Yürüyorum. Adımlarım sessizce toprağın üzerinde kayıyor, sanki her adım bir boşluğa düşüyormuş gibi. Gözlerim öne bakıyor ama aslında içime bakıyorum. Beynimdeki düşünceler, birbirine dolanmış karmakarışık yollar gibi. Boşluk… Ne kadar ilginç bir kavram. O, bir eksiklik gibi görünüyor, ama aslında ne kadar dolu, ne kadar derin. Bir sığlık gibi algılanıyor, ama aslında içinde sonsuzluk barındırıyor.
Düşüncelerim, bir uçurumun kenarında dolaşıyor gibi. Ne var orada? Bilmiyorum. Belki de hiçbir şey. Ama belki de her şey. İçimde bir çığlık var, keşfetme arzusuyla yanıp tutuşan bir çığlık. Gitmek istiyorum, derinlere, bilinmeyenin içine. Korkuyorum. Neyle karşılaşacağımı bilmiyorum. Belki de hiç geri dönemem. Belki de orada kaybolurum. Gözlerimi kapıyorum ve içimdeki boşluğa doğru ilerliyorum. Her adım, bir adım daha derine doğru.
Sessizlik, beni sarıyor. Sanki bu sessizlik, içimdeki karmaşayı dinlendiriyor. Ne zaman sessizlikle yüzleşsem, içimdeki gürültü azalıyor, yok oluyor. Derinlere iniyorum ve her adım, bir öncekinden daha derine götürüyor beni. Ne zaman duracağımı bilmiyorum. Gözlerim açılıyor ve etrafıma bakıyorum. Ne gördüğümü anlamıyorum. Renkler, desenler, formlar… Her şey birbirine karışıyor. Bu bir rüya mı, yoksa gerçek mi? Belki de ikisi arasında bir yerdeyim. Gözlerimi tekrar kapatıyorum ve içime dönüyorum. Bu boşluk, içimdeki boşluğun bir yansıması gibi. Belki de burada bulacağım cevaplar, dışarıda değil, içimde saklı.
Kimim ben? Bu sorunun cevabını bulmaya çalışırken, zihnimde dolanıyorum. Kim olduğumu hatırlamak için geçmişimi arıyorum ama her şey bulanık. Adım ne? Ne yapıyordum? Neden buradayım? Kafamın içinde yankılanan bu sorular, cevaplarını bulamadığım sorgulamalar olarak kalıyor.
Neredeyim? Bu mekanın tanıdık bir kokusu yok. Belki de hiç gelmediğim bir yerdeyim. Gözlerimi çevreme dikip etrafı incelemeye başlıyorum. Bir ranzada yatıyorum. Yatağın yanında bir komodin var. Ve bir dolap. Duvarlar krem renkli. Pencerenin dışında demir parmaklıklar… Önünde de iki sandalye. Bu odayı tanımıyorum.
N’apıyorum? Ayağa kalkıp etrafa bakınmak dışında yapabileceğim bir şey yok gibi. Belki de bulanık hatıraları netleştirecek bir şeyler aramalıyım. Belki bir iz, bir ipucu, bir ses… Herhangi bir şey, gerçekliğe dair bir belirti. Ama belki de şu an yapmam gereken, sadece beklemek.
Belirsizlik içinde kaybolmak yerine, sakin kalmak ve belki de hatırlamam gereken şeylerin yavaş yavaş zihnime dönmesine izin vermek. Belki de cevaplar, sessizlikte saklıdır. Kapı açılıyor. İçeriye beyaz önlüklü, orta boylu, koyu kısa saçlı, makyajsız bir kadın giriyor. Kapı aralığından arkaya sesleniyor: “Uyanmış! On dakika sonra ziyaretçisi gelsin.” Sonra bana yaklaşıyor. “Müzeyyen Hanım uyanmışsınız. Kalkmanıza yardım edeyim. Ziyaretçiniz var.”
Geceliğimi çıkarıyor. Elbisemi giydiriyor. Çoraplarımı, ayakkabımı.. Sonra saçlarımı tarıyor ve rujumu sürüyor ve pencere yanındaki sallanan koltuğa oturtuyor. Pencereden yeşil çimleri görüyorum ve onun ötesinde yüksek duvarları; kale duvarı gibi. Dışarısı güneşli.
“Dışarı çıkmak istiyorum.”
“Birazdan kızınız gelecek. Sonra sizi çıkarırız.”
“Ben nerdeyim?”
Gülümsüyor mu? Yok tam bi gülümseme değil. Sanki acıma da var. Kapı gene açılıyor. Bu sefer içeriye açık kumral saçlı, ela gözlü, otuzunda bir kadın giriyor. Ben nerdeyim? Bu odayı sevmedim. Burdan gitmek istiyorum.
“Merhaba anne!” diyor. Ben bu kadını tanımıyorum.
“Sen kimsin? Benim kızım yok.”
Karşımdaki koltuğa ilişiyor. Gözlerinde yaş mı var?
“Anneciğim, ben Aylin,” diyor yavaşça, sesinde hafif bir titreme var. “Hastanedeyiz. Buraya yaralı getirildin. Bir süredir buradasın.”
Aylin’in sözleriyle yüzleşmek zorundayım. Benim kızım olduğunu söylüyor ama ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Bu gerçek mi? Yoksa zihnimde başka bir yerde miyim?
