Güneş, küçük su kaplumbağası Turti’in sırtına iyi gelecek kadar ışımıştı. Zamanın
erken olduğunu anlamak için çift kuyruklu yılanlarını gözlerindeki yeşil halkalara
bakmak yeterliydi. Halkalar büyüyüp nefret saçmaya başladığında öğlen olmuş
demekti. Gün boyu gökyüzünde saklanması gereken gezegen Trap-pist’ in silueti
hâlâ görünüyordu. O gezegen ki bütün hırsızlara iç çektiren altın parıltılarıyla adeta
zenginliğin ve gösterişin gezegeniydi.
Turti okuduğu masal kitabındaki anlatılan yarışta neden kaplumbağayla tavşanın aynı
kulvarda bulunmaları gerektiğini anlamıyordu. Tamam, hikâyenin sonu umulmadık
şeylerin olması üzerine tatlı bir hatırlatmaydı ama
“Ben olsam böyle duman olacağım yarışmaya asla girmezdim” diye düşündü. Tabi
sonunda brokolili pizza ya da okyanusta bir hafta tatil veriyorlarsa o başkaydı. Bu
hayaller âleminde dolaşırken üzerine iki büyük kulağın gölgesi düştü. Ters ışıkta kim
olduğunu anlayamasa da onun Tavşan K olduğuna dair güçlü sezgileri vardı. Ve bu
günün en doğru tahminiydi. Tavşan K “Sana bir teklifim var” dedi. Turti ağzını komik
şekillerde eğerek,
“Aman ya kitaptaki koşu tarzı şeyse istemem, ben su kaplumbağasıyım farkındaysan,
kendine şov yapacak başka birini bul, hem neden sırtlan soyundan gelen KontX’i
götürmüyorsun?” diyerek elinden geldiğince kaderinden kaçmayı çalıştı. Tavşan
K’nın kulağındaki bit kadar küçük walkman kulaklıklarını görse eminim Turti bunca
lafı etmeyecekti. Üstelik tavşanların ona kabuklu çerez gözüyle bakmadığını
bilmeyen de yoktu. Karşısında duran her daim pimpirikli hareketleri tik edinen Tavşan
K, yılın en popüler kasetini dinliyordu. Zaten o kulaklığı olmasa da kimseyi dinleyen
biri değildi.
Bahar döneminde, “Eğlence!” diye çıldıran gruplar sürekli yarışırdı. En çok ses
getiren yarışmalarsa şarkı ve dansla ilgili olanlardı. Kurbağalar, serçeler, kargalar
bestelerini tamamlamak için haftalar öncesi çalışmalarına başlamışlardı. Genellikle
eski şarkıların remixleri çok tutardı. Ender olarak da yanık bir aşk şarkısı birinci
gelirdi. Bu seneki ödül çok büyüktü. Tüm ormanda bütün bir yıl birinci olan şarkı
dinlenilecekti. Daha önemlisi etrafı püsküllü kuş tüyü yastık ve yatak örtüsü ödülü
vardı ki sırf bu iş için ünlü İtalyan güvercinler çalışmıştı. Geçen senenin birincisi olan
şarkı içli içli söylenenlerdendi, bestesini ve güftesini şaşı bir fare yazmıştı istese
liberto bile yazabilirdi o kadar yetenek şuncacık bünyeye nasıl sığmıştı hayret!
İşte geçen senenin birinci olan şarkısı:
O kadar yalnızım ki kuyruğuma âşık oldum dün gece
Gözlerim ağlamaktan yeni yeşermiş bir bezelye
Nasıl terk ettin beni hain kevaşe?
Bak bu da bana fırlattığın kırık şemsiye
Keşke girseydim yerin dibine
Görmeseydim seni pembe gelinlikle
Yesem kusana kadar şehriye
Şişsem sığmasam gemilere
Gene de veririm kalbimi sana hediye.
Ooooov oov yooo yooow!
Bu tek mısradan oluşan dertleri milkşeyk yapmış, şarkıyı pembe ayı Pofitika’ya
yazmıştı. Oysaki toz pembe tonlarda olan bayan Pofitika’nın pek kimseyle ilgilenecek
hali yoktu. Daha yeni kalp ameliyatı geçirmenin şokunu atlatıyor, sağlık olarak
sınırlarını merak ediyordu. Depresyona zaten meyilli olan Pofitika’nın renginin gün
geçtikçe kirli mora dönüştüğünü görmek daha sinir bozucuydu. O, herkesin
kıskançlıktan nefret ettiği kişi aynı zamanda herkesin onun gibi olmaya çalıştığı bir
figürdü. Her zaman çiçeklerle süslü evi, şimdi tekinsiz gölgelerin perdeler çektiği,
yaraları sürekli kanayan mezbahaya dönüşmüştü. Eğer edebiyat öğretmeniyseniz ve
kasvetli bir atmosfer tarifi yapacaksanız, mutlaka görmeniz gereken yerlerin başında
gelirdi. Tur rehberiyseniz, burayı bildiğiniz için gotik müşterilerinizi
sevindirebileceğiniz şanslı kişi sizsiniz.
