Sadık kravatının boğazını sıkmasıyla ne kadar yorulduğunun farkına varıp koltuğa fırlattı. Önceden kim olduğunu bile bilmediği şarkıcının melodileri hafif hafif çalıyordu. İlk buluştuklarında şehvetli bakışlar eşliğinde kendilerinden geçerek bu müzikle dakikalarca dans etmişlerdi. Amy Winehouse hep Ezgi’yi çağrıştırırdı. Kuzgun siyahı saçlar, buğulu bakışları çevreleyen gözler ve kalın çekilmiş eyeliner.
Cep telefonunun çalmasıyla ‘’ inşallah evdeki değildir’’ diye açtı. Telefonun ekranındaki ‘’Hatun’’ ismini görünce keyfi kaçtı.
– Söyle, bir şey mi oldu? … Yok, bu gece geç geleceğim, siz yiyin. Sana sabah toplantım olacağını söylemiştim ya. Ne diye ısrarla arıyorsun? … Yarın alırım, çocuklara toplantının uzayacağını söyle. Sen de beni bekleme, yat.
Ezgi’yi ilk gördüğü zamandan beri yalan dolan. Evli olduğu hep dilinin ucuna kadar geldi ama söyleyemedi bir türlü. Terk etmesinden korktu hep.
Teyzesinin kızıyla Mardin’de ailesinin zoruyla genç yaşta evlendirilmişti Sadık. Üstelik üç çocuk da art arda. Babasının dediği kanun olan evde hepsi birlikte yaşıyorlardı. Hele bir karşı gelsin. Bütün bu zenginlik ve rahat yaşam uçup giderdi. Babasının tek önem verdiği, işleri doğru düzgün yürütebilmesiydi. Mutlu olup olmaması babası için sorgulanması gereken bir durum değildi. Para desen bol, evli, çoluk çocuk sahibi, daha ne olacaktı. Kendisi artık yaşlanmış, bütün işleri Sadık’a devretmişti. Her şeyi gayet güzel idare ediyordu da tek sorun Ezgi’ye olan tutkusuydu. İlk defa gerçek anlamda birini sevmişti. Onun sevmeye, mutlu olmaya hakkı yok muydu? Ezgi rahatça sohbet edebildiği, içini dökebildiği, onu anlayan ve gönülden dinleyen, munis bir kadındı. Üstelik çok da seksi. Gözlerinin içine baktığı zaman sanki bütün organları eriyip gidiyordu.
– Oda servisi mi?
– İki porsiyon mantarlı biftek, her zamanki mezeler ve bir şişe kırmızı şarap lütfen.
On beş, yirmi dakika sonra kapı çaldı. Beyaz önlüklü garson servis arabasını güler yüzle içeriye iterken Ezgi’de kapıda belirdi. İki sevgili kucaklaştıkları sırada garson istenilenleri küçük yuvarlak masaya yerleştirdi. Şarabı açarak kadehlere özenle döktü. Kibarca selamlayarak odayı terk edeceği sırada Sadık garsonun cebine bahşiş sıkıştırdı.
Dudaklar, bedenler birleşti. İpek gibi teni ve tazeliği, göz bebeklerindeki derinliği, kulaklarının arkasındaki kokuyu hissetmek paha biçilemezdi. Sadık, Ezgi’yi yavaşça yatağa bırakırken onu asla terk edemeyeceğini düşündü. Ama boşanmak gibi bir seçenekte söz konusu bile olamazdı. Baba faktörü vardı bir kere hayatında. Evli olduğunu da söylemesi terk edilme riskini arttırıyordu. Ezgi’nin de evlenmek istemesi en doğal hakkı idi. Bu durumu kabullenmeyecek kadar da masumdu. Kafası karmakarışıktı. Ertelemeye karar verdi. Ama nereye kadar erteleyecekti. Ya başka yerlerden öğrenirse daha sarsıcı olmaz mıydı? Bu sefer de kararsız kaldı. Söylese miydi acaba? Suçluluk duygusu ile yüzünü mis gibi kokan, canlı, kömür karası saçlarının arasına bastırdı. Dolgun göğüsleri avuçlarının arasındayken kendini İspanyol şövalyeleri kadar kahraman ve güçlü hissediyordu.
Ezgi’nin çantasının içinden telefonun tiz titreşimi bu büyüyü bozdu. Kalkmak için hamle yapmak istedi ama Sadık bu anın bozulmasının huzursuzluğu ile iyice sarıldı ve kalkmasını engellemek istedi.
-Dur bakmam gerek. Annem olabilir, meraklanınca hiç rahat vermez bu sefer.
