“Ve şimdi şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir.”

Kör Baykuş, Sadık Hidayet

 

Nalân, tedirginlik içinde yürüyordu.  Şehrin koca dudaklarından yayılan beyaz duman yanıltıyordu gözleri. Hiç şefkat yoktu kıyıda. Sadece yalnızlığın sefilliği… Rüzgâr sertleşti. Yakası tüylü, gri mantosunu ilikledi. Bir an evvel içme isteği ele geçirdi varlığını. Hızlanınca önündeki tümseğe ayağı takıldı. Yanından geçen “Kadir” isimli adam tuttu Nalân’ı. Göz göze geldiler! Elindeki dosya yere düşünce, üstte duran sayfayı ters çevirdi, hızla uzaklaştı Kadir.

Nevizade Sokak’tan içeri daldı Nalân. Tarihi Cumhuriyet Meyhanesi’nin önünden geçti, Kırmızı Şarap Evi’ne girdi. Kuytu bir köşe buldu kendine. Oturduğu yerde bir türlü rahat edemedi. Tahta sandalyeler omurgası için fazla rahatsızdı. Dudaklarını bedenine yapıştırmış, koca göbekli bir sülüğe benziyordu romatizma. Doymamıştı kanını emmeye. Garsona seslendi. Bir şişe kırmızı şarap istedi.  Hızlıca içti ilk kadehi, ikinciyi doldurdu. Güzel bir kadın girdi içeri. Uzun boyluydu, kızıl saçları parlaktı.

İncecik! Bedeninin içinde rahat yaşayan bir kadın. Bense kaskatıyım. Gevşemek için bu kadehe muhtacım.

Nalân şişeyi bitirdi. Hesabı ödedi, Kırmızı’dan çıktı. Sisin içinde yalpalayarak yürürken müziğin gürültüsüyle dikkati dağıldı. Ölü sevgilisi Şevket’in en sevdiği şarkıydı çalan.

“Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?”  

İlk dizeyi mırıldandı. Durdu. Gevşeyen dudaklarından o meşhur tirat döküldü:

“Yaşamak mı ölmek mi? İşte bütün mesele bu!”

Çantasından cüzdanını çıkardı, avuçladı bozuk paraları.

“İşte bütün mesele bu!” diye tekrarladı.

Madeni paralardan biri yere düştü, tramvay raylarına doğru ilerledi. Nalân parayı takip etti. Dengesini kaybetti, tökezledi.  Gözü kamaştı ışıktan…  

Gökyüzünü renklendiren havai fişek gösterisine anlam veremedi zira sokaklar boşalmıştı. Eve dönmek istiyordu. Bir an önce!  Hızlı adımlarla tünele doğru yürümeye başladı. Turnikeyi geçerken, Fötr Şapkalı Adam’ı gördü. Adam şapkasına uzandı. Nalân’ı selamlamak için başını hafifçe öne eğdi, ayaklarının yerle bağlantısı kesildi, kafası uçan bir balon gibi tavana yapıştı. Tavanda bir boşluk açıldı, kara delik çiçeklendi. Mor ortancalar etrafa yayıldı hızla…

Nalân şaşkınlık içindeydi araca binerken. Üstündeki çiçekleri silkeledi.  Etrafa saçılan madeni paraları fark etti.  Bir koltuğa oturdu. Tedirginliği tırmanırken Kadir içeri girdi. Elinde tuttuğu dosyanın en üstündeki sayfa açıkça okunuyordu bu kez. Kapılar kapandı.

“Senin ne işin var tünelde?”

“…”

“Her şey çok sıra dışı. Neden sadece ikimiz varız bu araçta?”

“Mor ortancalar yağarken beni düşündün de ondan.”

“Aklımdan geçenlerin karşımda belirmesine alışkın değilim.”

“Tünelde işler böyle yürüyor. Düşünce gücüyle buluşuyoruz.”

“Neden sürekli karşıma çıkıyorsun?”

“İlk karşılaşmamızın üstünden çok zaman geçti Nalân. Burada oturan rüyadaki bedenin. Tünelde sadece döngüler var. Tekrarlayan olaylar.”