Şaşı fare Fennix bu köye kavalcısı tarafından getirildiğinden beri Pofitika’ya âşıktı, bu
aşkı herkes biliyor ama bilmiyormuş gibi yapıyordu. Bu hayranlık artık Pofitika için
önemli değildi. Aslına bakarsanız hiç bir şey Pofitika için önemli değildi. Bütün gün
yatıp televizyon izleyip iç karartıcı kıyamet kitapları okuyordu (bu ikisini birden
yapabilen ender yaratıklardandı). Tabi bir de hastaneye ayda bir kalbini dinletmeye
gidiyordu. Şimdiye kadar tanıdığı hastalara verdiği tavsiyeleri hatırlıyordu da, hepsi
ne kadar saçmaydı. Genel olarak bütün hastalıkların kaynağını strese bağlama
alışkanlığı onu deli ediyordu. Çünkü bu kadar soyut bir şeyle başa çıkmak
imkânsızdı.
Köyde herkesin kendine göre dertleri vardı ama bu yetmezdi. Bir hikâyenin
başlayabilmesi için ortak bir dert olmalıydı. Hem de King-Kong kadar devasa
büyüklükte. Geri zekâlıların bile içini korkularıyla besleyeceğı̇ dert ne olabilirdi?
Belediye başkanı KontX mümkün olabilecek tüm sorunları listeledi ve belediye
binasına astı. A4 sayfanın tamamını dolduran üzüntü listesinde en çarpıcı olanlardan
bazılarını sizin için seçtim:
Postacı ve yakışıklı tavus kuşunun sabahları kimseye “Günaydın” dememesi.
Tüm sene, çamaşırların nemden dolayı kurumaması.
Kimsenin artık bayramlarda bile takım elbisesi giymemesi.
Fırıncının karısının uzaylılar tarafından yaka paça kaçırılması.
Daha korkuncu kadının yaptığı yulaflı ekmeklerin her sabah fırından kendiliğinden
pişmeye devam etmesi.
Kimse bunları umursamıyordu açıkçası. Tüm halkın üzerinde dert olarak uzlaştığı tek
bir şey vardı: O da, yazın tüm etkinliklerin mevsim değişiklikleri yüzünden bilinmeyen
bir tarihe ertelenmesiydi. Kışın sıcak, yazın da yağışlı geçmesi ve her tür felaketin
peş peşe sıralanması yüzünden organizasyonlar karman çorman olmuştu. Yarışma
biletleri yanmış (hem de cayır cuyur), bahis şirketleri batmıştı. Bu durumdan da mutlu
olan birileri vardı elbet. Aynı zaman da düz fön ustası olan Turti’nin tüm duaları
(eksiksiz) kabul olmuştu. Onun yaratılışında bilgelik vardı ama hayatın herkese
kötülük konusunda adil olması gerekirdi. Azıcık nemde bile kıvrılan saçlar büyük
sorundu. Her ne kadar belediye başkanın listesinde unutulmuşsa da köyde savaş
çıksa önemsemeyecek tiplerin düz fön konusundaki hassasiyeti görülmeye değerdi.
Tuyoti köydeki diğer bilgeydi. Lamaya benzer suratı yüzünden doğuştan saygıyı hak
ediyordu (Hatırlatmak isteriz ki, yıllarca bir köşede sesiz oturursanız sizi de bilge ilan
ederler). Yakında temizlik savaşlarının başlayacağına dair güçlü hisleri vardı. Üstelik
buna büyük deterjan markaları da sponsor olacaktı. Tuyoti adının başına “Guru”
unvanı almak için kırk ikinci kere belediyeye başvurmuştu ama bir cevap alamamıştı.
Cevap alamamak galaksinin en büyük sorunuydu. Tuyoti’nin aslında at yarışı
bahisçisi olduğunu bir yüzyıl sonra kemik falı bakan başka bir sinsilik bilimi
doktorasını yapmış biri olan Kontfiçur ortaya çıkaracaktı. Onun en önemli bilgelik
sözü,
“İyilik hımbıl bir kedi gibi hareket ederken kötülükse kıçı yanan postacı gibi sizi bulur.”
olacaktı.
Yaklaşan şenlikleri o da dört gözle bekliyordu ama şenlik yerine savaşın yaklaşıyor
olması da mümkündü. Bütün bir hafta köydeki bütün duygular pek de derin olmayan
sularla birlikte çalkalandı durdu. Çaresizlik bezginliğe dönüştüğündeyse ormanın
derinliklerinden ince bir fısıltı duyuldu. Bunu kötüye yoranlar oldu. Ancak kurtlar kış
aylarında böylesi fısıltılarla sinir bozardı. Ama az sonra ses bir şarkıya dönüştü,
sözleri tam anlaşılmıyordu. Sanki tarhana çorbasının tarifine benziyordu. Güzel olan
müziğin oynak olması ve dahası herkesin evlerinden,
“Ne oluyor ya?“ diye haftalar sonra dışarıya çıkmasıydı.