– Alo! Evet geç geleceğim. Akşama toplantım olacağını sana sabah söylemiştim ya. Dolapta yemek var. Beni bekleme, ye sen! Hadi görüşürüz.
Ezgi konuşma sırasında ayağa kalkıp Sadık’tan uzaklaşır, karşısındakinin sesini duymasına fırsat veremezdi.
Bu sırada Sadık Ezgi’nin ne kadar masum olduğunu, bütün bu yalan dolanları hiç hak etmediğini içi ezilerek tekrar düşündü. Söylese bir türlü, söylemese bir türlü. Onu beyaz gelinlikler içinde hayal etti. Evlilik konusunu açmaması asilliğindendi. Sadık’ın teklifini beklemesi olağandı. Bu işin içinden nasıl çıkacaktı bilemiyordu.
Ezgi konuşmasını bitirip Sadık’a cilveyle sarıldı.
– Beklettim canım kusuruma bakma. Annem işte, her zamanki gibi bir şeyleri bahane edip arıyor.
– Ezgi, sana bir şey söylemem gerek.
– Neymiş o? … Ay şimdi çok acıktım. Hadi soğutmayalım aşkım. Yerken söyle.
Sadık, oyuncağı alınan çocuk gibi somurtarak beyaz örtülü sofraya yöneldi. Neyse ki biftek çok cezbediciydi. Kadehleri göz süzerek hafifçe tokuşturdular.
– Seni çok özledim. Bu hafta görüşemedik.
– Evet canım ben de. Bu hafta çok yoğundum. Ne söyleyecektin sen bana?
– Şey….
Yutkundu…ve…cesareti kırıldı.
– On beş gün sonra Londra’ya birkaç günlüğüne iş gezim var. ‘’Benimle gel’’ diyecektim. Baş başa daha fazla zaman geçirebiliriz. Çok güzel bir program oluşturdum. Her şey hazır.
– Sen iş için gidiyorsun. Benim ne işim var, sıkılırım bütün gün.
– Niye canım gün içinde dilediğince gezersin hatta alışveriş yaparsın.
Ezgi’nin sol elini iki elinin arasına alarak gözlerinin içine bakıp çok şeyi ima ederek çapkın çapkın göz süzdü.
– Bütün akşamlar da bizim, dilediğimizi yaparız aşkım.
– Öyle mi diyorsun.
– Hem sana bir sürprizim var.
– Ooo neymiş o sürpriz bakayım. ‘’
– Ama söylenince sürprizliği mi kalır bi tanem.
– Hımm… Şimdi daha cazip hale geldi. Aslında iyi fikir ama nasıl izin alabilirim bilemiyorum. Benim de biraz değişikliğe ihtiyacım var. Yok ya, hiç sanmıyorum gelebileceğimi. Annem ne der. Vıdı vıdı vıdı yer bitirir beni. Biliyorsun hiç rahat vermiyor. Bu ara sağlığı da çok iyi değil. Şimdi uzun süreli onu yalnız bırakmayayım. Allah korusun aniden rahatsızlanır falan.
Sadık Ezgi’nin elini yavaşça bıraktı. ‘Amaan nerden çıktı şimdi anne konusu’ diye düşündü. Memnuniyetsizliğini belli etmemeye çalışarak, riyakarca;
– E korumaya çalışıyor kadıncağız seni. He annen demişken, sen beni onunla ne zaman tanıştıracaksın. Beni tanırsa bu kadar endişelenmez, daha rahat ederiz. Eminim ben de onu, o da beni çok sevecektir.
Ezgi oturduğu sandalyede rahat değilmiş gibi kıpırdandı.
– Tabi ki iyi anlaşacağınıza eminim. Ama daha erken bence. Annem biraz muhafazakâr bir kadın. İlişkimize çok hoşgörüyle bakmayabilir. Biraz daha bekleyelim. Acelemiz yok. Tanışırsın nasıl olsa bir gün.
– Peki öyle olsun bakalım.
Müzik eşliğinde yemek yerken her ikisinin de bu konuya kendi içlerinde çözümler aradıkları sessizliklerinden belli oluyordu.
Ezgi telefonunu çantasına koymayı unutmuştu. Masanın üzerinde duran cihazın mesaj tınısı ve ekranın aydınlanması sessizliği bozdu. Genç kadının gelen mesajı Sadık’tan saklaması artık imkansızlaşmıştı.
‘’Karıcığım, ben hallederim. Sen işini aksatma. Kolay gelsin! Seni seviyorum.’’
Sadık bir mesaja, bir Ezgi’ye bir de tabağın yanında şimdilik masumca uzanan parlak et bıçağına baktı.
Artık Amy Winehouse’u duymuyordu.