Karaköy’de kapılar açıldı. Vagona dolan parlak ışıktan rahatsız oldu, ayaklandı, kuytu bir köşe aradı Nalân. Kapılar kapandı, araç Beyoğlu’na doğru hareket etti. Kadir oturduğu yerden seslendi:

“Karaköy’de inmediğin sürece, gidip gelmeye devam edeceğiz.”

Beyoğlu’nda kapılar açılmadı. Araç ters yöne hareket etti. Aniden Fötr Şapkalı Adam belirdi vagonun içinde. Nalân hızlıca Kadir’in yanına geçti.

“O buraya nasıl girdi? Beni ürkütüyor.”

“Azrail’in amacı seni korkutmak değil. O tanıdığım en şefkatli melek.”

“Fötr Şapkalı Adam Azrail mi?”

“Evet. Arada kalmanı istemiyor. Rahat bir geçiş yapman için uğraşıyor.”

Nalân, ayak bileklerine kadar yükselen mor ortancalara bakarken korkuyla titredi. Mantosuna gömülerek, küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladı.

“Ama ben ölmeye hazır değilim. Yaşlı bile sayılmam. Daha fazla zamana ihtiyacım var. Eve dönmek istiyorum. Yalvarırım bana yardım et!”

“Karaköy’de inmelisin! Öldüğünü fark etmeyen bir hayalet olacaksın yoksa.”

“İnmeyeceğim. Onunla hiçbir yere gitmiyorum. Çıkar beni buradan ne olur! Çok korkuyorum!”

Parlak ışıklar doldu vagona yeniden. Gözlerini yumdu Nalân. Çaresizce çırpınmaya başladı.

“Ölmek istemiyorum. Eve dönmem gerek. Yalvarırım bana yardım et!”

Kadir dosyaya uzandı. Kalemini çıkardı, yazmaya başladı:

“Yaşamak mı ölmek mi? İşte bütün mesele bu!”

İstiklal Caddesi’nde zıplarken buldu kendini Nalân. Yanından geçenler, arkasından gelenler, herkes bir çuval yarışmasındaymış gibi zıplıyordu. Sessiz bir çağrıyla Balo Sokak’a saptı. Yıllar önce kapanan “Viveka” isimli barın açık olduğunu fark etti. İçeri girdi. Tanıdıktı müdavimlerin yüzü.  Çocukluk aşkı Şevket, içki servisi yaparken, mor ayakkabı bağları yeri süpürüyordu. Her zamanki gibi becerememişti fiyonk yapmayı. Nalân bar taburesine yerleşti. Karşı masada oturan Kırmızı Elbiseli Kadın, kadehindeki şarabı bir dikişte içti. Hızlıca bardan çıktı. Sessiz bir çağrıyla tabureden kalktı, kadının peşine düştü Nalân.

Kırmızı Elbiseli Kadın, üstünde “ÖLÜMCÜL YARALAR” yazan metal kapıyı itip, içeri girdi. Bir anda gözden kayboldu. Nalân küf kokusunu duyduğu an, eski tiyatro salonunu hatırladı.

Kahverengi koltuklar, kadife perde, gıcırdayan parke.  

Sahneye ilk adım atışı geldi aklına. Kırmızı pabuçlar! Dans ederek bir çember çizdi. Ön sıralara geçti, yirmi iki numaralı koltuğa oturdu. Oyunu izlemeye başladı.

Kadir daktilonun başından kalktı, çekmeceyi açtı, silahını çıkardı. Işıklar söndü. Dekor değişti!

Kırmızı Elbiseli Kadın, kostümünü değiştirmek için hızlı adımlarla kulise doğru yürüdü. Memnundu oyunun içindeki oyundan. Aynada hayranlıkla seyretti kendini. Dans ederek bir çember çizdi. Kırmızı pabuçlara baktı. Sesi duydu:

“Oyunun bitmesine beş dakika var.”

Ayna, deniz gibi dalgalandı. Donup kaldı “hayaleti” karşısında görünce. Siyah uzun saçları küt kesilmişti. Benzi süt beyazıydı. Dudakları mosmor. Dantelli elbisesi delik deşik. Ürkütücüydü yeşil gözlerindeki şeytani ışık. “Git buradan,” diye bağırmak istedi Kırmızı Elbiseli Kadın. Ağzını açtı, sesi yoktu. Sırdaki delikten akmaya başlayan su, kulisi doldurdu. Aynadaki Kadın abartılı bir kahkaha attı!

