sakinlerin duyacak hali yoktu. Tarihi cadde azgın trafiğin, sakinlerse en üst perdeden açık televizyonlarının esiriydi. Adam kessen ruhu duymazdı kimsenin. Girişteki dükkân da daha onlar gelirken kapalıydı. Tüm bunları düşününce içi bir nebze rahatladı. Tahta mahta kafaydı ama bu işi iyi araştırmıştı belli ki nam-ı diğer kesik kulak Raşit Efendi!

Daha sekiz olmadan ilk duvarın tuğlaları sökülmüştü bile. Sıra şube duvarındaydı. O ilki gibi kolay olmadı. Anlaşılan müteahhit yönetmeliğe uygun dikmişti binayı. Söylendi: “Lan, şu memleketin haline bak, çürük sağlam yan yana. Doğruyu da götürür lan, bu eğri!” “Tam da biz, desene!” “Ne diye söyleniyon lan orda, iki elinle bi mereti tutamadın, şuraya şuraya…” diye deliği işaret ediyordu Raşit, duymamıştı Allahtan. İş bittiğinde saat neredeyse on bire vardı. “Elini çabuk tut!” dedi, “bundan sonrası sende… Bir saatin var ancak!”

Delikten içeri girdiler. Üstleri başları toz içinde kalmıştı. Fenerin ışığında kasayı bulunca, hemen itekledi Hayrettin’i: “Kaldır lan o koca kıçını da başla hemen! Ben de etrafı kolaçan edeyim.” Raşit uzaklaşırken kasanın düğmesiyle ileri geri oynamaya başladı. İlk iki rakamı hemen bulmuştu. Sevinçle ellerini çırptı. Acıyla bıraktı. Korkuyla bakınca parmaklarının şişmeye başladığını gördü. “Eyvah!” dedi, “geliyor gelmekte olan!” İşi bir an önce bitirmek için düğmeye saldırdı. Bir iki hareket daha… sonra parmakları iri sarma dolmalar kıvamına geldi. Sanki birisi lastik şişirme pompasına basıyordu. Önce parmakları sonra elleri davul gibi şiştikçe şişti. Ter boşandı yine her yerinden. Aklına sabah gördükleri geldi. Gözleri, ışık tutulan tavşan gibi kararmıştı rüyasında. Tahta arandı, yoktu bu sefer! Hızla bir hamle daha yaptı kasaya. Parmaklarına hâkim olamıyordu ki düğmeye olsundu. Tutmaya çalıştıkça elleri daha da irileşti. Telaş içinde Raşit’e seslendi: “Abi, abi, hey Raşit Abi, bak bi!” İş bitti sevinciyle geldi ki gözleri yerinden uğradı. “Lan, bu ne? Babannemin dolmaları gibi…” “Demiştim abi ben sana… Bilmiyom valla! Şişiveriyolar böyle yerli yersiz son zamanda.” Neredeyse ağlayacaktı. “Hay şansımıza sıçayım. N’apcaz lan şimdi?” “Ne bileyim ben, abi? Sıvışmak en iyisi…” “Höst lan, plan yaptık o kadar! Tamam, sakin ol önce. Tarif et de ben yapayım! Bi işe de yarasan bari!” “Olmaz ki abi!” “Nasıl olmaz lan? Ne olmazları oldurdu bu abin. Dene bi hele, hergele!”

Olurdu olmazdı diye tartışırlarken kasa dairesi gündüze dönüverdi. Güvenlikçi bu gece erken inmeye karar vermişti. “Kim var orada, kımıldama!” diye bağırıyordu avazı çıktığı kadar. Raşit, tecrübeli, sıçradığı gibi delikten sıvışıverdi bir anda. Hayrettin’e kal gelmişti andan ve acıdan. Güvenlikçiyle yan yanaydılar. “Kalk!” diye bağırıyordu. Copu havada, feneri suçlunun üstünde, “Eller yukarı!” dedi. Çaresiz doğruldu. Gözleri karardı ışıktan. Rüyası geldi aklına. Lan dedi içinden, kasa şifresi çözeceğine, rüyayı çözseydin ya! “Eller yukarı, dedim.” Ne zaman ki Hayrettin, ellerini yukarı kaldırdı, adam şaşkınlıktan bakakaldı; nasıl ellerdi onlar? Bir anlık dikkat dağınıklığını fırsat bilip harekete geçti hemen! Dev elini adamın suratına indiriverdi. Güvenlikçi geri geri sendeledi. İkisi birden bağırıyordu acıdan. Baktı ki yıkılmıyor ayakta, hani şu Osmanlı tokatı dediklerinden var ya, bir tane de öyle aşk ediverdi öbür eliylen. Bu sefer adam iki seksen yerdeydi. Bayılıp kalmıştı. Hayrettin hemen deliğe yöneldi. Önce davul ellerini, sonra bedenini çıkardı. Telaşla uzaklaştı. Koşa koşa tırmandı merdivenleri. Kapıdan dışarı atınca kendini, derin bir nefes çekti. Sakin görünmeliydi. Toparlanınca hızlı adımlarla uzaklaştı olay mahallinden. “Lan, görüyo musun, gece vakti çürüğe çıkacaktım az daha! Neyse! Kurtuldum ya şu iblisten… Arasın bakalım bi daha beni! Hayra yor derler ya kötü rüyayı!” Yoluna devam etti, gecenin karanlık olamayan karanlığında, hercümerç vaziyette…

E, peki, şimdi okudunuz, beğendiniz, beğenmediniz, başıma ne geldi bilesiniz. Bir gün evvel bitmişti bu öykü. Dedim ki biraz demlensin. Sabah açtım ki sadece dosyanın adı var. Uçup gitmiş yazdıklarım. Hayırdır inşallah, deyip panikle, tahtaya vurdum iki kere. Ara dur, bak her yere, geri dönüşüme, nafile! Yeniden yazıldı anlayacağınız öykü kafamda kalanlarla. Hadi bakalım deyiverin şimdi, bu neyin işareti? Hayra alamet ola! Ha-ha-ha!!!