Kapının açılıp kapandığını dört metre kare alana hızla yayılan sivri dişli şubat soğuğu ile anlıyordu artık Fedai. Kapı tarafına doğru baktı. İçerinin hem sigara dumanından hem de soba borusundan yayılan kokudan ağırlaştığını fark etti. Ay ışığının camlardan ipil ipil içeri sızarak loş bir hava kattığı mekânda gözlerini ovuşturarak daha dikkatli baktı kapıya. “Kapatıyoruz hemşerim,” dedi, seçemediği siluete. Sessiz ve emin adımlarla yaklaştı siluet. Kıyafetinin zifirine inat elindeki beyaz zarfı tam önündeki masaya bıraktı. “Sabahın dördü oldu hemşerim. Kapatıyoruz. Hem çayım da kalmadı.”  Adam sanki onu duymuyor gibiydi. Müsterih adımlarla ilerleyen siluet nem, sigara ve yorgunluk kokan tahta sandalyeyi çekti, oturdu. Eliyle karşısındaki sandalyeyi oturması için gösterdi. Fedai sinirlenir gibi oldu lakin yirmi beş yıldır bu küçücük kahvehaneyi işletiyordu. Ne dertlilerle ne densizlerle ne yiğitlerle karşılaşıyordu her gün. Ama sökmez her daim ihtiyatlı davranan Fedai’ye. Boşuna Fedai demezler ona. Merttir, cevvaldir, mazlumun dayanağıdır. Hem maddi hem manevi… “Bulaşmayayım,” diye düşündü. Aldı ince belliyi doldurdu bayat çayından, gitti koydu her yılın bir yaşanmışlık kıymığı kattığı masaya. “Çabuk iç hemşerim kapatıyorum zaten!” dedi. Siluet kafasını kaldırmadan tekrar eliyle gösterdi sandalyeyi oturması için. Geçti oturdu biraz sıkkın biraz öfkeli tam karşı sandalyeye. Yüzünü seçemediği siyahlar içindeki adam itti zarfı önüne. Fedai açtı zarfı masaya dökülen iki fotoğraf beyninde kırbaç, viran yüreğinde kasırga etkisi yarattı.

Eski hatıraların, hayat yolunda yaşanan lahzaya ehliyetidir fotoğraflar. Sararmaya yüz tutmuş kenarları kıvrık fotoğraflardan birini eline aldı. Tanıdı kendini annesinin kucağında daha bir yaşında ya var ya yok. Siyah beyaz resimde yüzü bembeyaz, bahtı kara, kaderi müşkül annesinin. İçi sızladı, elleri terledi, sırtından soğuk terler aktı. “Ah anacığım!” kelimeleri döküldü ağzından irinli bir yarayla bıçakla oynanır gibi. Yüzü hep solgun, gözleri hep dolu, dudakları anlatacağı çok şey varmış gibi hep yarı açık ama olmazlara hep durak. Sarih emelleri çaresizliğe gece, yüreği doğmaz umutlara gebe…

İkinci fotoğrafı aldı eline, hayatının varlığı gibi ya beyaz ya siyah. Tanıdı kendini annesinin eliyle diktiği bahçıvan şortu sırtında, en sevdiği horoz şekeri elinde, babasına olan nefretinin hayranlıkla harmanı gözlerinde. Babası yine tarlada elinde kazması, gür bıyıklarında hayata meydan okuyan nefreti, boynunda geçim derdinin ilmek ilmek urganı, gözlerinde bir haneye direk olmanın baltalı bezginliği, omuzlarında yaşama dair meğerlerinin delişmen yükü. “Ahh babam!” sözcükleri zehirli bir sarmaşık misali sardı kahvehaneyi gecenin zifirini dele dele. Fedai’nin eli esrik bir halde ceketinin iç cebine gitti. Cüzdanından dörde katlanmış sapsarı olmuş bir gazete kupürü çıkardı, baktı. Göz kapaklarından, bunca yılın ağırlığını taşıyan mahzun bulutlar artık destur istedi. Ağladı. Ağladı. Ağladı. Önce annesini öptü sonra babasını. Bir daha bir daha öptü, aldı göğsüne bastırdı. Muhtelif duygularına yenilen meczup kelimeleri yüreğinden ağzına revan oldu. Bağırdı ağladı, konuştu ağladı, anlattı ağladı, sustu ağladı. Kadim bir şehirden kopup gelmiş, ihtişamını Fedai’nin gözyaşlarından alan siluet kıpırtısız izliyordu onu. Giderek canhıraş hıçkırıkları yerini sessiz serzenişlere bıraktı. Çok sonra Fedai’nin gözleri yanındaki siluetin varlığına kilitlendi. Biran sonra başı masadaki fotoğrafların üstüne, içini dökmüş olmanın huzuruyla düştü. Mihmandar siluet bir görevi daha tamamlamış olmanın sancılı rahatlığıyla ayrıldı is, tütün ve ölüm kokan kahvehaneden.

Sabah dükkânı açan çırak Halil’in çığlığıyla tüm esnaf kahvehaneye doluştu. Boş bir çay bardağı, iki fotoğraf ve bir tane de eski gazete kupürünün olduğu masaya Fedai’nin başı düşmüş cansız yatıyordu. Ahlayan, ağlayan esnaf, polisin geldiğini fark etmedi bile. Kahvehaneyi hızla dolaşan polislerden biri masaya yanaştı. Katlanmış gazete kupürünü açınca fotoğraftaki baba oğulun gazetedeki baba oğul olduğunu hemen anladı. “Biraz daha silik olsa da aynı resim,” dedi yanındaki polise. “Kupürü okusana ne yazıyor,” dedi öteki. Polis okumaya başlarken sağlık görevlileri Fedai’nin cansız bedenini sedyeye koyuyorlardı.

“Geçim sıkıntısı yüzünden bunalıma giren baba kendini Fırat Nehrine atarak intihar etti. Geride gözü yaşlı bir eş, boynu bükük bir evlat bıraktı. Vali, aileyi sahipleneceklerini açıkladı.”

Meğer ne kolaymış varlığıyla külfet olanın, yokluğuyla destek olması…