“Ah kıyamam, sesine ne oldu? Kim çaldı çığlıklarını? Bakışların da karda donmuş balık gibi. Ne oldu, büyüklük taslıyordun az önce? Bütün böbürlenmen gölgenle karşılaşıncaya kadar değil mi? Zavallısın! Kendini pırlanta sanan bir kömürsün sadece. Çırpınma boşuna dudaklarını açmak için. Dilin bende! Yalan söylemekten paslanmış bir dili gerçeklerle temizliyorum. Sahneden inince neden rol kesmeye devam ediyorsun? Yüzüne yerleşen sahte tebessümün etkileyici bir yanı yok. Evet, annenin dudakları! Seni terk ederken, tam da bu gülüşle, kulağına bir prenses olduğunu fısıldamıştı.

‘Prenses, temelli gitmiyorum üzülme. En kısa zamanda seni de alacağım yanıma.’

Kendi inanmış mıydı döneceğine? Baban da hiç ilgilenmedi seninle! Bencil herifin tekiydi! Prensesler acı çekebilir ama masalların sonunda beyaz atlı prensler var değil mi? Kibirli bir aktörün peşinden koşup durdun. Adam, babanın kötü bir kopyasıydı ve tiyatronun mafyasıydı. Çoğu zaman pavyonu tiyatroya tercih ederim! Mah, meh, mih! Bir tane doğal konuşan yok! Hepsinin gırtlağına yılan kaçmış. Yürüyüşleri dimdik. Ah, onlara ne kadar çok benzediğini bir bilsen. Grotesk bir dansözsün sen! Zillerin kiremitten, kıyafetin kuzu postundan. Çıktığın masa, masa değil tabut! Dikkatli baksaydın görecektin çukurda kıvırdığını.

Mezar taşına bak! Oku! İsmimi oku!

Adım Nalân! Soyadım Roman.

Gerçeklerin kurşun gibi saplanma eğilimi vardır, ölümcül yaralar açar. Çok yakında sadece ikimiz kalacağız. Benimle ne yapacağın, kaderini belirleyecek.”

Kırmızı Elbiseli Kadın, bedenine geri dönmek için çırpındı.  Boğuluyordu! “Bitti” diye düşündü. “Buraya kadarmış!”

Kadir hızlıca kulise girdi, aynanın karşısında donup kalan kadını sarsmaya başladı. Kırmızı Elbiseli Kadın, bu şiddetli itilişle bedenine geri döndü.

“Yine sahne kaçırdın farkında değil misin? Yapmadığım numara kalmadı durumu kurtarmak için. Çok az kaldı oyunun bitmesine. Şimdi sahneye çıkacağız, ateş edeceğim, öleceksin. Hatırlıyorsun değil mi? Hadi!”

Kırmızı Elbiseli Kadın ayağa kalktı, yürümeye başladı. Söylenenleri yapan bir robot gibi. Kadir, tabancasını ona doğrulttu.

“Önce seni, sonra da ayakkabısını bağlamayı bile beceremeyen o herifi öldüreceğim.”

Kadir iki el ateş etti. Kırmızı Elbiseli Kadın tepkisizdi, seyircilere döndü, aynadaki hayaleti karşısında görünce yere yığıldı.

Nalân tiyatrodan çıktı, sisin içine girdi yeniden. Şehrin koca dudaklarından yayılan beyaz duman yanıltıyordu gözleri. Hiç şefkat yoktu kıyıda. Sadece yalnızlığın sefilliği… Rüzgâr sertleşti. Yakası tüylü, gri mantosunu ilikledi. Bir an evvel içme isteği ele geçirdi varlığını. Hızlanınca önündeki tümseğe ayağı takıldı. Tam düşmek üzereyken, yanından geçen Kadir isimli adam tuttu Nalân’ı. Kulağına eğildi ve fısıldadı:

“Mor ortancalar yağarken beni düşün.”

Hızlıca yürüyerek sisin içinde kayboldu.