“Bir yanlışlık olmalı,” diye düşünüyorum sessizce. “Benim kızım yok!” diye yineliyorum.
Aylin’in yüzündeki ifade daha da kararıyor, gözlerindeki yaşlar silinmiyor. Anlamaya çalışıyorum ama zihnimdeki bulanıklık bir türlü dağılmıyor. Bir boşluk, karanlık bir labirent gibi.
“Anne, N’olur affet beni,” diyor Aylin, sesi ağlamaklı.
“Doktorlar, hafıza kaybınız olduğunu söylüyorlar. Anılarınızı kaybetmişsiniz,” diyor beyaz önlüklü.
Bu sözler beni şaşkına çeviriyor. Hafıza kaybı mı? Anılarımı mı kaybettim? “Sizleri tanımıyorum. Beni burada zorla tutamazsınız,” diye kapıya koşuyorum. Beyaz önlüklü beni engellemeye çalışıyor. Onu itiyorum. Koridora çıkıp koşuyorum. Kapıdan dışarı çıkınca bahçedeyim. Arkamdan koşturan, “Müzeyyen Hanım!” diye seslenen üç erkek var, onlar da beyaz önlüklü kadın gibi giyinmişler; görevli olmalılar. Kale kapılarına doğru koşmaya çalışıyorum. Ayaklarım bana itaat etmiyor; birbirine dolanıyor. Yere düşüyorum. Gelip beni yakalıyorlar.
Gene yatağımdayım. Kolumdan iğne yaptılar. Sakinleştirici olduğunu söylediler. Ellerimi ayaklarımı yatağa bağladılar.Beyaz önlüklü hemşire olmalı; geliyor ve kulaklık takıyor bana. “Sevdiğin müzikler; kızın getirdi,” diyor. Müzik başlayınca boşlukta bir görüntü beliriyor. Beyaz elbisesi içinde genç bir kadın. Beyaz gece elbisesi içindeki kendimi tanıyorum ve siyah smokinli, yakışıklı genç bir adam. Vals yapıyoruz. Mutlu hissediyorum.
Sonraki müzik parçasında başka bir görüntü beliriyor. Açık alandayız. Kalabalık. Yanımda vals yaptığım genç adam var gene. Bu, Mehmet, eşim. Şimdi hatırlıyorum. Bizden başka bir çok insan var orada. Müzik çalıyor. Üzerimizde kot pantolon ve ceket var; eleleyiz. Evet açık hava konser alanı olmalı burası. Uzaktan müzik grubunu görüyorum. Herkes hep birlikte onlara eşlik ediyor. “We don’t need no education”
Sonraki müzikle başka bir görüntü beliriyor. Bir restorandayız; Mehmet karşımda oturuyor ama sanki daha yaşlıyız. Mehmet ellilerinde gözüküyor. Mezelerin dolu olduğu bir masanın üstünde rakı bardakları var. Bardaklarımızı kaldırıp şerefe diyoruz. Mehmet gözlerimin içine bakıp “Seni çok seviyorum,” diyor. Uzaktan gelen müziğe eşlik ediyoruz:
“Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime,
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime”
Yüzüme bakmak istiyorum. Ben şimdi kaç yaşındayım? Odadaki hemşireye kulaklıkları çıkarmasını söylüyorum. “Sakinleştim artık. Ellerimi ayaklarımı çözer misin? Bana bir de ayna ver.”
Doktor geldi. Kontrol yapacak. Yanlış bir şey yapmamalıyım. “Evet, doktor bey. Zorla içeride tutulduğum hissi geldi; paniğe kapıldım birden. Evet, hatırlamaya başladım. O yüzden aynaya bakmak istiyorum.”
Aynaya baktım ve ellilerindeki beni tanıdım. Yorgun olduğumu, uyuyacağımı söyleyerek doktor ve diğerlerini odadan gönderdim. Yatağa uzandım; zihnim karışık. Geçmişin izlerini bulmaya çalışırken içimdeki boşluğun ne anlama geldiğini ve hayatımın hangi noktalarında kaybolduğumu anlamaya çalışıyordum. Ancak artık kaçış yoktu, gerçeklerle yüzleşme vakti gelmişti. İçimdeki boşluk her an kapılarını açarak gerçekleri yüzüme vurabilirdi. Anılarımda hep var olan sevgilim, Mehmet’im, bugün neden gelmemişti? Aylin kızımsa neden hatırlamıyordum?
Yavaş yavaş uykuya dalıyorum sakinleştiricinin etkisiyle. Evimdeyim. Yatak odasından sesler geliyor. Oraya doğru gidiyorum. Kapıyı açınca Mehmet’i genç bir kadınla yatakta görüyorum. Kadının yüzüne dikkatlice bakıyorum. Bugün bana ziyarete gelen kadın, Aylin. Benim evlatlık kızım… Sonra görüntüler birbiri ardına geliyor: Evden hışımla çıkışımı, arabaya binişimi ve gözlerimdeki yaşlardan net göremediğim yolda kontrolümü kaybedip duvara toslayışımı artık hatırlıyorum. Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar yoğun bir duygu karmaşası içindeyim.
Şimdi her şey yerli yerine oturuyor, parçalar birleşiyor. Bana en yakın iki kişinin ihaneti… Yıllardır sürdürdüğümüz sahte bir mutluluğun içinde yaşadığım gerçek şimdi çıplak bir şekilde karşımda duruyor.