Güneşin bile terlediği bir yaz sıcağında odasında otururken düşünmeye başladı,
annesinin kuruttuğu buğday başaklarına bakarak. Son ayları sürekli birtakım şeyler
düşünerek geçmişti. İçeri vuran güneş ışığının etkisiyle daha da sararmış gözüken
buğday başaklarına selam verdi önce. Her bir buğday tanesine dokunmaya başladı,
emeği düşündü sonra. Ekimi ile başlayıp olgunlaşmasına kadar geçen süreçte verilen
onca çabayı, zorluğu, yılmamayı, heyecanı, umudu… Tüm yılın çabası hasat vakti
geldiğinde o iri ve sarı buğday tanelerini görmek içindi. Aslında görmek istenilen
verilmiş zorlu çabaların karşılığının alınıp alınmadığıydı. Çünkü insanı mutlu eden
buydu.
Elinde tuttuğu kurumuş buğday başaklarını avuçlarının içinde ovuşturdu ve taneleri
dağıldı her bir tarafa. Toplamaya çalıştı yerden birkaçını ama sonra yoruldu ve pes etti.
Kendi haline terk etti her birini. Bir deste kadar olan taneleri toplayamıyorken onca
tarlayla nasıl başa çıkıldığını düşündü ve bu düşüncesi de buharlaşıverdi hemen. Tüm
yıl boyunca yaşadıklarını anımsamaya başladı sonra. Kendi hasadını düşündü.
Hayatına ektiklerini, hayatına aldıklarını, elediklerini, hayal kırıklıklarını, heyecan ve
sevinçlerini…
Sahi!
Anıların hasat vakti olabilir miydi? Anılarını hasat etmenin vakti gelmemiş miydi?
Yaşadıklarının, aldığı sorumlulukların, verdiği çabaların bir sonucu olmalıydı.
Yaşadıklarının kanıtı olabilecek birtakım şeyler. Yaşanılanların mahsulü…
Anılarını hasat etmek için doğruldu oturduğu yerden. Kendi tarlasına baktı uzaktan.
Anılarıyla sevişmek için sabırsızlansa da onu solgun sahnelerin beklediğini biliyordu.
Ve yanılmadı. Anılarıyla dans etmeye başladı önce, hepsini bir bir yeniden yaşadı.
Çiftçinin tarlasına gösterdiği özen gibi tüm anılarını incitmeden bir araya getirdi,
biçmeye başladı hepsini tek tek, eline orağını almadan, topladı ve kaldırdı bir
kutuya…Yanına umudunu almadan gittiği tarlasından eli boş döndü. Hasat ettiği
anılarının avuç içi kadar olduğuna üzülüp ah çekti. Olgunlaşmış, iri ve sarı buğday
tanelerini görememişti bu yıl ki hasadında. Ve mırıldanmaya başladı Neil Young’tan.
Alabileceğimden fazlasını verdiğini görebilecek miyim?
Sadece biraz mı hasat edeceğim?
Günler uçup giderken,
İdrakımızı kaybedecek miyiz?
Ya da güneşe mi yollayacağız?